14 Nisan 2010 Çarşamba

Teslimiyet mi, parti disiplini mi?

Sayın Fehmi KORU
Yenişafak Gazetesi Yazarı
İstanbul 14 Nisan 2010


Sayın KORU;


14 Nisan 2010 tarihli ve “İlkeli siyaset, istifayı mı gerektirir?” başlığını taşıyan yazınızı okudum.


AKP’den istifa eden Milletvekili Zekâi Özcan’ı konu ettiğiniz yazınızın bir bölümünde;


“İlk bakışta ‘ilkeli’ gelen bir duruş bu; muhtemelen istifasıyla sonuçlanan bu süreçte, milletvekilinin zihnini en fazla o sözcük işgâl etmiştir: ‘İlkelilik…’

Siyaset, genel kabullerin aksine, her öznesine ‘ilkeli olma’ hakkı tanımaz. Sonuçta; siyaset, toplu halde yapılan bir uğraştır ve Meclis’e giden yol, halktan yüklüce oy almayı gerektiren bir partiye mensubiyetten geçer. Parlâmenter demokrasilerde; ister sevelim, ister yerelim, ‘parti disiplini’ diye bir uygulama vardır; milletvekillerinin temel konularda, parti çizgisine uyması beklenir.” ifadelerini kullanmışsınız.


İşte; bu görüşünüze itirazım vardır ve sağlıklı akıl sahibi her kişi de, bu görüşlere itiraz eder. Sebebine gelince:


- Milletvekilliği, kişilerin istek, arzu ve ihtiraslarının tatmin edildiği bir makam değil, milletin dayanağı olan kutsal bir görev makamıdır.


- ‘İlkeli’ davranışın karşıtı, kayıtsız ve şartsız ‘kölelik’ tir.


- Parti disiplini adı altında milletvekillerine uygulanan baskı, ‘diktatörlük” tür.


- Kim tarafından yapılırsa yapılsın; Meclis’in HÜR ve SERBEST iradesine uygulanan her türlü baskı; REJİMİ, demokratik olmaktan çıkarır ve tanınmaz hale getirir.


- Azıcık, çarpık ve liderlerin iradesini hâkim kılan ve halkı sistemin dışına iten göstermelik bir demokrasi, yüce milletimizin karakterine uygun değildir.


- Demokrasi, bir Ahlâk ve fazilet ve de sorgulama sistemidir; keyfîliklere, dayatmalara ve baskılara karşı “Ne hakkın var?” demek, milletvekillerinin vaz geçilmez görevidir.


Bu sebeple; parti disiplininin ne olduğunu, hatır için değil; hak ve hakikate dayanarak açıklamak, anlatmak ve doğru olanı söylemek zorundasınız. Zîra; haksızlığa karşı sesini çıkarmayanlar, haksızlığın güçlenmesine sebep olurlar. Şu gerçeği de, her zaman için hatırlamak zorundasınız: Hayrın ve şerrin miktarı önemli değildir, vasfı çok önemlidir.


Sayın KORU;


Allah, hiçbir varlığa vermediği İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarını, sadece insan sınıfına vermiştir ve bu sebeple; insanları, mükellef (vazifeli) ve sorumlu kılmıştır. İnsanlar, Allah’ın bahşettiği irade ve hürriyet sıfatlarının gereğini yerine getirmek zorundadırlar. İrade ve hürriyet sıfatlarını, başkalarına ipotek eden veya terk eden insanlar, köleliği kabullenmiş ve yaradılış gayelerine aykırı davranmış olurlar. Dikkat ederseniz Allah, imanı dahi, kişinin iradesine bırakmıştır; cebirle iman, Allah’ın kabul ettiği bir husus değildir.


İşte; bu gerçeği iyi gören, gönülden kabullenen ve icabına uyan Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiği gün yaptığı konuşmasının bir bölümünde;


“Bir millet, icabında emîrini (idarecisini) acı, acı tenkit etmezse ve o emîr de kendisine yönelen acı tenkitlere gereken alâkayı göstermezse; o milletten ve o emîrden hayır gelmez!” sözlerini söyleyerek, aslında bütün insanlık âlemini uyarmıştır. Bu gerçeğe uyulmadığı takdirde; adâletsizlikler yaygınlaşır ve her türlü kanunsuzluklar, meşru nizam haline getirilir. Bu sebeple Hz. Peygamberimiz;


“Adâlet güzeldir; fakat emîrlerde (idare edenlerde) olursa daha güzel olur. Adâleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler, çökmek zorundadır. Bir saat adâletle hükmetmek, bir sene ibadet etmekten hayırlıdır.” diye buyurmuşlardır.


Yine Hz. Peygamberimiz, “Bir millet ve bir ülke için en büyük tehlike, idare edenlerin ihtirasları ve adâletsizlikleriyle, zenginlerin hasislikleri ve merhametsizlikleridir.” diye buyurmuşlardır.


Şimdi merek ediyorum:


Bu gerçekler karşısında, PARTİ DİSİPLİNİ adını verdiğiniz teslimiyeti, nereye oturtacaksınız?


Arif bir zât, ne güzel söylemiş:


“Ey Gönül! Sana sen gelmek için az mı dolaştın.


Kaç bin puta taptın bu sanemgâhta (puthanede) hesabet!”


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

1 yorum:

DİLEK UYAR dedi ki...

Kaleminize yüreğinize sağlık..