7 Mart 2010 Pazar

Demokraside keyfe göre adâlet olmaz!

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 6 Mart 2010


Sayın BAŞBAKAN;


TUSKON Genel Kurulu’nda yaptığınız konuşmanızın basına yansıyan bölümlerini dikkatle okudum.


Hiç kimsenin cesaret edip yüzünüze karşı söylemeye cesaret edemeyeceği gerçek durum, şudur:


Türkiye, normalleşmiyor ve giderek, daha da gerginleşiyor. Bu gerginliğin gerçek sebebi de, ülkeyi idare ediş tarzınızdır. Ülkenin Başbakanı olarak elinizde bulundurduğunuz DEVLET GÜCÜNÜ, bütün milleti kucaklayacak tarzda kullanmamış olmanız, hem devletin kurumları arasında ve hem de, milletin fertleri arasında ahenksizliklere ve zıtlaşmalara sebep olmuştur.


Elinizdeki DEVLET GÜCÜNÜ, öylesine yanlış kullandınız ki; bu güce dayanarak, milletvekili adaylarını, Kabinenin Bakanlarını, Meclis Başkanı’nı ve Cumhurbaşkanı’nı, Partinizin il ve ilçe teşkilâtlarını tek başınıza belirlediniz. Bunu yaparken de; gücün, avuç içine alınan bir kum gibi olduğunu, sıktıkça parmakların arasından akıp, gideceğini, hiçbir zaman düşünmediniz. Öyle zannediyorum ki; parmaklarınızın arasından akıp, giden güç, kabul etseniz de, etmeseniz de, başka güçler oluşturmuştur. Yani; olayların seyri, kontrolünüzden çıkmış ve günün birinde, sizi de zorda bırakabilecek bir seyir izlemeye başlamıştır. Bu da; halkın efkârını karıştırmış ve birbiriyle zıtlaşan bir toplum yapısı oluşturmuştur.


Tarih, bu duruma düşen veya düşürülen ülkelerin ve milletlerin akibetlerinin ne olacağını da kayda geçirmiştir. Zaten; hükümlerinin hiçbir zaman eskimeyeceği belli olan Büyük Kitap Kur’an’da Allah, bu gerçeği, gayet açık ve herkesin anlayacağı bir şekilde beyan etmiştir. İşte, Enfâl Suresi’nin 46.cı Ayeti’nin mânâsı:


“Tefrikalar, ihtilâflar, kavgalar içinde çalkalanan, fertleri birbirleriyle boğuşan milletler, harice karşı varlıklarını koruyamazlar.” Elmalılı Hamdi Efendi de, “Hak Dini, Kur’an Dili” adını verdiği tefsirinde, bu âyetin mânâsını, şu şekilde açıklamıştır:


“Allah’a ve Peygamberi’ne itaat edin; sürtüşüp, çekişmeyin; tartışıp, bölünmeyin. Sonra korkaklaşırsınız. Devletinizin kudret havası esip, gider.”


Maalesef bugün Türkiye, böyle bir süreçten geçmektedir. Bu gidişi durdurmanın tek çaresi de; DEVLETİN GÜCÜNÜ âdil bir şekilde kullanmak ve siyasî hesapları bir tarafa bırakarak, topyekün bütün milleti kucaklamaktır. Bu yapılmadığı veya yapılamadığı takdirde, mevcut bunalımın daha da ağırlaşacağı kesindir. Bu hususta Hz. Peygamberimizin şu muhteşem Hadis-i Şerifi, “İNANDIM!” diyen herkese rehber olmalıdır:


“Bir millet ve bir ülke için en büyük tehlike; idare edenlerin ihtirasları ve adâletsizlikleriyle, zenginlerin merhametsizlikleri ve hasislikleridir.”


Sayın BAŞBAKAN;


Konuşmanızın bir bölümünde; “Türkiye’de YÜRÜTME DE YASAMA DA, yargı tarafından kuşatılmıştır.” ifadesini kullanmışsınız. Bu ifadeniz, halkın zihnini karıştırır ve bu ifadenizden, ADLİYE TEŞKİLÂTINI kastettiğiniz gibi bir anlamın kabullenilmesine sebep olur. Ki; bu durum, halkın adâlete güvenini sarsar ve yargının yıpranmasına sebep olur. Zaten teknik imkânsızlıklar ve mekân darlıkları sebebiyle adliye teşkilâtı geç işlemektedir ve davalar, uzamaktadır. Bu durumu halk, mahkemelerin zaafı olarak kabul etmektedir. Ayrıca; yürürlükteki adâletsiz kanunlar sebebiyle verilen kararları, hâkimlerin şahsî kararı olarak algılamaktadır. Bu sebeple; yukarıdaki ifadenizin, YÜKSEK YARGI ORGANLARINI kapsadığını açıklamanızda büyük fayda vardır.


Bir vatandaş olarak, açık bir şekilde belirtmekte beis görmüyorum:


Genellikle TRT-3 Televizyonu’nda naklen yayınlanan Meclis oturumlarını izliyorum. Yasma ve denetleme görevleriyle yükümlü olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, kesin bir şekilde YÜRÜTMENİN, diğer bir ifadeyle, BAŞBAKANKLARIN kesin kontrolünde ve kuşatması altındadır. Açık ifadeyle; Başbakanların istemediği hiçbir kanun tasarısı veya teklifi, Meclis’in gündemine gelemez; gelse dahî, kanunlaşamaz. Buna mukabil; Başbakanların istediği her kanun tasarısı veya teklifi Meclis’in gündemine gelir ve kolayca kanunlaşır. Bu faaliyetlerde; kanunların, beraberlerinde adâleti getirip, getirmediği dikkate alınmaz.


Meclis’in, Hükümetlerin faaliyetlerini de denetleme hakkı ve görevi vardır. Meclis, bu görevini de HÜR İRADESİYLE kullanamamaktadır. Hükümetler onaylamadığı takdirde, Meclis Araştırma ve Soruşturma Komisyonları kurulamamaktadır. Yani; Meclis çoğunluğuna sahip iktidarlar, Meclis’in faaliyetlerini kısıtlamaktadır. Millî İrade kavramı da, İktidar Partilerinin iradesi olarak kabullenilmektedir. Meclis’de, muhalefetin esamesi bile okunmamaktadır.


Bu durum karşısında elbette ki; Yüksek Yargı Organı olan ANAYASA MAHKEMESİ’NE müracaat edilmektedir. Hükümet icraatlarında da öyledir; Hükümetlerin haksız icraatları, yine yüksek Mahkeme olan Danıştay’a götürülmektedir. Böyle olması da gayet normaldir. Zira; demokrasilerde hiçbir iktidara SINIRSIZ YETKİLER tanınmaz. Tanındığı takdirde; REJİMİN adı, DEMOKRASİ olmaz! Zaten yüce ve evrensel olan İslâm Dinî de, keyfî ve adâletsiz icraatlara geçit vermez. İslâm’da, gerek hak hususunda, gerek vazife hususunda ve gerekse adâlet hususunda imtiyazlı bir sınıf yoktur ve hiç kimseye de, ayrıcalık tanınmamıştır; herkes, makamı, mevkii, rütbesi, sıfatı ve serveti ne olursa olsun, yaptıklarının hesabını vermek zorundadır. Bu hususla ilgili olarak Hz. Peygamberimiz, “Bir millet icabında KÜFÜRLE devam edebilir ve fakat ZULÜMLE asla devam edemez.” diye buyurmuşlardır.


Ülkemizdeki olup, bitenleri dikkatli biçimde takip eden bir vatandaş olarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate alacağınıza inanmaktayım.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: