20 Kasım 2008 Perşembe

Yabancılaşan ilâç ve sağlık

TÜRKİYE’DE SAĞLIK VE İLÂÇ SEKTÖRÜNÜN
SORUNLARI
20 Kasım 2008


Bilineni ilân etmeye lüzum yoktur. Türkiye’de sağlık hizmetleri çökmüştür. İlâç sektörümüz de yabancılaşmıştır Bunun, inkâr edilemez en önemli göstergesi de, bütçeden sağlık hizmetleri için ayrılan paydır. Bütçeden ayırabildiğimiz pay, yüzde 5.3’tür. (12 Milyar ytl.) Dikkatlerinize arz ediyorum:

Sağlık hizmetleri için bütçesinden ancak yüzde 5.3 pay ayırabilen Türkiye, faiz ödemeleri için yüzde 25.2 oranında pay ayırmaktadır (56 milyar YTL.) .(2008 Bütçesi)

1980’de başlayan ve 1989 yılında Berlin Duvarının yıkılmasından sonra bütün dünyada yaygınlaşan “Serbest Piyasa Ekonomisi” modasından Türkiye de etkilenmiş ve “Sosyal Devlet İlkesi” terk edilmiştir.

1980’den itibaren de Devlet, sağlık alanındaki yatırımları durdurmuş veya en alt düzeye indirmiştir. Artan nüfusa göre sağlık altyapı yatırımları yapılmamıştır. Başta üniversite hastanelerimiz olmak üzere yeni hastaneler kurulmamış, mevcut hastanelerin dahi, teknoloji donanımları ihmâl edilmiştir. Personel ve doktor ihtiyâçları temin edilememiştir.

Bugün dünyada petrol ve silâhtan sonra en fazla kâr sağlayan sektör tedavi ve ilâç sektörleri olmuştur. Bu sebepten dolayı büyük sermaye, bu sektörleri de eline geçirmiştir. Bu akım, ülkemizde de yaygınlaşmış ve büyük sermaye, yabancı ortaklıklarla tedavi alanına girmiş ve devlet hastaneleriyle küçük çaptaki özel tedavi kurumları tasfiyeye tâbi tutulacaktır. Kişisel muayenehaneler ve küçük çaptaki tanı merkezleri, klinikler ortadan kaldırılacaktır. Yeni yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Kanunu’na göre yapılan düzenlemeler, iştirak paylarının yüksekliği sebebiyle, Sosyal Güvenlik kapsamındaki vatandaşlarımız için çare olamayacaktır. Yani; “Paran yoksa öl!” anlayışı, vatandaşlarımızı bir hayli üzecektir.

28 yıldan beri ülkeyi yönetenler, DEVLETİ, bir ticarethane olarak işletmeyi tercih etmişler ve Devletin, bir sosyal kurum olduğunu akıllarına dahî getirmemişlerdir. “Geçerli ticarî kuralları uyguluyoruz.”diye, vatandaşlarımızı zora sokmuşlardır.

Bu çarpıklıklara ait verilecek örnekler çoktur. Zaman darlığı sebebiyle örneklere giremiyorum. Bu hususta hangi noktada olduğumuzu belirtmek için Bazı ülkelerin sosyal güvenlik harcamalarına millî gelirlerinden ayırdıkları payları belirtmekle yetineceğim:
İsveç Yüzde 38,
Danimarka Yüzde 29.5
Almanya Yüzde 24.7
Avusturya Yüzde 24.5
Kanada Yüzde 21.7
Bulgaristan Yüzde 19.8
Uruguay Yüzde 14.8
ABD Yüzde 10.5
TÜRKİYE Yüzde 4.9
Tunus Yüzde 4.1 (Dünya Bankası Raporundan)

Ne acıdır ki; faiz ödemelerini görmezden gelen iktidarlar, sosyal Güvenlik harcamalarımızı, ekonomimizi batıran “KARADELİK” olarak ilân etmişlerdir. Herkesi düşündürmelidir: 1988’den bugüne kadar geçen 20 yıllık süre zarfında Devlet, 500 milyar dolar iç ve dış borç faizi ödemiştir.


İlâç konusu ise, düşündürücüdür. Bu hususta da Türkiye, gereken atılımı yapamamıştır veya kasten yaptırılmamıştır. Bu sebepten dolayı yerli ilâç sanayimiz gelişmemiş ve Türkiye, 70 milyonu aşan nüfusu ile, yabancıların pazarı haline gelmiştir.

İlâç konusunda millî bir hedef ve politika belirlenmemiştir. Sağlık Bakanlığı, ilâç konusuna yeteri kadar önem vermemiştir ve sâdece fiyat politikalarıyla ilgilenmiştir. Bu ilgisizlik ve politikasızlık sebebiyle yerli ilâç sanayimiz gelişememiş ve dışa bağımlılık azalacağına giderek artmıştır.
İlâç İşverenleri Sendikası verilerine göre:

1988’de ilâç ihracatının ithalâtı karşılama oranı yüzde 22 iken, bu oran 2000 yılında, yüzde 9’a gerilemiştir.
Mamûl ilâç ithalâtı 1988 yılında 45 milyon dolarken, 2000 yılında 685 milyon dolara yükselmiştir.
Toplam olarak; 1988 yılında 293 milyon tutarında olan hammadde ve mamûl ilâç ithalâtı, 2000 yılında, 1 milyar 510 milyon dolara yükselmiştir.
İlâç hammaddesi üretimimiz 1995 yılında 12 bin 600 ton iken, 2000 yılında 4 bin 980 tona düşmüştür.

Bugünkü rakamları bilemiyorum. Ama; çok daha vahim ve üzücü olduğunu zannediyorum. Zira; 2005 yılında patent düzenlemesi yürürlüğe girmiştir. Bu düzenlemeyle, Türk ilâç sanayii, daha da zora düşecek ve belki de tamamen yabancıların eline geçecektir. Büyük ilâç firmalarımız, giderek yabancı tekellerin pazarlama şubesi gibi çalışmaya mahkûm olacaklardır.

Küresel kıskaç, Türkiye’yi, ilâç tekellerinin en önemli pazarlarından biri haline getirirken; millî ilâç sanayimiz, giderek yok olmaktadır.
Sağlık Bakanlığı ile Sosyal Güvenlik Bakanlığı, soruna, köklü çözüm arayacaklarına; eczane kâr hadleri ve iskontolarıyla oynayarak çözüm üretmeye çalışmaktadır. İlâç fiyatları gerçekçi maliyet ve kâr hesaplarına göre düzenlenmediği için, devletin ödediği fatura yükselmektedir. SSK’nın ilâç üretiminden çekilmesinin ve SSK eczanelerinin kapatılmasının dahî bir hesaba dayandığını düşünmekteyim.
Herkesin bildiği gerçektir:
SSK eczaneleri kapatılmazdan evvel SSK, ihtiyacı olan ilâçları ihale ile alıyordu. Bu alımlar, yüzde 80’lere varan iskontolarla yapılıyordu. Yeni uygulama yürürlüğe girdikten sonra devletin alımları, yüzde 10 iskontolarla yapılmaktadır. Hem de, bu iskontonun yükü, eczanelerin sırtına yüklenmiştir. Aslında ülkemizde kişi başına düşen ilâç tüketimi, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere göre çok azdır. OECD ülkelerinde kişi başı ilâç tüketimi 287.7 dolardır. Ülkemizde ise, 40 dolardır.

Eczanelerin durumu ise içler acısıdır. Kâr hadleri düşüktür. Pahalı ilâçlarda kâr hadleri iyice düşürülmüştür. Âdetâ, eczanelerin tasfiyeleri düşünülmektedir. Büyük sermaye, eczanelerin kârına da göz dikmiştir. Hedef, bellidir: İlâç üreticileriyle, ilâç dağıtımında kartel oluşturan depoların; makro zincir eczaneler kurdurtup, eczanelerin yüzde 80’ini tasfiye etmek ve kâr paylarını büyütmektir. Bu uygulama Almanya’da başlamıştır. Kimse “Olmaz” demesin ve olduktan sonra da şaşırmasın!

Bilinenleri konuşmak, çözüm için çare değildir. Çare; niçin bu hale düştüğümüzü sorgulamaktadır ve genel durumumuzla ilgilidir. Genel durumumuz da bellidir:

Her alanda olduğu gibi; tedavi ve ilâçta da, ilimlere mevzu, sanatlara model veren bir atılım gerçekleştiremedik. Bunun sebebini de, eğitimde ve AR-GE çalışmalarında aramak lâzımdır. Vereceğim örnek, maksadımı anlatmaya yeterli olacaktır.

Bütçeden eğitime ayırabildiğim pay, yüzde 12.9’dur.(28,7 milyar YTL.). (2008 Bütçesi). Millî gelirden ayrılan pay yüzde 3 oranındadır.
20 milyon öğrencisi olan Türkiye, eğitim hizmetleri için 28,7 milyar YTL ayırabilirken; 2,5 milyon öğrencisi olan Hollanda, eğitim hizmetleri için 53 milyar YTL. ayırmaktadır.
Atina’da sınıflar 22 kişiliktir ve tam gün eğitim verilmektedir. İstanbul’da sınıflar ortalama 49 kişiliktir ve ikili öğretim verilmektedir.

AR-GE çalışmaları için bazı ülkelerin kişi başına düşen harcamalarına bakacak olursak durum daha iyi anlaşılır:

İsviçre 1.143
İsveç 992
Japonya 970
ABD 843
Finlandiya 715
Almanya 607
İrlanda 248
Kore 174
Çek Cumhuriyetleri 69
Portekiz 66
Yunanistan 42
TÜRKİYE 13.dolar harcama yapmaktadır. (Dünya Bankası Raporundan)

Tabii ki; bu harcamaların tamamını devletler yapmıyor. Bu araştırmalar, Üniversite- sanayi işbirliği ile yapılmaktadır. Maalesef bizim sanayicilerimiz bilimsel araştırmalara yönelmemişler ve üniversitelerimizle işbirliğine girmemişlerdir. Öyle zannediyorum ki; bugün yabancıların eline geçen veya geçme noktasına gelen ilâç fabrikalarımızın bilimsel araştırma için yaptıkları harcamaları, tanıtım ve promosyon faaliyetlerine harcadıkları paralardan çok çok azdır. Merak edenlere bir sorum vardır:

Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş spor kulüpleri, ülkemizin büyük kulüpleridir ve bütçeleri de bilinmektedir:
Acaba, ülkemizdeki hangi üniversitelerimizin bütçeleri, bu kulüplerimizin bütçelerinden büyüktür? Araştırmaya değer bir konudur. Akademisyenlerimizin yapacağı bir çalışma, niçin bu halde olduğumuzu açığa çıkaracaktır. Çin atasözü bilinmektedir:
Bir yıllık yatırım düşünüyorsan, pirinç ek. On yıllık yatırım düşünüyorsan, ağaç dik. Yüz yıllık yatırım düşünüyorsan, insana yatırım yap.”

Büyük Atatürk, boşuna söylememiştir:

“Üretmeden, çalışmadan, yorulmadan ve öğrenmeden kolay yaşamayı itiyat (alışkanlık) haline getiren milletler; evvelâ haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklâllerini kaybetmeye mahkûm olurlar!”
İlâç ve sağlık konularına da emsal teşkil edeceği için önemli bir hususu belirtmek istiyorum;

Avrupa’da Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip Türkiye’nin, kendi kendindi besleyememesi, gıda maddeleri ithal etmesi ve Yunanistan’dan pamuk satın alması, düşünmesini bilen herkesin dikkatini çekmelidir.

Bir millet, bir ülke her alanda, ya topyekün yükselir veya topyekün çöker.


Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: