19 Ocak 2009 Pazartesi

Rakamlar değişir, gerçek değişmez.

Ecz. Hüsnü Akıncı
Tel: 0 216 4181726
İstanbul 16 Aralık 1999




Sayın Ertuğrul Özkök,
Hürriyet Gazetesi Yazarı
İstanbul



14 Aralık 1999 tarihli ve “Sihirli Aralık’ın Gerçek Sihri” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Belirttiğiniz gibidir:

Türkiye, kazanan ve bundan sonra da kazanacak yıldız bir ülkedir. Çünkü Türkiye, güçlü ve her türlü potansiyeli yüksek bir ülkedir. Bu gücünü de, hiç düşünmediğimiz bir şekilde ispatlamıştır. 20 yılı aşkın bir süre zarfında yüksek oranlı ve kronik bir enflasyona dayanabilmiş olması, Türkiye’nin gücünün kanıtıdır. Bu süre zarfında her şeye rağmen milli gelirini, 40 milyar dolardan, 210 milyar dolara yükseltmesini başarabilmiştir. Hem de bunu, hiper enflasyona düşmeden başarabilmiştir.

Eğer Avrupa ülkeleri 5 yıl süren bir yüksek enflasyon süreci yaşasaydı; hiç şüphesiz bir cihan harbi çıkar ve dünya kana ve gözyaşına bulanırdı. Amerika yaşasaydı; sosyal patlamalar sebebiyle, tarumar olur ve parçalanırdı...

İnanarak öne sürdüğüm iddiam da şudur:

Eğer Türkiye, 20 yıldan beri iyi idare edilseydi ve düzgün bir ekonomi ve para politikalarıyla yönlendirilseydi; hiç şüphesiz bu gün, dünya üzerinde, milli gelirini 1 trilyon doların üzerine çıkarmış ve Avrupa para piyasasının üzerine oturmuş çok güçlü bir Türkiye olurdu.

Bu bakımdan “güçlü bir kadro” olarak takdim ettiğiniz Sümer Oral, Selçuk Demiralp ve Gazi Erçel’e düzdüğünüz methiyeleri yersiz ve abartılı bir iltifat olarak kabul ettim. Zira; ortaya konan para politikalarının, derdimize çare olmayacağına ve yine Türkiye’yi yanlış bir rotaya sokacağına inanmaktayım. Çünkü, uygulamaya konacak para politikaları yine, devalüasyona dayanmaktadır. Oranı, ne olursa olsun, Türk parasına devamlı olarak değer kaybettiren bir para politikası, Türkiye’nin yüzünü güldüremez. Bu politikaların özü yine, DÖZİZ- FAİZ- BORSA üçgeninden ibaret olan bir RANT SİSTEMİNİ, diğer adıyla ŞAHANE BİR SOYGUN SİSTEMİNİ yaşatmak içindir.

Faizlerin düşme eğilimleri bir aldatmacadır. Çünkü düşen faiz oranları, mevduat hesaplarını kapsamaktadır. Mevduat faizleri zaten, hiçbir zaman enflasyon oranının üstüne çıkmamıştır. Hazine Bonosu ve Devlet Tahvillerinin faizlerindeki düşüş ise; ikinci el piyasası içindir ki; finans ve bankacılık kesimi, zaten Hazineye verdikleri yüksek faiz oranlı borçların nemalarını, kasalarına atmışlardır. Bunun anlamı şudur:

2000 yılı sonuna kadar iç borç stokumuz, 33 katrilyon liradır. Bu borcun kaynağı “sıcak para” hareketidir. Merkez Bankası’nın önümüzdeki yıl için uygulamaya koyacağı “düşük kur” uygulaması, Finans ve Bankacılık kesimine dolar bazında yüksek oranlı bir reel faiz sağlayacaktır.

Zaten hep öyle olmuştur:

Ya ani kur artışlarıyla veya uzun süren sabit veya düşük kur uygulamalarıyla bankacılık ve finans sektörüne daima rant sağlanmıştır. Yani; Türkiye ekonomisi, KUR- FAİZ makasına hapsedilmiştir. Ve Türkiye, bu kıskacı aşamadığı için, yatırımsız kalmış ve 2000’li yıllara, gerektiği biçimde hazırlanamamıştır.

İşte, acı tablo:

2000 yılı bütçesinde yatırımlara ayrılan pay 1,4 katrilyon liradır. Yani 3 milyar dolar seviyesindedir. Türkiye yalnız enerji yatırımları için 5 milyar dolar harcamak zorundadır (her yıl). İhtiyacı olan altyapıyı ve yatırımlarını gerçekleştiremeyen Türkiye’nin, gelecek yıllarının pek parlak olmayacağı da kesindir. Yani, methiye düzdüğünüz ekonomi ve para politikaları “Gölge Avında” zaman kaybetmemize sebep olacaktır. Ve övdüğünüz kişilere sormak lazımdır:

Türk parasının değeri, niçin düşmektedir?
“Gerçekçi Kurun” anlamı, TL’ye değer kaybettirmek midir?

Eğer, uygulamaya konan para politikası doğru ise; 1999 yılında TL’ye %60’ın üzerinde değer kaybettiren bir politika niçin izlendi? Bu kişiler, 1999 yılında da görev yapmadılar mı?

Sayın Özkök;

Ekonominin Türk parasına ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç sağlanmadığı için yabancı para ticareti alabildiğine yaygınlaşmış ve devlet iç borç senetleri, TL’nin yerini almıştır. Bu çarpık uygulama; paranın el değiştirmesiyle, birilerine, müthiş rantlar sağlamıştır. Rant ekonomisi şahlanmış; reel ekonomi ise, yere serilmiştir. Hazine ve Merkez Bankası da, bu rant sisteminin yaşatılmasında ve gelişmesinde rol almıştır.

Kamu açıkları, enflasyonun sebebi olarak gösterilirken, bu müthiş rant sistemini sorgulamak kimsenin aklına gelmemiştir.

Dış ticaretimiz 20-25 milyar dolar açık verirken, yatırım yapılmadığı halde cari işlemler açığının olmaması veya 2-2.5 milyar dolarla sınırlı kalması, kimsenin dikkatini çekmemiştir. İhracat dışı kazanılan dövizlerin yağmalandığını ve sıcak para rantı için dış ülkelerde üstlendiğini hiç kimse konuşmamıştır.

Uygulanan yanlış para ve ekonomi politikaları sebebiyle, Türkiye’nin finans ve bankacılık kesimiyle, Türkiye ekonomisine istek ve çıkarları doğrultusunda yön veren ve idareleri baskı altında tutmasını başaran 15-20 türedi holdinge esir edildiğini hiç kimse konuşmamıştır.

Eğer Merkez Bankası, ekonominin ihtiyaç duyduğu miktardaki TL’yi piyasaya vermiş olsaydı; reel ekonomi ayağa kalkacak ve Türkiye’nin iç borç gibi bir belası olmayacaktı. Üstelik, gelir dağılımı da, bu denli bozulmayacaktı.

Tutarsız ve hayali bir iddiada bulunmuyorum. İddiamın mesnedi vardır.

Merkez Bankası’nın üstlendiği görev gayet açıktır. İşte Merkez Bankası’nın görevi:

“T. C. Merkez Bankası, 1970 tarih ve 1211 sayılı yasaya göre emisyon ve kredi hacmini, ekonomik ihtiyaca uygun biçimde düzenlemekle görevlidir.
Merkez Bankası’nın çıkardığı para miktarı, ekonominin ihtiyacı düzeyinde kalmalı; fazla ya da eksik olmamalıdır.”

Bu görev çerçevesinde Merkez Bankası başkanına sormak lazımdır:

Acaba, Merkez Bankası, ekonominin ihtiyacı kadar kağıt parayı vermiş midir?

“Fazla ya da eksik olmamalıdır” ifadesinin gereğini yerine getirmiş midir?

Hangi ölçüye göre kağıt para miktarını belirlemiştir?

Gelişmiş Batı ülkelerinde tedavüldeki kağıt para miktarı, o ülkelerin milli gelirinin %10’u kadardır (en az). Acaba bizdeki uygulama nasıldır? Mukayeseli bir örnek vereyim:

Yıl 1981:

GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA....................45 MİLYAR DOLAR
BÜTÇE BÜYÜKLÜĞÜ............................ .12,5 MİLYAR DOLAR
TEDAVÜLDEKİ TL MİKTARI................. .3,5 MİLYAR DOLAR
Yıl, 1999:

GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA....................210 MİLYAR DOLAR
BÜTÇE BÜYÜKLÜĞÜ............................ .60 MİLYAR DOLAR
TEDAVÜLDEKİ TL MİKTARI................ .3,4 MİLYAR DOLAR

Bu örnekten de anlaşılacağı gibi, Merkez Bankası, görevini yerine getirmemiş. Yani, ekonominin ihtiyaç duyduğu miktardaki kağıt parayı vermemiş.

Bu gün piyasada 21 milyar dolar karşılığı kadar (en az) Türk Lirası olması gerekirken (11 katrilyon lira); bu gün tedavülde, 1,767 katrilyon lira TL vardır (Merkez Bankası’nın 28 Ekim 1999 tarihli verilerine göre).

Devletin rakamları incelendiğinde, bu görev ihmalinin 1987’de başladığı görülecektir.

Sayın Özkök;

Türk ekonomisindeki tedavi edilmez gibi görünen hastalığın asıl sebebi bu çarpıklıktır.
Görevliler, bu çarpıklığa çare bulup, düzgün bir para politikası ortaya koydukları gün, bu hastalık ortadan kalkacaktır.

Bilmem ki; methiye düzdüğünüz kişiler, bu işi başarabilirler mi?

Zira; bu iş, zor bir iştir. Bu işin önünde; münasebetlerinde ahlakı değil de, parayı ön planda tutan güç sahipleri vardır. Onları aşmak kolay değildir. Zaten; globalleştiğini iddia ettiğimiz ve globalleşmeyi de zoraki kabul ettiğimiz bugünkü dünyamızda; uluslar arası hukuk, Güç’e dayanmaktadır. Bu güç de, para ve silah gücünden oluşmaktadır.



Saygılarımla Hüsnü Akıncı




NOT:
1- Bu çarpıklığın usta oyuncuları, “faiz dışı bütçe fazlalık veriyor” sözü ile milleti aldatmaktadırlar.
2- Tedavüldeki TL miktarını, 20 yıldan beri 3-3.5 milyar dolar karşılığı kadar sabit tutmasını başaran bir güç nedir?

Hiç yorum yok: