13 Mayıs 2009 Çarşamba

İhtiras ve siyaset

Sayın Süleyman SOYLU
Demokrat Parti Genelbaşkanı
Ankara 5 Mayıs 2009


Sayın GENELBAŞKAN;

Demokrat Parti’ye GENELBAŞKAN seçildiğiniz günden beri televizyonlardaki konuşmalarınızı izliyor ve gazetelerde yer alan beyanlarınızı, demeçlerinizi ve mülâkatlarınızı dikkatle okuyorum.

Değerlendireceğinizi umduğum görüş ve düşüncelerim şudur:

Siz; Türkiye’yi ve Türk milletini iyi tanımıyorsunuz, tarih ve coğrafya bilmiyorsunuz, Türkiye’nin ve dünyanın siyasî tarihlerini irdelemesini başaramamışsınız ve dünya coğrafyasında Türkiye’nin konumunun önemini anlayamamışsınız.

Türk siyasî tarihinde önemli yeri olan ve zıt mizaçları bir mefkûre etrafında birleştirmesini başaran Demokrat Parti, Adâlet Partisi ve Doğru Yol Partisi’nin aynı çizgide buluşan ve üç partinin de müştereği olan BÜYÜK MİSYONUN önemini de anlayamamışsınız.

Bu sebeple; 1993 yılından itibaren bu misyonu anlamayan veya bu büyük misyonu bilinçli olarak ortadan kaldıran siyasî akımın sayesinde siyasete girmiş durumdasınız. Ki; bu siyasî akımın teşkilatlandırdığı delegeler vasıtasıyla kolay bir şekilde Genelbaşkan seçildiğiniz için, 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde, ŞEVK ve HEYECAN dolu BİR KİTLE HAREKETİ meydana getiremediniz.

Bu başarısızlığınızı da, partinin geçmişini suçlayarak ve hattâ; henüz daha mahiyeti iyi bilinmeyen ve nasıl neticeleneceği belli olmayan ERGENEKON takma adı verilen dâvâ ile ilgilendirerek, kendinize bir pâye vermeye çalıştınız. Yani, REDD-İ MİRASTA bulundunuz. Belki de, bu tarzda bir davranış sergilemeniz için size telkinde bulunanlar olmuştur. Çünkü; siz, belki bilmezsiniz: REDD-İ MİRAS deyimini Türk siyasî tarihine kazandıranın SÜLEYMAN DEMİREL olduğunu bilenler vardır ve muhtemelen bu kişiler, sizi yanıltmışlardır. REDD-İ MİRAS olayını hatırlatayım:

1965 seçimlerinden önce TRT, siyasî parti liderleriyle mülâkat yapıyordu. Soruları da, o günün gözde gazetecileri soruyordu.

İşte bu mülâkatta bir gazeteci Süleyman Demirel’e, “Efendim; size, DEMOKRAT PARTİ’nin devamı diyorlar. Gerçekten Adâlet Partisi, Demokrat Parti’nin devamı mıdır?” sorusunu soruverdi.

Soruyu soranın asıl maksadı belliydi: 27 Mayıs İhtilâli’nin baskısının devam ettiği, Demokrat partililere DÜŞÜK, KUYRUK gibi ifadelerle hakaret edildiği bir ortam mevcuttu.

Soruyu soran biliyordu ki: Demirel, “Demokrat Partisi’nin devamıyız dese, orduyu kızdıracak; “Demokrat Partisi’nin devamı değiliz.” dese, geniş halk kitlelerini küstürecek.

Fakat; Süleyman Demirel, “Elbette Redd-i Mirâs edecek değiliz.” Cevabıyla, soruyu soranı perişan etti ve geniş halk kitlelerinin gönüllerini kazandı. Öyle zannediyorum ki; Demokrat Parti’ye husumet besleyen odaklar, bu cevabın inceliğini anlayamamışlardır.

Bu mektubumu niçin yazdığımı ve redd-i mirâs olayını niçin hatırlattığımı merak etmiş olabilirsiniz. Açık ifadeyle sizi, uyarmak istediğimi söyleyebilirim.

En büyük temennim: Sizi, bir piyon olarak kullanmak isteyen MUHTERİS ve KADERİN bir cilvesi olarak eline geçen fırsatları, redd-i mirâs ederek ziyan eden bir fırsatçı siyasetçinin emellerine âlet olmamanızdır.

Belki bu sayede; sizi BÜYÜK ilân ederek şişirmeye çalışanların telkinlerinden ziyade; bilen ve bilgisi yanında düşünmesini bilen âkil kişilerin görüş ve düşüncelerine kıymet verirsiniz. Böylece de, 2010 yılı hesaplarını yapanların tuzağından kurtulmuş olursunuz.

Unutulmamalıdır:

Siyaset, uzun vadeli bir MARATON koşusudur.
Siyasette kalıcı bir iz bırakmak isteyenler, GANDİ’nin şu sözlerini, hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdırlar:

İLKESİZ SİYASET, EMEKSİZ ZENGİNLİK, VİCDANSIZ HAZ, NİTELİKSİZ BİLGİ, AHLÂKSIZ TİCARET, İNSANİYETSİZ BİLİM, ÖZVERİSİZ İBADET, yedi BÜYÜK GÜNAHTIR.

Sayın GENELBAŞKAN;

Ne istediğini bilmeyen, bulduğunu anlayamaz.
Gerçeği görmeden, gelecek kurulamaz.

Zira; öyle bir zamanda yaşıyoruz ki: Vatanseverliğin SUÇ, vatana ve millete hizmet etmenin APTALLIK olarak kabul edildiği bir ortam yaratılmıştır.

Türkiye’nin, bu duruma niçin ve nasıl düşürüldüğünü anlamak, iddia sahibi her siyasetçinin en önde gelen görevi olmalıdır.

Tarihin, hiçbir döneminde tekzip edilemeyen gerçeği bellidir ve bilinmektedir:

Övülmesi gerekenleri KÖTÜLEMEK, kötülenmesi gerekenleri ÖVMEK; bir milletin, bir camiânın, bir teşkilâtın yıkım sebebidir.

Maksadımı anlattığımı zannediyorum.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.





Eki:

Tansu Çiller’e yazdığım 19 Nisan 2000 tarihli mektubum.







Sayın Tansu Çiller
DYP Genel Başkanı
Ankara 19 Nisan 2000


Hürriyet Gazetesi Yazarı Pınar Türenç’le yapmış olduğunuz ve Hürriyet Gazetesi’nin 18/19 Nisan 2000 tarihli nüshalarında yayınlanan söyleşinizi dikkatle okudum. Ülke sorunlarıyla hiç ilgisi olmayan yüzeysel sorulara dahi tutarlı ve ufuk çizici cevaplar verememişsiniz.

Sadece reklama dayalı ve gündemde kalabilme amacını taşıyan bu gibi beyanlarla nereye kadar gidebileceğinizi merak ediyorum. Aslında akibet belli; ama yine de merak ediyorum. Sebebine gelince:

Ülkenin gerçekten çimentosu konumunda olan tutarlı, hedefleri bilinen,her hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflere yönelmesini başaran ve mazisinde utanılacak bir lekesi olmayan DYP gibi bir partiyi, “Yeni bir seçimde acaba,barajı aşabilir mi?” noktasına getirdikten sonra siyasete devam etmemeniz gerekirdi. Aslında, CHP’nin seçim barajını aşamaması sebebiyle Meclis’e girebilmiş bir Genel Başkan olmanız sebebiyle,partiye gönül vermiş insanlarımızı rencide etmemek için suskun kalmanız daha hayırlı olurdu.

Medeniyetini taklide çalıştığınız ve bir zamanlar “İkinci Vatanım” dediğiniz Amerika’da siyasetin erdemi, bunu gerektirmektedir. Elbette ki Türkiye, en az Amerika’daki kadar bir siyaset erdemi ister. Çünkü siyaset, bir takım kişilerin egolarını tatmin eden bir vasıta değildir. Aksi halde Türkiye,hiçbir zaman tam anlamıyla hür ve demokrat bir ülke olamaz.

Kaderinizin bir cilvesi olarak esen bir rüzgarla geldiniz ve devrinizi tamamladınız. Siyaseti de ülke idaresini de başaramadınız. Bu durum karşısında size düşen görev bellidir:

“Nehirler ters akar mı, akmaz mı?” tartışmasını bir kenara bırakarak özel hayatınıza dönmektir. Bu gerçek en önemli göreviniz olmalıdır. Hatta; sizi,en yüce makamlara getiren bu büyük millete karşı borcunuzdur.

Görüşlerim ve sözlerim hoşunuza gitmeyebilir. Yadırgamam. İddianız büyük olabilir. Size iddianızı ispat etme fırsatı da verebilirim. Bunun yöntemi de bellidir:

İstediğiniz televizyon kanalında sizinle Türkiye’nin meselelerini tartışmaya ve başarılarınızı ve başarısızlıklarınızı,her ferdin anlayacağı biçimde teşhir etmeye hazırım.

Saygılarımla.

Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: