19 Nisan 2009 Pazar

Hedef gizleyen şöhretler.

Sayın Mehmet ALTAN
Star Gazetesi Yazarı 19 Nisan 2009


Sayın ALTAN;

17 Nisan 2009 tarihli ve “ÖZAL, NE ZAMAN ÖLMÜŞTÜ?” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Özal’ın ölümünün 16.cı yıldönümünde; 10 yıl evvel, yani Özal’ın ölümünden 6 yıl sonra yazdığınız yazınızı tekrar yayınlamanız, geçen 16 yıl zarfında görüş ve düşüncelerinizin değişmediğini göstermektedir.

Bu değişmemişliği de; “Politikada Turgut Özal ‘EVRENSELİ’ temsil etti. Süleyman Demirel ise, hep ‘YEREL’ kaldı

Demirel YEREL kaldığı için, biriken hiçbir sorunu çözemedi. Çözülmeyen sorunlar yığıldıkça, ‘İKTİDAR BOŞLUĞU’ yarattı; iktidar boşluğu artınca da, o boşluğu askeriye doldurdu.

1971 ve 1980’de Demirel’in Başbakan, 28 Şubat’ta Cumhurbaşkanı olması, pek tesadüf değil.” Şeklindeki sözlerinizle ispatlamışsınız.

Turgut Özal’a hayranlığınızı ve övgünüzü de, ABD ve çağdaş dünyanın beklentisi doğrultusunda, “Siyasette SİVİL, ekonomide LİBERAL, dış politikada ATAK” sözleriyle ifade etmişsiniz.

Görüş ve ifadelerinize hiç şaşırmadım. 16 yıl zarfında hiç değişmediğinizi de, bilerek söyledim. Zira; elimde, reddedemeyeceğiniz bir kanıtım var. Hem de bu kanıt, doğru olanı aramadığınızı ispatlar. İşte kanıtım:

Sabah Gazetesi yazarı iken 30 Eylül 1988 tarihinde “DEĞİŞİM ve SIKINTI” başlığını taşıyan bir yazı yazmıştınız. Bu yazınızı hiç değiştirmeden herkesin dikkatine sunuyorum:

“Değişim ve bu değişimin getirdiği sıkıntılar”…

Bize göre halkoylamasının mesajı bu…

Ama hâlâ kimi sadece “SIKINTI” üstünde duruyor, kimi de sadece “DEĞİŞİM” üzerinde…

“SIKINTIYI” ön plâna alarak, “DEĞİŞİMİ” inkâr edenler de ikiye ayrılıyor…

Birinciler, bu değişimi yeterince değerlendiremeyenler…

İkinciler, bu değişime direnenler…

Bu direnenlerin kimlikleri ilginç…

Bunlardan biri, gittikçe tükenen SÜLEYMAN DEMİREL…

İktidar için gözünü kırpmadan 40 GÜNLÜK ÇOCUKLARI BOĞACAK kadar gözü kararmış olan melânetli POLİTİKACI ESKİSİ…

Ve onun “İLERİCİ” yandaşları…

Örneğin…

Peydahlandıktan sonra ortalıkta bırakıldığı için “AİLE KOMPLEKSİNE” düşen yaşlı patron dalkavuğu “MÜTERCİM SURETLERİ”…

“İLERİCİLİK” adına DEMİREL ile kol kola…

Nasıl bir ilericilik?

Dışişleri Bakanlığı emriyle “DÜNYA İLERİCİLER KONFERANSI’NDA” Türkiye’yi “GÖREVLİ” olarak temsil etmek gibi bir “İLERİCİLİK”…

Nasıl bir ilericilik?

Yolsuzluk dosyası yayınlayarak sağa, sola şantaj yapıp; sonra bunları, avukat “BİRADER’E” müşteri olarak yollamak gibi bir ilericilik…

Nasıl bir ilericilik?

Sol görünümlü “HAFİYE” ilericiliği…

Neyse…

Nasıl olsa “DEĞİŞİM”E direnenlere halkoylamasının sonuçları, gereken cevabı verdi.

Sıkıntılara gelince…

Galiba o listenin başına PAHALILIĞI koymak gerek…

Her sabah bizle birlikte “UYANAN” ve bütün günü bizle beraber geçiren PAHALILIĞI…
Sonrası, rastgele uzatılabilir…

İÇ BORÇ…
DIŞ BORÇ…
BÜTÇE AÇIĞI…
GELİR DAĞILIMI…

Halkoylaması Türkiye’deki “DEĞİŞİMİN” benimsendiğini; ama, “DEĞİŞİMİN SIKINTISI”NIN adâletsiz olarak dağıtılmasından doğan hoşnutsuzluğun da yaygınlaştığını ortaya koydu…

Sıkıntıları hafifletmek…

Galiba iktidarın şimdiki “İLK HEDEFİ” bu…

Çünkü, bazı “UMUT” verici sinyaller var…

Enflasyonun en önemli nedenlerinden biri kamu giderlerinin, gelirlerinden fazla olması…
Neden kamunun geliri, giderinden az?...

Çünkü devlet, asli fonksiyonlarından biri olan vergi toplama işini beceremiyor…

Sadece “SABİT GELİRLİ” kesimlerin üstüne abanıp, onların ümüğünü hergün, biraz daha sıkıyor…

Geri kalanlar ise CENNETİN DOĞAL ÜYESİ gibi…

Şimdi bu adâletsizlik, hiç olmazsa biraz düzeltilecek…

“BATIK KREDİLER” dururken…

İş adamları, SOSYAL SİGORTALAR KURUMU’NA olan prim borçlarını ödemezken…
Bunları tahsil etmeyip, kolayından “ZAM” yapma dönemi de sona erecek gibi…

Hileli iflâslarla halkı soyanlara da önlemler var…

Yani; yaşanan hızlı değişimin “SIKINTILARI”, adâletsiz olarak paylaşılmayacak gibi…

Vurguncular, soyguncular, üçkâğıtçıların üstüne daha hızlı gidilecek…

Böyle olunca da “SIKINTILARIMIZ”, biraz daha hafifleyecek…

Yerel seçimleri dört ay önce yapalım mı, yapmayalım mı diye “TÜRKİYE’Yİ BİR HALKOYLAMASINA” götürmek, çok yersizdi!...

Ama; galiba, bu yersizliğin bir faydası oldu.

Bir kere, “DEĞİŞİME DİRENMENİN” anlamsız olduğu anlaşıldı…

Bundan daha da önemlisi ise, sıkıntıların “ADÂLETSİZ DAĞILIMININ DOĞURDUĞU RAHATSIZLIĞI”, Ankara duydu…”

Sayın ALTAN;

30 Eylül 1988 tarihinde, yani 21 yıl önce, böylesine tutarsız ve gerçeklerden uzak bir yazı yazdığınız için, bugün söylediklerinize ve savunduklarınıza inanmak, acaba mümkün olur mu? Aradan geçen 21 yıllık zaman dilimi, profosör unvanı kazanmış olmanıza rağmen sizi değiştirmediğine göre; 2.ci cumhuriyetçi olarak ortalarda dolaşmanızın bir anlamı olması gerekir. Zira; gerçek anlamda bir demokrasinin nasıl olması gerektiğini bilmeyecek kadar cahil olamazsınız.

Ayrıca; “Türkiye’nin bugün bunaldıkça bunalıp, kendine çözüm üretememesinin en temel nedeni, devletin hukuksal çatısının ve mevzuatının darbesi, 12 Eylül zihniyeti tarafından oluşturulmasında saklı.” sözlerinizin, kamuoyunca iyi bilinmeyen bir amacı ve hedefi olmalıdır. Devamlı surette askerlere yönelik eleştirileriniz, aklımıza, başka bir ihtimal getirmez.

Bir düşününüz:

Kasım 1983’ten beri Türkiye’yi SİYASÎ İKTİDARLAR yönetmektedir. Siyasî, idarî ve ekonomik yozlaşmalar, sivil yönetimlerin eseridir. Liberal ekonomi, halkı ezen vahşi bir kapitalizme dönüşmüştür. Atak görüntüsü altındaki dış politika Türkiye’yi başkalarına tâbî hale getirmiştir. İdarî yozlaşma, baştakilerin yolsuzluklarına hesap sormayan bir sistem oluşturmuştur. İtiraz edenler bulunsa da; Türkiye, dış politikasını ABD’ye, iç politikasını Avrupa Birliği’ne, ekonomisini IMF ve Dünya Bankası’na endekslemiştir.

Geldiğimiz nokta da bellidir:

Başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz, altyapılarımız yabancıların eline geçmiştir. Hattâ, perakende ticaretimiz dahî yabancıların eline geçmiştir. Avrupa’da Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip olan Türkiye, kendi kendini besleyemez duruma düşmüştür.

Bu durumu görmemeniz, anlamamanız ve bilmemeniz mümkün değildir. Ülkeyi bu duruma düşüren ŞİŞİRİLMİŞ ŞÖHRETLERİ göklere çıkarırken, devamlı surette ASKERLERİ hedef almanızın herhalde, bir anlamı olması gerekir.

Acaba, yanılıyor muyum?

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: