22 Nisan 2010 Perşembe

Haangi demokrasi ve kimin için demokrasi!

Sayın Cemil ÇİÇEK
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 22 Nisan 2010


Sayın BAKAN;


21 Nisan 2010 gecesi TBMM’nde Anayasa değişikliği müzakerelerinde, 8.ci madde görüşülürken Hükümet adına yaptığınız konuşmanızın bir bölümünde;

“Ülkemizde, demokrasi kurumlaşmamıştır.” ifadesini kullanınca, gerçekten çok şaşırdım. Zîra; demokrasimizin kurumlaşmamış olmasında, önce VATANDAŞ, sonra Yozgat Milletvekili, daha sonra da Bakan ve Başbakan Yardımcısı olan Cemil Çiçek’in de büyük rolü olduğunu düşündüm.
Herkes düşünmelidir ve olup bitenleri aklın, mantığın, ilmin, vicdanın ve ahlâkın tahtında irdelemelidir:


1- Antidemokratik olduğu iddia edilen 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra, Meclis’in HÜR İRDADESİNİ tecellî ettirecek bir İÇTÜZÜK düzenlemesinin yapılmadığı görülmektedir.


2- Meclis müzakereleri, iktidar partisinin dayatmalarına göre yürütülerek şekillendirilmektedir.


3- Muhalefet partilerinin teklif ve önerileri dikkate alınmadığı için, muhalefet partilerinin verdiği önergeler, “Kabul edenler, kabul etmeyenler” şeklindeki mutat oylamalarla daima reddedilmektedir.


4- En önemli ve hayatî konularda dahî, Parti grupları adına kürsüye çıkan milletvekillerine 20 veya 10 dakika; kişisel görüşlerini belirtmek isteyen sınırlı sayıdaki milletvekillerine 10 dakika zaman ayrılmaktadır.


5- Bilhassa tek başına iktidara gelen partiler, KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİNE sadık kalmayarak, TBMM’ni tam anlamıyla baskı altında tutmaktadırlar. Bu durumda Başbakanlar, temsili demokrasiyi unutarak, tam anlamıyla Anayasamızda yazılı olmayan BAŞKANLIK otoritesini kullanmaktadırlar.


6- Anayasamızda yazılı olan “Millî İrade” kavramı, Meclis’te sayı üstünlüğü olan iktidar partisinin istek, dayatma ve baskısına tabî bir kavram haline dönüştürülmektedir.


7- 1982 Anayasası’yla uzaktan yakından bir ilgisi olmayan SİYASÎ PARTİLER VE SEÇİM KANUNLARI, milleti sistemin dışına iterek ikinci seçmen konumuna düşürmüş ve siyasî parti liderlerini, Millî İrade hususunda ilk ve son söz sahibi yapmıştır.


Bu durum karşısında; ülkemizdeki demokrasinin kurumlaşması mümkün olur muydu veya mümkün olabilir mi? Basit bir örnek:


Referandum süresini kısaltan kanun maddesi ile ilgili olarak 8 Ocak 2010 tarihinde Radikal Gazetesi yazarı Murat Yetkin’e verdiğiniz demeçte, şu sözleri söylemiştiniz:


“Hak ve özgürlükler konusunda REFERANDUM olmaz. Bu konularda zaten referandum düşünmeyiz. ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ konusu, şu an gündemimizde yoktur. Anayasa değişikliğini ÇOK ARZU ETMEMİZE rağmen, REEL POLİTİKA ve MECLİS ARİTMETİĞİ, buna izin vermiyor. Halen, 336 milletvekilimiz var. CHP, şu anda hiçbir Anayasa değişikliğine yanaşmıyor. MHP’de,” CHP’yi ikna edin, öyle gelin” diyor. 330-367 arası oy, REFERANDUMU gerektiriyor. Anayasa değişikliği, SAYISAL DEĞİL, GENİŞ UZLAŞMA İŞİDİR. Biz bunu, Meclis’te yapacağız, GENİŞ MUTABAKATLA yapacağız. Şu an itibariyle, biz bu yasa değişikliği teklifini yaparken; arkasından da, “ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ GETİRELİM” diye, KENDİ ARAMIZDA BİR KONUŞMA YAPMIŞ DEĞİLİZ. İstemediğimizden değil, KOŞULLAR uygun olmadığından.”

Şimdi; merak edilir:


Ne değişti de, bu demeci verdikten 2 ay sonra ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ, birden bire Türkiye’nin GÜNDEMİNE geliverdi?
Yoksa siz; Yozgat Milletvekili, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak, yapılan çalışmalardan haberdar değil miydiniz?


Kamuoyuna sunulan Anayasa değişikliği taslağı, iki ay gibi kısa bir zaman zarfında hazırlanamayacağına göre; bu taslak, bilginiz tahtında hazırlanmışsa, Murat Yetkin’e o demeci niçin verdiniz?


Bu soruların düzgün bir cevabını veremezseniz, kamuoyu üzülür ve günün birinde zorda kalırsınız.


Sayın BAKAN;


8 yıllık iktidarınız döneminde “Seçilmiş ve atanmışlar” ifadesini o kadar çok kullandınız ki; devletin işletiliş biçiminde vatandaşlarımız, parti aidiyetlerine göre bölündüler ve birbirleriyle zıtlaştılar. Devletin kurumları, organları ve kuruluşları dahî ahengini kaybetti ve devletin çarkı, siyasî iradenin istek, çıkar ve baskılarına göre işletilir hale geldi.


Ne yazık ki; yürürlükteki demokrasi modelinde SEÇİLMİŞLERİ de, liderler atadı. Liderlere teslimiyet, milletin iradesi olarak benimsendi. “Düşünen kafalara zararlı fikirler üşüşür/ Büyüklerimiz, her şeyi bizden daha iyi düşünür.” anlayış ve kabullenişi, Türkiye’yi, gerçek hedeflerinden uzaklaştırdı.


İşte; Türkiye’nin gerçek derdi, sıkıntısı ve açmazı, bu gerçekte gizlidir. Bu çarpıklık düzeltilmediği ve halk sisteme dâhil edilmediği sürece Türkiye’nin de, Türk milletinin de yüzü gülmeyecektir. Kusuru, 1982 Anayasası’nda aramak nafile bir gayrettir ve beyhude bir zaman kaybıdır.


Bu görüşlerime bir itirazınız olacaksa; kendinize, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan beni aday göstermeseydi; acaba bugün, Meclis’te bulunabilir miydim ve bakan olabilir miydim?” sorusunu sorup, düzgün bir cevabını verebilmelisiniz.


Bugün Türkiye, hem siyaseten ve hem de iktisaden gayet zordadır ve millet, dertlerine çare aramaktadır. Herkes, taşıdığı İRADE ve HÜRRİYET SIFATLARINI milletin, devletin ve ülkenin DİRLİK VE DÜZENLİĞİ için kullanmak zorundadır. Zîra; makamlar, mevkiler, rütbeler, kişilerin İSTİRAHAT yeri değil, milletin DAYANAĞIDIR.


Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: