Sayın İhsan DAĞI
Zaman Gazetesi Yazarı
İstanbul 23 Nisan 2010
Sayın DAĞI;
23 Nisan 2010 tarihli ve “Rezaletin son perdesi” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Hedefi, niyeti, misyonu ve dış bağlantıları kamuoyu tarafından iyi bilinmeyen ve Türk basın hayatına tepeden inen TARAF GAZETESİ’NİN; iftira, itham, dedikodu ve tutarsız isnatlarına dayalı haber ve iddialarını doğru kabul ederek, devamlı surette Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne ve Yüksek Yargı’ya, akıl almaz bir şekilde saldırmanıza anlam vermek, gerçekten güçtür. Bugünkü yazınızda da haddinizi ve terbiye sınırlarını aşarak;
“Bu askerlerin kırdığı ceviz, kırkı aştı. Şimdi de okulları ve öğrencileri fişledikleri ortaya çıktı. Fişlemeyi yapanlar da, Millî Güvenlik dersine giren asker öğretmenler. Halkın askeri mi bunlar, Truva atı mı okullarımıza sızan? Öğrencileri hakkında bilgi toplayan, onların nasıl giyindiğini, ne olduğunu, neye inandığını başkalarına ispiyonlayan bir öğretmen düşünemiyorum. Bu işi yapanlar, açıkça öğretmenlik mesleğini kirletmişlerdir. Sorunun temelinde, yine, TSK’nın üzerine vazife olmayan işleri yapma merakı var. İşini, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı hazırlık yapmak olarak tanımlayacağına, hep kendi halkına karşı hazırlıklar peşinde koşan bir ordu var karşımızda!” ifadeleriyle kendi aklınızca, emredilen bir görevi yerine getirmeye çalışmışsınız ve farkında olmadan PKK’nın paralelinde hareket etmişsiniz.
Merak ediyorum:
Siz kimsiniz ve ne iş yaparsınız? Ülkenin çözüm bekleyen onlarca sorunu varken, suç unsuru taşıyan ifadelerle Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne cephe almanızın ve orduyu yıpratıcı hareketlerde bulunmanızın, bizlerce bilinmeyen veya bilinmesini istemediğiniz bir sebebi mi vardır? Vatanî bir gerekçeye ve hizmet arzusuna dayanmadığı kesin olan bu hareketlerinizle, geniş halk kitleleri arasında gerginlik yarattığınızı ve fitnelere sebep olabileceğini düşünemeyecek derecede tarih, coğrafya bilgisinden yoksun ve dünya siyasetinden habersiz misiniz? Yoksa siz; salaklıkla, hainlik arasında sigara kâğıdı inceliğinde bir farkın olduğunu anlayamayacak kadar basiretsiz misiniz? Aydın geçinen ve kitlelere fikir aşılama imkânlarına sahip olan bir kişi, kendi ordusuna bu denli düşmanlık yapabilir mi?
Asker; milletin kalesi, memleketin şerefi ve asayişin vasıtasıdır. Millet, ancak askerler sayesinde ayakta durabilir. Bu gerçek bilinirken; birkaç yıldan beri ve aidiyetleri iyi bilinen medya mensuplarıyla kol kola girerek, bir yerden emir almışçasına, orduyu ve askerleri hedef seçmenizin, bizlerce bilinmeyen bir hedefi olması muhakkaktır. Bu hedefi, mertçe açıklasanız, daha dürüst davranmış olmaz mısınız? Bu hususta; TBMM kürsüsünde, ordu karşıtlığını açık bir şekilde ifade eden BDP’nin sözcüleri kadar cesur olamıyor musunuz?
Sayın DAĞI;
Bulunduğumuz coğrafyanın önemi ve özellikleri sebebiyle Türkiye, her zaman için iç ve dış odakların husumetlerine maruz kalmıştır, kalmaktadır ve bundan sonra da kalacaktır. Bu sebeple;
Türkiye’yi ve Türk milletini iyi tanıyanlar, tarih ve coğrafya bilenler, dünya siyasî tarihini irdelemesini başaranlar ve dünya coğrafyasında Türkiye’nin konumunun önemini anlayanlar; TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ’Nİ küçük düşürücü, yıpratıcı ve tahrik edici hareketlerin mihraklarını da gayet iyi görürüler. Zîra; bugüne kadar ülkemizde meydana gelen kural dışı olaylar, terör ve anarşi hareketleri, daima dış kaynaklı olarak sahnelenmiştir. Bugün oynanmak istenen oyun da dış kaynaklıdır. ABD, İngiltere ve İsrail’in, Türkiye’yi rahat bırakacaklarını görmemek veya görememek, en azından büyük bir gaflettir. Başkalarının hedeflerini, projelerini ve çıkarlarını etkisiz hale getirmek, ancak ve ancak birlik ve beraberliğimizi korumakla; sulh, sükûn, huzur ve güven ortamını sağlamakla mümkün olur. Aksi halde; fitne, fesat, düşmanlık, gaflet ve ihanet, ülkemizin de, milletimizin de ufkunu karartır ve dirlik ve düzenliğimizi bozar. Tarih, bu duruma düşmüş veya düşürülmüş milletlerin acı sonlarını belgeleyen ibret levhalarıyla doludur.
Dünya coğrafyasında stratejik önemi ve konumu olan her ülke, iç ve dış tehditlerin baskısı altında yaşamak zorunda kalmıştır. Bir ülkenin hem iç ve hem de dış düşmanlarının olması, tarihin bir gerçeğidir. Şayet öyle olmasaydı; meşhur Romalı Senatör Marcus Tullius Çiçero’nun şu ibret verici sözleri, tarihin sayfalarında yer almazdı. İşte; Çiçero’nun muhteşem sözleri:
“Bir millet, kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir. Fakat; içersindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi, imkânsızdır. Sınırları zorlayan düşman, silâh ve alemlerini (bayrakları) açıkta taşıdığı için, daha az tehlikelidir. Fakat bir hain, hain gibi görünmez; kurbanları ile aynı aksanda konuşur, onların çehresine bürünür ve onların argümanlarını kullanarak, milletin yapısına nüfuz eder; bütün kapılardan serbestçe geçer; sesi, en üst düzey hükümet koridorlarında duyulur; milletin ruhunu çürütür; politik yapıya her türlü hastalığı bulaştırarak, milletin hayat gücünü elinden alır. Bir katil, daha az zararlı, tehlikeli ve korkuludur.”
Bu sebeple; yazarken, yapacağınız ve yaptığınız işin sonunu düşünmek zorundasınız. Yanlış istikamette bilgilendireceğiniz insanların ve yanlış istikamete sevk ettiğiniz kamuoyunun vebalini taşırsınız ve Allah’ın indinde bunun hesabını vermek zorunda kalırsınız. Batılı, HAK şeklinde göstermeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Zîra; tefrikaya sebep olabilecek beyan, fikir ve görüşler, bütün milletlerin hayat damarlarını kurutmuştur. Allah, Kur’an’ı Kerim’de Enfal suresinin 46. ayetinde bu gerçeği, gayet açık bir şekilde beyan etmiştir. İşte meali:
“Tefrikalar, ihtilâflar, kavgalar içinde çalkalanan; fertleri, birbiriyle boğuşan milletler, harice karşı mevcudiyetlerini muhafaza edemezler.”
Bugün Türkiye’nin ve Türk milletinin zorda olduğu, bunaldığı, çaresizleştiği kesindir. Başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz ve altyapı tesislerimiz, perakende ticaretimiz yabancıların eline geçmiştir. Yani; Türkiye, önemli ölçüde iktisadî bağımsızlığını kaybetmiştir; hem devletimiz ve hem de insanlarımız ağır bir borç batağına saplanmıştır ve Türkiye, kendini besleyemez duruma düşmüştür. Bu gerçekler ortadayken; bu hususlara değinmeyerek, devamlı surette askerleri konu etmenizin tutarlı tarafı yoktur ve bunun kimseye faydası da olmaz. Unutmayınız:
Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mes’uliyetine ortak sayılır. Gerçek bir yazar, siyasî amaçlı yazılar yazarak halkı aldatamaz. Siyasî mensubiyetine binaen halkı aldatanlar, kendilerine ihanet etmiş olurlar.
Yazınız okudum ve cevap yazdım. Şimdi sıra sizdedir. Vereceğiniz cevabı merak ediyorum.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
24 Nisan 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder