13 Mayıs 2009 Çarşamba

Siyaset ve ahlâk

Sayın Süleyman SOYLU
Demokrat Parti Genelbaşkanı
Ankara 6 Mayıs 2009


SAYIN GENEL BAŞKAN;

6 Mayıs 2009 akşamı Kanal-a televizyonundaki söyleşinizi dikkatle dinledim.

Eğer Türkiye’nin SİYASÎ TARİHİNİ iyi bilseydiniz; ERGENEKON ve DARBECİ ifadelerini yerinde kullanmış olurdunuz.

1961 yılında kurulan ADÂLET PARTİSİ’nin ve 12 Eylül 1980 İhtilâli’nden sonra kurulan DOĞRU YOL PARTİSİ’nin kurucuları ve mensupları arasında DARBECİ veya KURAL DIŞI olaylara bulaşmış tek bir kişi dahî yoktur.

Evet;Türkiye, Şubat 1955 tarihinden itibaren bunalımlara ve kural dışı olaylara maruz kalmıştır. Ama; bu olayları iç siyasete bağlamak, bunalımların özünü anlamamak demektir.

Türkiye’yi 1960 darbesine götüren karmaşık olayların ilk basamağı, 1955 Şubat ayında kurulan BAĞDAT PAKTI’dır.

12 Mart 1971 müdahalesine sebep olan olayların ilk basamağı, Süleyman DEMİREL’in 1967 Şubat ayında SOVYETLER BİRLİĞİ ile yapmış olduğu ve 7 büyük projeyi kapsayan EKONOMİK ve TEKNİK İŞBİRLİĞİ ANLAŞMASI’dır.

Ülkeyi 12 Eylül 1980 İhtilâli’ne götüren karmaşık olayların ilk basamağı, Süleyman DEMİREL’in 12 Aralık 1976 tarihinde SOVYETLER BİRLİĞİ ile yaptığı ve 20 büyük projeyi kapsayan ikinci EKONOMİK ve TEKNİK İŞBİRLİĞİ anlaşmasıdır.

Dikkatli bir araştırma ve inceleme yapılırsa; Türkiye’nin 1967, Şubat ayından sonra karıştırılmaya başlandığı, sokak hareketlerinin yaygınlaştırıldığı, terörün tırmandırıldığı görülür. Aynı durum, 1977 başından itibaren de söz konusudur.

14 Ekim 1979 tarihinde yapılan milletvekilliği ara seçimleriyle, Cumhuriyet Senatosu üçtebir yenileme seçimleri, ADALET PARTİSİ’nin tekrar tek başına iktidara geleceğinin işaretini verince; Türkiye üzerinde hedef güden KÜRESEL GÜÇLER, düğmeye basmıştır.

Teferruata girmeyeceğim. Çünkü, gereken analizler, mektup satırlarına sığmaz.

Şayet siz;

Orhan Erkanlı’nın “ANILAR, SORUNLAR, SORUMLULAR”,
Hüseyin Demirel’in “12 MART’ın İÇYÜZÜ”,
S. Yüksel Cebeci’nin “SİLÂHLARIN GÖLGESİNDE DEMİREL”,
Ekrem Ceyhun’un “KALKINAN TÜRKİYE”,
Süleyman Demirel’in “ADÂLET PARTİSİ ve 1971 BUHRANI”,
Mehmet Altan’ın “DARBELERİN EKONOMİSİ”,
Hasan Cemal’in “KİMSE KIZMASIN, KENDİMİ YAZDIM”,
Süleyman Demirel’in “DEVRAN” ,
Hüsnü Akıncı’nın “HÜSNÜ AKINCI’DAN TANSU ÇİLLER’E MEKTUPLAR” adlı kitaplarını okumuş olsaydınız; bugeceki programda, sarf edilmemesi gereken sözleri söylemezdiniz.

Sayın BAŞKAN;

Gerek Demokrat Parti, ve gerekse Adâlet Partisi ile bu partilerin devamı olan DOĞRU YOL PARTİSİ, zıt mizaçları bir mefkûre etrafında toplayan ve bütün milleti kucaklayan büyük bir KİTLE PARTİLERİYDİ. Merkez sağ ifadesi dahî yanlıştır. Zira; bu partiler, tam anlamıyla memleketin çimentosu konumundaydılar.

12 Eylül 1980 İhtilâli’nden sonra kurulan DOĞRU YOL PARTİSİ, her türlü baskıya, siyaset yasaklarına ve büyük imkânsızlıklara rağmen; Süleyman Demirel’in azmi, gayreti ve gerçek anlamdaki liderliği sayesinde her türlü engeli aşmış ve 1991 seçimlerinde yüzde 27,75 oy oranıyla birinci parti olarak tekrar iktidara gelmiştir.

Ne acıdır ki: 1993 yılında Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı seçilince, Doğru Yol Partisi Genelbaşkanı seçilerek Başbakan olan fırsatçı siyasetçi TANSU ÇİLLER, bu köklü partiyi DEMİRELCİLER ve ÇİLLERCİLER diye tasnife tabi tutarak zaafa uğratmış ve partinin büyük misyonunu ortadan kaldırmıştır.
İnsan karakterinin SÜFLÎ yönlerini istismarda inanılmaz başarılar sağlayan Çiller, gerçek anlamda partiye gönül veren insanları tasfiye ederek, geniş halk kitlelerini gücendirmiş ve en sonunda bu büyük partiyi, 2002 seçimlerinde barajın altına gömmüştür.

Çok acıdır:

Tansu ÇİLLER, genelbaşkan seçildiğinin akşamı Gölbaşı’nda, aralarında oğlumun da bulunduğu gençlere “Demirel, bakanlığım sırasında bana çok çektirdi. Şimdi intikam alma sırası bana gelmiştir.” Sözünü söylemiştir.

Bu gece yayınlanan programda, Tansu Çiller’in desteğiyle genelbaşkan seçildiğinizi söylediniz. Belli ki; delegelere hâlâ Tansu Çiller hakimdir. Bu hakimiyetin, bu kongrede ne derece etkili olacağı bilinmemektedir. Bilinen gerçek ise; sözlerinizin, tabanı oluşturan gerçek anlamdaki partilileri gücendireceğidir. Zira;

Darbelere karşı direnerek mücadele veren ve gerçek anlamda demokrasiyi savunan; bunları yaparken de, kurumları yıpratıcı faaliyetlerde bulunmayan insanları, DARBECİ olarak nitelemeniz; aklın, mantığın ve ilmin kabul edebileceği bir husus değildir. Eğer; Tansu Çiller’e hayranlığınız ve güveniniz sebebiyle yola çıkıyorsanız; belki delegeleri yanınızda bulabilirsiniz. Ama, geniş halk kitlelerini yanınızda bulamazsınız.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Eki: Rauf Tamer’e yazdığım 22 Kasım 1999 tarihli mektubum.

Sayın Rauf Tamer,
Sabah Gazetesi Yazarı
İstanbul 22 Kasım 1999


22 Kasım 1999 tarihli ve “Revizyon” başlığını taşıyan yazınızı okuyunca; fikren, tarihin derinliklerine doğru seyahate çıktım.

Bilinen, bildiğiniz ve herkesin bildiği gerçek şudur:

Debdebeli, tantanalı bir saltanat,
Göz kamaştırıcı bir servet,
Kuvvetli bir ordu,

Bunlar yetmiyormuş gibi etrafında, “Sen bizim Rabbimizsin!” diye tapan ve huzurunda eğilip bükülen bir sürü insan; FİRAVUNU, firavun yapmıştır.

Nerede ve ne zaman olursa olsun; tarihin, asla ve asla tekzip edemediği gerçek şudur:

Firavun’u yaratan ortam varoldukça, Firavun özentileri daima, toplumların başına musallat olmuştur.

Lütfen; bu gerçekler tahtında düşününüz ve kendi vücut ikliminizde bulunan; sessiz- sözsüz, bizsiz-sizsiz konuşan; “sus” dendiği zaman susmayan ve adına VİCDAN denilen manevi varlığınıza sorunuz:

Hiç kitap yazmadan profesör,
Hiç ticaret yapmadan trilyoner ve hatta katrilyoner,
Hiç siyaset yapmadan Genel Başkan ve Başbakan olabilmenin yolunu bulan; insan karakterinin en süflî yönlerini istismarda inanılmaz başarılar kazanan; müthiş drama yeteneği sayesinde yalanları ile ünlenen kişi etrafında birleşmek, bu ülkeye ve bu millete ne gibi bir fayda sağlayacaktır?

Fiilen siyaset yapanları bir tarafa bırakınız; böyle bir çağırı,
ANA KAİDELERE ve ANA BELGELERE göre işleyen bir DEVLET ve işleyen bir REJİM arayan; REJİME ve DEVLETE sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU taşıyan; çaresiz ve iradesine ipotek konmuş vatandaşların gönüllerini rencide edip, kalplerini kırmaz mı?

Göstermelik bir kongre, kişisel çıkar ve ihtiraslara dayalı aşikâr bir gayretin varlığının reddine yetmez ve bu fiili durum, geçmişte yaşananlarla da izah edilemez. Zira;

Demokrasilerin “ŞAHDAMARI” olarak kabul edilen seçimler; HÜR, ÂDİL ve eşit şartlarda yapıldığı zaman bir kıymet ifade eder.

HİLE, ENTRİKA ve GASP ETME arzusuna dayalı seçimler; hiçbir yerde ve hiçbir zaman, Demokrasilerin ŞAHDAMARI işlevini görememiştir. Bu tarz seçimler; daima, halkı dışlayan DİKTATÖR ÖZENTİSİ liderler yetiştirmiştir.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: