1 Nisan 2010 Perşembe

İktisat ve İstiklâl

Sayın Şakir Ercan GÜL

Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu

(TMSF) Başkanı

İstanbul 1 Nisan 2010

 Sayın BAŞKAN;

 Kamuya devredilen 22 bankaya ayrılan 30 milyar dolar tutarındaki kaynağın yarısını tahsil ettiğinizi, varlık fiyatlarına bağlı olarak önümüzdeki dönemde 2-3 milyar dolarlık tahsilât gerçekleştirebileceğinizi, TMSF’nin, 2004’ten bugüne kadar yaklaşık 19 milyar dolar civarında brüt tahsilât yaptığını belirterek,

 
“Net olarak bu dönemde yaklaşık 10 milyar dolar para Hazine’ye intikal ettirdik. Bunun 8 milyar doları nakdîdir, diğeri kâğıt iadesidir. Bu tahsilâtımızdan yaklaşık 4-5 milyar dolar civarında parayı, Maliye’ye intikal ettirdik; çünkü, vergiye öncelik tanındı.” dediğinizi gazete haberlerinden okudum.

 
Özel kanunlara dayalı olarak büyük yetkilerle donatılan bazı kurumların başkanları, zaman, zaman kendilerini başarılı göstermek için demeç vermeye alışık olmaları sebebiyle merak ediyorum ve soruyorum:

 
2004’ten bugüne kadar 19 milyar dolar tahsilât yapan TMSF’nin, bugüne kadar yaptığı harcamaların tutarı nedir?

 
Bu 19 milyar dolar tutarındaki tahsilât, adâlet ölçüleri içersinde ve gerçekçi olarak yapılabildi mi? Örnek: Telsim’in satışı gerçek değeri üzerinden yapılabildi mi? Bu önemli telefon şirketimiz, İngiliz VODAFON’a hangi şartlarda ve hangi değer üzerinden satıldı? Bu örneği, bütün satışlara şâmil kılmak mümkündür.

 
En önemlisi:

 
TMSF Başkanları ve üst seviye yöneticileri, 2001 krizini akılcı bir şekilde değerlendirebildiler mi; yoksa, kaynağı ne olursa olsun, verilen emirleri mi yerine getirdiler? Bu hususu, geçmişteki olaylara dayandırarak soruyorum. Şöyle ki:

 
Günün BDDK Başkanı Engin Akçakoca, 11 Temmuz 2001 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemişti:

 
"BANKALARI FONA ALMADAN REHABİLİTE EĞİLİMİNDEYDİK. BUNUN İÇİN DÖRT HAFTA DAHA FIRSAT TANINMASINI İSTEDİK. DÜNYA BANKASI İLE MUTABAKAT SAĞLADIK. AMA, IMF TARAFI DAHA KATI DAVRANDI VE İMF'Yİ İKNA EDEMEDİK. BEN, GENE DE DÜŞÜNÜYORUM Kİ; ÖYLE BİR FIRSAT TANINSAYDI, DAHA UCUZ BİR ÇÖZÜM YOLU BULUNABİLİRDİ. GARANTİSİ YOK; AMA, DENENMELİYDİ."

 
Engin Akçakoca'nın bu sözlerinin ne anlama geldiğini konuşan, irdeleyen ve sorgulayan çıkmamıştır. Başkalarına boyun eğdiğimizi, bilerek veya bilmeyerek herkes kabullenmiştir.

 
Başka bir örnek, çok daha vahimdir:

 
Günün FON bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Altınok ise; Sabah Gazetesi Yazarı Yavuz Semerci'ye verdiği ve 1 Aralık 2001 tarihli Sabah Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemiştir:

 
"25 KASIM 2001 TARİHİ İTİBARİYLE TMSF'YE 18 BANKA DEVREDİLMİŞ; 4 BANKA SATILMIŞ, BİR BANKANIN LİSANSI İPTÂL EDİLMİŞTİR. 30 KASIM'DA BİR BANKA DAHA FON'A ALINMIŞ VE BİR BANKA DA KAPATILMIŞTIR. BİZ, FON'A ALINAN BANKALARI VE İŞTİRAKLERİNİ YAŞATMAYI DEĞİL, TASFİYELERİNİ HEDEF ALDIK."

 
Sonraki gelişmeler, Tevfik Altınok'un dediği gibi gerçekleşmiştir. Yani; "Batmış banka" kavramı ile "Nakit ihtiyacı olan banka" kavramı bir birine karıştırılarak, büyük bir tasfiye sağlanmış ve yabancıların banka alma kapısı açılmıştır.

 
Bu hususu da kimse konuşmamıştır ve Türkiye ekonomisinin tasfiye hareketini, "BÜYÜK REFORM" olarak alkışlamıştır.

 
Gerçeklerin araştırılması ve bilinmesi için dikkatlerinize arz ediyorum:

 
Fon bankalarının, temmuz 2001 bilânçosuna göre birikmiş toplam zararı, 12 katrilyon liradır.

 
Birikmiş zarar; Hazine'nin, bu bankalara aktardığı 16.3 katrilyon liralık Hazine bonosu sayesinde geçici olarak durdurulmuştur.

 
12 Temmuz 2001 tarihli Hazine verilerine göre; kamu ve fon bankalarına, 21 Şubat 2001 tarihinden sonra verilen Hazine bonosu miktarı, 62 katrilyon liradır. Dağılımı da şöyledir:

 
Merkez Bankası'na 22 katrilyon lira,

 
Kamu ve Fon bankalarına 40 katrilyon lira. (bu destek, iç borç stokumuzu 111 katrilyon liraya çıkarmıştır.)

 
Sormak lazımdır:

 
Hazine yardımları ile bu bankalar rehabilite edilebilir ve faaliyetlerini sürdürebilirlerdi. Bu imkân varken; acaba, niçin tasfiye yolu seçilmiştir?

 
Bu tasarrufta, ayakta kalan bankaların rekabet gücü kazanmaları mı amaçlanmıştır? Yoksa, IMF'nin şartlı dayatması mı etken olmuştur? Ve:

 
Tevfik Altınok’un, "Fona alınan bankaları ve iştiraklerini yaşatmayı değil; satışını ya da tasfiyesini hedef aldık." sözü, ne anlama gelmektedir? En önemlisi; bankacılık sektöründeki bu operasyonun, açıklanmayan gizli bir amacı mı vardı?

 
Önemli bir konu daha:

 
Fona devredildiği günden itibaren, İktisat Bankası için özel bir işlem yapılmıştır. Bu banka, başka bankalarla birleştirilmemiştir. BDDK Başkanı Engin Akçakoca zaman zaman, "İktisat Bankası ayrı satılacaktır. 30 Kasım 2001 tarihine kadar satılamazsa, tasfiye edilecektir." şeklinde demeçler vermiştir. Akçakoca'nın açıkladığı şekilde de neticelenmiştir.

 
Acaba, neden?

 
Sayın BAŞKAN;

 
Bulunduğumuz coğrafyanın önemi ve özellikleri sebebiyle başkaları bu bölgede, iktisadî hakimiyetini kaybetmiş bir Türkiye isterler. Bugüne kadar meydana gelen gelişmeler, başkalarının, hedeflerini gerçekleştirdiklerini göstermektedir. Başta finans kesimi ve bankalarımız, önemli iktisadî değerlerimiz ve altyapı tesislerimiz ve hatta perakende ticaretimiz yabancıların eline geçmiştir. Para ve ekonomi politikalarımıza dahî, yabancılar hâkimdir. Türkiye’nin bu duruma geleceği, 12 Eylül 1980’den sonara ve bilhassa, kasıtlı olarak yaratılan Şubat 2001 krizinden evvel de belliydi. İşte; 2001 krizinden evvel hiç kimsenin üzerinde durmadığı ve değerlendirmediği acı bir gerçek, şöyledir:

 
Hatırlarsınız; Türkiye, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremiyle sarsıldı ve ekonomisi, ağır bir darbe aldı.

 
29 Kasım 2000 tarihinde İngiltere Bankalar Birliği Başkanı ve İngiltere Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Andrew Buxton, verdiği bir demeçte Türk bankacılığı için şu sözleri söylemişti:

 
"TÜRKİYE'DE FİNANSAL HİZMETLERİN YAYGINLAŞTIRILMASI VE GENİŞLETİLMESİ İÇİN BİRLEŞTİRMELER GERÇEKLEŞTİRİLECEK VE BAZI BANKALAR YOK OLACAKTIR."

 
Bu sözler, yaratılacak bir krizin işaretleriydi. Sonraki gelişmeler, Buxton'un sözlerinin doğruluğunu ispatlamıştır. Her nedense; hiç kimse, bu gerçeği ülkenin gündemine getirmemiştir. Yani; 21 Şubat 2001 krizinin, bilinçli olarak yaratıldığını ifade eden çıkmamıştır.

 
Ama Türkiye’de önemli mevkilere getirilen ve parlatılan kişiler, bilerek veya bilmeyerek, olayların içyüzlerini araştırmadan; aklı, mantığı ve ilmi hakem yapmadan ve de hislerinin doğrultusunda hareket ederek, başkalarının değirmenine su taşımışlardır. Yaparak değil, yıkarak görev yaptıklarını da hiçbir zaman anlayamamışlardır ve parlak nutuklar atarak, Türkiye’nin içinin boşaltılmasına sebep olmuşlardır. Bu görevi yerine getirenler de, yaptıkları veya yapacakları işin sonunu düşünmemişlerdir.

 
Bu sebeple; sizin durumunuzu merak ettiğim için bu mektubumu yazdım ve ne cevap vereceğinizi de merak ediyorum.

 
Saygılarımla.

 
Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: