29 Mart 2010 Pazartesi

Aldatanlar ve Aldananlar.

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 29 Mart 2010



Sayın BAŞBKAN;


Partinizin Genel Merkezi’nde düzenlenen YEREL YÖNETİMLER SEMPOZİYUMU’nda yaptığınız konuşmanızı, büyük bir dikkatle dinledim. Konuşmanızın en dikkat çekici cümlesi;


“1982 Anayasa’sının değişmesi gerekmektedir. Bu, bizim keyfî olarak aldığımız bir karar değil, milletimizin emri doğrultusunda biz bu kararı aldık.” şeklindeki cümlenizdir.


İşte bu cümleniz; halkın efkârını karıştırmaya, siyasî mensubiyetine göre halkı zıtlaştırmaya yeterlidir. Zira; halk, bugüne kadar 1982 Anayasası’nın yüze yakın maddesinin değiştiğini; sadece 57. Hükümet tarafından 34 maddesinin değiştirildiğini bilmez. Ayrıca halk; “Temsilde adâlet, yönetimde istikrar” sözleriyle kimler tarafından aldatıldığını ve sistemin dışına itildiğini de düşünmez.


Hiç kimsenin ret etmeyeceği gerçek bellidir ve bütün siyasî heyetler tarafından bilinmektedir:


Yüce Türk Milleti, demokrasiye âşıktır ve Türkiye’nin tam anlamıyla HÜR VE DEMOKRAT bir ülke haline gelmesini arzu etmektedir. Ne var ki:


30 yıldan beri ülkeyi yönetenler, milletin bu arzusunu hiç dikkate almamışlar; halkı sistemin dışına iten ve siyasî parti liderlerini SEÇİLMİŞ DİKTATÖRLER konumuna getiren çarpık ve gerçek demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir modeli, zoraki olarak millete kabul ettirmişlerdir. Bu çarpık sistemi yürütenler, bu hususta halkın ne dediğini hiç dikkate almamışlardır ve halka, belirli zamanlarda siyasî parti liderlerinin veya parti üst yönetimlerin düzenledikleri listeleri sandığa atma görevi verilmişlerdir. Dolayısıyla bu çarpık modelde;


KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİ ihlâl edilmiş ve DEVLETİN İŞLETİLİŞ BİÇİMİ bozulmuştur.


Sayın BAŞBAKAN;


Açık kalplilikle sormak zorundayım:


HALK, hiçbir siyaset adamanın dilinden düşürmediği bu MİLLÎ İRADE kavramının neresindedir? Halkın, gerçek anlamda HÜR İRADESİNİN TECELLİSİNE imkân tanınmadığı sürece; Türkiye, rahat ve huzura kavuşabilir mi, GERÇEK HEDEFLERİNİ gerçekleştirebilir mi? Bu şartlar altında; Türkiye’de, demokrasinin önündeki bütün engelleri kaldırmak ve gerçek demokrasinin gereğini yapmak mümkün olabilir mi? Bu çarpık sistemde; MUHALEFETİN yeri ve görevi nedir? MUHALEFET, iktidarların yaptıkları her şeyi kabullenmek zorunda mıdır? MUHALEFET, var sayılan Millî İradenin bir parçası değil midir ve mevcut sisteme göre seçilerek gelmiyor mu?


Bugün tartışma konusu yapılan ve Türkiye’nin BİR NUMARALI GÜNDEMİ haline getirilen YARGI REFORMU adı altındaki ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİN, HUKUK REFORMU ile bir alâkası var mıdır? Belli ki; asıl yapılmak istenen, YÜKSEK YARGININ yeniden şekillendirilmesidir. Bugün, iktidarın Meclis’teki SAYISAL ÜSTÜNLÜĞÜ belki bunu sağlayacaktır. Belki de bu husus, karmaşık ve doğruların üstünü örten bir HALK OYLAMSI ile gerçekleşecektir. Ama;


Yüksek Mahkemeler siyasetten arındırılmazsa; siyaseti, HUKUK SINIRLARINA kim veya hangi kurum çekecektir? Beraberinde adâleti getirmeyen kanunları, kim veya hangi kurum önleyecektir?


Hiç kimse, aksini iddia edemez:


İktidarınız, 7,5 yıl zarfında her istediğini gayet rahat bir şekilde yapabilmiştir. Devlet kadrolarının ve bağımsız kurulların oluşturulmasında engellerle karşılaşmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, YASAMA VE DENETLEME GÖREVİNİ, iktidarınızın iradesine bağlı bir şekilde yerine getirmiştir. Devletin, Belediyelerin ve Sosyal Dayanışma ve Yardım Vakfı’ın imkânları, gayet açık bir şekilde SİYASÎ AMAÇLI olarak kullanılmıştır. Yani DEVLET, bir PARTİ DEVLETİ haline getirilmiştir. Buna rağmen; övünseniz de, Türkiye’yi iyi idare edemediniz ve orta tabakanın erimesine engel olamadınız. Ağır borç yükü altında inleyen geniş halk kitlelerini, hiç dikkate almadınız. Yani; geniş halk kitlelerinin dertlerine eğilip, çareler getiremediniz.


Türkiye’nin kaynaklarını varlıklı kesimin refahı için kullandınız. “Rantlar yükselirse; refah ortadan kalkar” gerçeğini dikkate almadığınız için; geniş halk kitlelerini zora sokarak onları, kaderleriyle baş başa bıraktınız. Bu başarısızlığın faturasını da, ya muhalefete veya kimlerden oluştuklarını belirtmediğiniz ONLARA kesme gayretine girdiniz. Bugün dahî, hatırı sayılır bir miras devraldığınız ve “Özelleştirme” adı altında millî varlığımızı azalttığınız halde; “Bu taşın altına elimizi koymadık, bedenimizi koyduk. On yılların beceriksiz ve kötü idareleri, milletin çaresizliğine sebep olmuştur” diyerek, yine geçmişi kötülediniz.


Belki inanarak veya siyasî amaçlı olarak başkalarını eleştirebilirsiniz. Bu, siyasetin tabiatında vardır. Ama; Bu konuları, televizyon programlarına çıkarak kamuoyunun huzurunda muhalefet liderleriyle hiç tartışmadınız. Gerçekten Türkiye’yi iyi idare ettiğinize inanıyorsanız; muhalefet partilerinin liderleriyle bir tartışma programına niçin çık mıyorsunuz? Bu tartışmalar, sizin için büyük bir fırsat değil midir?


Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate alacağınıza inanmaktayım.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: