6 Nisan 2010 Salı

Halkı yanıltmak ahlâka, vicdana sığmaz!

Sayın Taha AKYOL
Milliyet Gazetesi Yazarı
İstanbul 6 Nisan 2010


Sayın AKYOL;


6 Nisan 2010 tarihli ve “Yine yargı sorunu” başlığını taşıyan yazınızı okudum.


Her şeyi bilen, önemli mevkilerdeki kişilere görüş bildiren bir kişi görüntüsü vermeniz sebebiyle bu yorumunuza katılmak mümkün değildir. Zaten; yazınızın bir bölümünde söylediğiniz;


“Elbette yargının birinci sorunu, hemen bütün meselelerde olduğu gibi “KALİTE “ sorunudur. Onun için Yargıtay, haklı olarak HUKUK ÖĞRENİMİNİN 5 yıla çıkartılmasını istiyor. Ama yargıdaki çok vahim bir sorun da belli siyasî konularda, “AKEM” gibi değil, bir tarafın “BEKÇİSİ” gibi hareket etmektedir.Evet, bu görevi Atatürk vermiştir ama, o zaman “KUVVETLER BİRLİĞİ” ilkesi geçerliydi, “PARTİ DEVLETİ”ydi Türkiye, rejim yeni kuruluyordu.


Türkiye 1950’de DEMOKRASİYE geçti. Artık, “KUVVETLER BİRLİĞİ” suçtur. Avrupa standartlarını yakalamaya çalışıyoruz. Şehirleşme ve eğitim gibi dinamikler, “HAKKINI TALEP EDEN VATANDAŞ” tipini ortaya çıkarıyor. Aşık Veysel’in Ankara’ya girmesini kim yasaklayabilir?


Artık yargının “TARAFSIZ” olması, sâdece EVRENSEL ADÂLETİN değil, REJİMİN SAĞLIKLI İŞLEMESİ için de zarurîdir. HSYK, “KOOPTATİF ve KAPALI KAST” türü bir yapıya sahip olmayıp, “GENİŞ TABANLI” ve terkibinde “ÇEŞİTLİ” bir yapıya sahip olsaydı; hem bugünkü tartışmalara konu olmaz, GÜVENİLİRLİK ve İTİBARINI zedelemeden sürdürürdü… Hem ilk derece mahkemelerinin kararları ile HYSK atamaları arasında kimse, bağlantı kuşkusuna düşmezdi” sözlerinizle kendinizi tekzip etmiş duruma düşmüşsünüz.


İşte sebepleri:


1- Türkiye’nin bir yargı reformuna ihtiyacı olduğu kesindir. Ama; yapılmak istenen, Anayasa değişikliğinin uzaktan, yakından yargı reformu ile bir ilgisi yoktur.


Asıl yargı reformu, mahkemelerin fizikî mekânlarının yeterli hale getirilmesi, teknik donanımlarının mükemmelleştirmesi, hâkim ve savcıların yeterli sayıya ulaştırılması, personel eksikliklerinin giderilmesi ve de, beraberinde adâleti getiren kanunların yürürlüğe konmasıyla yapılabilir. Zîra;


Adâletin geçikmesi, tutukluluk hallerinin İNFAZA dönüşmesi, EVRENSEL HUKUK KURALLARINA aykırı olduğu gibi; İSLÂM HUKUKUNA da aykırıdır. Yazınızda değerlendirmesini yaptığınız özel yetkili savcı ve hâkimlerin yürüttükleri ve henüz daha mahiyetleri ve nasıl neticelenecekleri bilinmeyen davarlın seyri, gerçek hukuk kurallarına aykırı bir görüntü vermektedir.


2- Bugün, taraflı olmayan ve ilmiyle amel eden hiçbir hukukçu, ülkemizde “KUVVETLER AYRILIĞI” ilkesinin çalıştığını söyleyemez. Çünkü; YASAMA ORGANI, YASAMA VE DENETLEME görevini, HÜR İRADESİYLE yerine getirememektedir. Bilhassa; 12 Eylül’den sonra tek başına iktidara gelen siyasî iradeler, daha doğrusu Başbakanlar, Yasama Organı üzerinde baskı oluşturmuşlar ve DEVLETİ, bir PARTİ DEVLETİ haline getirebilme gayretine girmişlerdir. Başbakan’ın razı olmadığı hiçbir kanun yapılıp, yürürlüğe konamaz ve ciddî bir denetleme görevi yapılamaz. Meclis’te, muhalefet YOK FARZEDİLMEKTEDİR. Bu gerçeği, Meclis müzakerelerini izleyen herkes, gayet net bir şekilde görür.


3- Bugün, “12 Eylül antidemokratik Anayasası’ndan kurtulmak” bahanesiyle yapılmasına teşebbüs edilen Anayasa değişikliği, ANAYASA MAHKEMESİ ile HâKİMLER VE SAVCILAR YÜKSEK KURULU’NU yeniden yapılandırmayı hedef almıştır. 12 Eylül Anayasa’sı söylemleri, gerçeklerin üzerini örten bir bahanedir. Şayet; yapılmak istenen değişiklikte samimiyet varsa; HSYK’dan Adâlet Bakanı ile Adâlet Bakanı Müsteşarı’nın, Kurulun dışında bırakılması gerekir. Zîra; Adâlet Bakanı ile Müsteşarı, 1982 Anayasa’sıyla KURULUN TABBİ ve EN YETKİLİ üyeleri haline getirilmiştir. Kurul, Adâlet Bakanı Müsteşarı katılmadığı takdirde karar alamamaktadır. Burada çok ciddî bir hatırlatma yapmak istiyorum:


1991 seçimleri sonunda Demirel’in başkanlığında kurulan koalisyon Hükümeti, Adâlet Bakanı Müsteşarı Arif Yüksel’i, 18 ay görevinden alamamıştır. Üstelik; Müsteşar Arif Yüksel, “Beni bu makama Turgut Özal getirdi. Ben, emirleri ancak Turgut Özal’dan alırım” diyerek, hem hükümete ve hem de devlete meydan okumuştur. Arif Yüksel’in bu davranışına da, allâme-i cihan geçinen hiçbir hukukçu sesini çıkarmamıştır.


Bu gerçekler, 12 Eylül Anayasası bahanesini geçersiz kılmaz mı?


Sayın AKYOL;


Adâlet, taraflılığı kaldırmaz ve adâlet kavramı, siyasî amaçlı olarak değerlendirilemez. İnsanlık tarihi ispatlamıştır:


İnsanlık âlemi, adâlet sistemini iyi çalıştığı dönemlerde sulh, sükûn, huzur ve güven ortamına kavuşmuştur ve yüksek medeniyetler kurulmuştur. Adâletsiz hâkimiyetler, talaş alevi gibi geçici bir süre için parlamıştır ve kısa süre sonra arkasında kan, gözyaşı ve zulüm bırakarak çökmüştür. Bu gerçeği de en güzel Hz. Peygamberimiz, “BİR MİLLET İCABINDA KÜFÜRLE DEVAM EDEBİLİR. AMA, ZULÜMLE ASLA DEVAM EDEMEZ” sözleriyle bütün insanlık âlemine duyurmuştur. Bir örnek de, Kanunî Sultan Süleyman Zamanından:
Kanunî zamanında esir düşerek 5 yıllık kürek cezasına çarptırılan bir İspanyol denizci, Haliç Tersanesi’nde cezasını tamamlayarak İspanya’ya döndükten sonra, 5 cilt halindeki hatıralarını yayınlamıştır. Hatıratının bir bölümünde şu ifadeleri kullanmıştır:


“Osmanlı Devleti’nin kudret ve büyüklüğünü, haşmetini hiç kimse kılıç kuvvetinde aramamalıdır. O kudretin, o büyüklüğün ve o haşmetin tek sebebi, ADÂLET SİSTEMİNİN ÇOK İYİ ÇALIŞMIŞ OLMASIDIR. Beş yıl kaldığım İstanbul’da en uzun dâvâ 33 gün sürmüştür. Ki; bu nitelikteki bir dâvâ İspanya’da olsaydı; hiç şüphesiz, dededen toruna intikal ederdi”


Bir hukuk adamı olarak yapmanız gereken husus; siyasî iktidarların heveslerine bağlı birtakım istek ve düzenlemeleri konu edeceğinize, gerçek anlamda bir YARGI REFORMU yapılmasındaki mecburiyeti kamuoyunun bilgisine sunmanızdır. Anayasa Mahkemesi ile HSYK’da yapılacak değişikliklerin YARGI REFORMU İLE BİR İLGİSİNİN olmadığını herkese duyurmalısınız. Zîra; kahvehane üslûbunu andıran değerlendirmeleriniz, size büyük bir vebal yükler ve o vebalin altından kalkamazsınız.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: