Sayın Cemil ÇİÇEK
Devlet Bakanı Ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 9 Mart 2010
Sayın BAKAN;
Gazeteci Seda Şimşek ile yaptığınız söyleşiyi okudum. Ağırlık verdiğiniz konu, Anayasa değişikliği ve buna bağlı olarak YARGI REFORMU’dur. Bu sebeple; bilhassa Yargı reformu konusunda halkın bilgilendirilmesi ve aydınlatılması şarttır. Zira;
Geniş halk kitleleri, yapmayı düşündüğünüz Yargı Reformu’nu, Adâlet Reform’u olarak algılamaktadır. Çünkü Halk; mahkemelerin donanım, fizikî altyapı ve teknik imkânsızlıklar sebebiyle ağır işlemesinden, beraberinde adâleti getirmeyen kanunların yürürlükte bulunmasından rahatsızdır ve bunun vebalini de mahkemelere yüklemektedir. Hâkimlerin, yürürlükteki kanunlara göre yargılama yaptıklarını düşünmemektedir. Bu durum da, adâlete karşı bir güvensizlik oluşturmuştur. Bu sebeple;
Getirilmek istenen Yargı Reformu’nun, Yüksek Yargı’nın, yeniden yapılandırılması hedefine yönelik olduğu gerçeği, halka gayet iyi ve anlayacağı bir şekilde anlatılmalıdır.
Uzun yıllardan beri siyasetin içinde bulunmanız ve yüksek makamlarda görev yaptığınız için, şu gerçeği belirtmekte beis görmüyorum:
Kim ne derse desin ve nasıl yorumlarsa yorumlasın; 12 Eylül 1980’den sonra kabul edilen Anayasa, Yürütmeyi kuvvetlendirmiş ve adâleti, kısmen de olsa bağımlı hale getirmiştir. Bu da, ülkeyi yönetenlere keyfilik kapılarını açmıştır. Ayrıca; gerçek demokrasilerin vazgeçilmezi olan KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİNİ ortadan kaldırmıştır. Örnekler:
1- Adâletsiz Siyasî Partiler ve Seçim Kanunları sebebiyle halk, sistemin dışına itilmiş ve siyasî parti liderleri ilk ve son söz sahibi haline getirilmiştir. Bilhassa tek parti iktidarlarında Meclisler, Yasama ve Denetleme görevlerini HÜR İRDESİYLE yapamaz hale düşürülmüştür. 1980’li yıllarda, Güneri Civaoğlu Milletvekillerini tarif ederken, defalarca “Kol kaldırma makinesinin ağır işçileri” ifadesini kullandığı halde, Milletvekillerinden bir tepki almamıştır. Boş kâğıda imza atılmış karanâmeler, kanun teklifleri ve istifa mektupları, alışılmadık biçimde sistemin adını değiştirmiş ve sistemi tanınmaz hale getirmiştir.
2- 1982 Anayasa’sı Hükümetlere, zor zamanlarda işlerin kolay yürütülmesi için KANUN KUVVETİNDE KARARNÂME çıkarma hakkı tanımıştır. Bu hakkı tanırken de; “Kanun Kuvvetindeki Kararnâmeler, ivedilikle Meclise sevk edilir” hükmünü eklemiştir. Fakat; Meclis İçtüzüğü’nde bu hususla ilgili olarak bir düzenleme yapılmadığı için, Kanun Kuvvetindeki Kararnâmeler, Meclis’in tozlu raflarında bekletilmiştir. Bu kararnâmelerin adâleti getirip, getirmediği hiç araştırılmamıştır.
3- Günün Adâlet Bakanlığı Müsteşar’ı Arif Yüksel’i hatırlayabilen pek çıkmaz. Ama; siz, gayet iyi hatırlarsınız. 1991 seçimlerinden sonra oluşan siyasî iktidar, yani, Hükümet, Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Arif Yüksel’in görevden alınmasına dair üçlü Kararnâme’yi imzalamadığı için, Demirel Hükümeti, Arif Yüksel’i 18 ay görevden alamamıştır. Bu durum karşısında Müsteşar Arif Yüksel, “Ben emirleri ancak Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan alırım. Çünkü; beni bu makama, Turgut Özal getirmiştir.” diyerek, hükümete, devlete ve sisteme açık bir şekilde meydan okumuştur.
Sayın BAKAN;
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu örnekler tahtında günümüze de bakmakta fayda vardır:
Sistemin çarpıklığı sebebiyle, bugün de değişen bir şey yoktur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, tam anlamıyla Siyasî İktidarın, Hükümetin ve dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın kontrolü altındadır. TBMM, Yasama ve Denetleme görevini kendi HÜR İRDESİYLE yerine getirememektedir. Bugün, Hükümetin istemediği bir kanun tasarısı veya teklifi Meclisin gündemine getirilemez; getirilse dahî kanunlaşamaz. Buna mukabil; Hükümetin istediği her kanun tasarısı veya teklifi Meclis gündemine gelir ve kolayca kanunlaşır. Kanunların beraberlerinde adâleti getirip, getirmediği de kimsenin umurunda değildir. Meclis’in denetleme görevi de, Hükümetin irade ve isteğine tabîdir. Bu gerçeği de, hiç kimse inkâr edemez.
30 yıldan beri Türkiye, bu çarpık sistemle idare edilmektedir ve halk, bu sistemden dışlanmıştır. Halka verilen görev; belirli zamanlarda, yani seçim zamanlarında, siyasî Parti liderlerinin düzenledikleri oy pusulalarını sandığa atmaktır.
Bu çarpık sistem; Türkiye’yi gerçek hedeflerinden uzaklaştırmış ve Devleti, tanınmaz hale getirmiştir. Perişanlıkların, keyfiliklerin ve huzursuzlukların gerçek sebebi de budur.
Bu bakımdan; Adâlet Reformu adı altında Anayasa değişikliği yaparak, Yüksek Yargıyı yeniden şekillendirmek suretiyle Türkiye’nin huzura kavuşacağını zannedenler, yanıldıklarını, kısa bir süre sonra anlayacaklardır. Zira; Türkiye’nin asıl zorluğu, DEVLETİN, kurallarına göre yönetilmemesinden kaynaklanmıştır. İktidarların değişeceğini, değişmek zorunda olduğunu düşünmeyenler veya kabullenmeyenler, “Günü kurtarma” ölçülerine göre hareket ettikleri için, Türkiye’yi tam anlamıyla HÜR ve DEMOKRAT bir ülke yapamamışlardır. Hem siyasî alanda ve hem de iktisadî alanda Türkiye’nin ufkunu karartmışlar ve milleti de perişan hale düşürmüşlerdir. Gerçeği görmeyenler ve kabullenmeyenler, kendilerinden önceki iktidarları suçlayarak, kendilerini aklamaya çalışmışlardır ve devlette devamlılığın esas olduğunu, asla düşünmemişlerdir.
İktidarınız, sekizinci yılındadır ve Türkiye, hem siyaseten ve hem de iktisaden gayet zor durumdadır. Bu zorluklar, Anayasa değişikliğiyle aşılamaz. Zaten bu değişikliğin bir faydası da olmaz; geniş halk kitleleri rahatlamaz, fukaralık ve işsizlik ortadan kalkmaz.
Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate akacağınıza inanmaktayım.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
10 Mart 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder