16 Mart 2010 Salı

İzlenen iktisadî model, doğru değildir.

Sayın Zafer ÇAĞLAYAN
Devlet Bakanı
Ankara 16 Mart 2010


Sayın BAKAN;


IMF ile ilgili olarakTürkiye’nin siyasî, sosyal ve ekonomik olarak ciddi bir sınavdan geçtiğini belirttiğinizi, “7,5 yıldır yapılanlar test ediliyor, onaylanıyor” dediğinizi gazetelerden okudum. Ayrıca;


Küresel kriz ortamında IMF’nin bütün ülkelere, “Aman iç tüketimi artırın, aman para harcayın, aman insanlarınıza para verin” dediğini hatırlatarak, “Ama Türkiye’ye döndü, “siz hariç, siz yapmayın” dedi. Maalesef bu konuda çifte standart uyguladı” ifadelerini kullanmışsınız.


Bu ifadelerinizden, IMF’nin her dediğini yaptığınız anlamı çıkar. Yani; IMF’nin, gelişmekte olan ve geri kalmış ülkeleri, sömüren, zayıflatan ve kendilerine tabi hale getiren bir kurum olduğunu tasdik etmişsiniz. Zaten, öyle olması da gayet doğaldır. Zira; her ne kadar çok ortaklı bir kuruluş görüntüsü verse de IMF, Amerikan Hazinesinin mutlak kontrolündeki bir kuruluştur. Bu sebeple; IMF ile düzgün ve bilinçli bir şekilde müzakere etmesini başaramayan ülkeler, IMF’nin çifte standardına katlanmak zorunda kalmışlardır.


Merak ettiğim husus şudur:


30 yıldan beri etkili ve yetkili kişilerden masal dinler gibi YAPISAL REFORM, MÂLÎ ve FİNANSAL DİSİPLİN sözlerini dinlemekteyim. Dâima büyük risklerle ve ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldığımız için de, yetkililerin bu sözlerinin bir anlam ifade etmediğini gördüm. Neticesi de bellidir:


Üretmeyen veya yeterli seviyede üretemeyen bir ekonomik yapı oluşmuştur.


1980 yılında 13 milyar dolar olan iç ve dış borç stokumuz bugün, 30 yıl zarfında ödenen 1 Trilyon milyar dolar faize rağmen, 480 milyar dolara ulaşmıştır.
Dış ticaret ve cari açığımız, son 6 yılda yapılan 50 milyar dolar tutarındaki özelleştirmeye rağmen, Türkiye'nin geleceğini karartacak derecede artmıştır. Ve giderek artmaktadır.
İç pazara ve sanayiye sağlam bir kaynak sağlayan tarım ve hayvancılığımız çökmüştür ve Türkiye, kendi kendini besleyemez hale düşmüştür.
Ham madde, ara malı ve gıda maddeleri ithalâtı, büyük boyutlara ulaşmıştır.
Yıllık faiz giderlerimiz, 40-50 milyar dolar seviyelerine ulaşmıştır.
Bu durum karşısında merak ediyorum:
30 yıldan beri Türkiye'nin yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edildiğine dair bir kanaatiniz oluşmuş mudur?
Sâdece parasal ve mâlî politikalarla idare edilen bir ülkede, üretmek veya yeterli seviyede üretmek mümkün olur mu?
Türkiye'nin bu derece borçlanmasına ve dış ülkelere katma değer transfer etmesine ihtiyaç var mıydı?


TÜİK açıklamıştır: Sabit fiyatlarla 2003 yılında 76 milyar YTL olan Gayri Safî Millî Hasıla, 2007 sonunda ancak 101 milyar YTL'ye ulaşabilmiştir. Beş yıl zarfındaki artış, yüzde 34'tür. Size göre bu, yeterli midir?


En önemlisi; muhtemel bir malî krizde, Türkiye'nin durumu ne olacaktır?


Sayın BAKAN;


Herkesin müşterek düşüncesi, 2001 krizinin bir beceriksizlik ve kötü idare sebebiyle meydana geldiği şeklindedir. Hattâ, Anayasa kitapçığının fırlatılması neticesinde bu krizin oluştuğu kanaati yaygındır. Acaba, siz de ayni kanaatte misiniz? Bu krizin, yabancılar tarafından plânlı ve bir hedefe yönelik olarak bilinçli bir şekilde çıkartıldığını düşündüğünüz olmuş mudur?


Konuyu biraz açayım:


Hatırlarsınız; Türkiye, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremiyle sarsıldı ve ekonomisi, ağır bir darbe aldı.
29 Kasım 2000 tarihinde İngiltere Bankalar Birliği Başkanı ve İngiltere Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Andrew Buxton, verdiği bir demeçte, Türk bankacılığı için şu sözleri söylemişti:


"TÜRKİYE'DE FİNANSAL HİZMETLERİN YAYGINLAŞTIRILMASI VE GENİŞLETİLMESİ İÇİN BİRLEŞTİRMELER GERÇEKLEŞTİRİLECEK VE BAZI BANKALAR YOK OLACAKTIR."


Bu sözler, yaratılacak bir krizin işaretleriydi. Sonraki gelişmeler, Buxton'un sözlerinin doğruluğunu ispatlamıştır. Her nedense; hiç kimse bu gerçeği, ülkenin gündemine getirmemiştir. Yani; 21 Şubat 2001 krizinin, bilinçli olarak yaratıldığını ifade eden çıkmamıştır.


Günün BDDK Başkanı Engin Akçakoca, 11 Temmuz 2001 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemişti:


"BANKALARI FONA ALMADAN REHABİLİTE EĞİLİMİNDEYDİK. BUNUN İÇİN DÖRT HAFTA DAHA FIRSAT TANINMASINI İSTEDİK. DÜNYA BANKASI İLE MUTABAKAT SAĞLADIK. AMA, IMF TARAFI DAHA KATI DAVRANDI VE İMF'Yİ İKNA EDEMEDİK. BEN, GENE DE DÜŞÜNÜYORUM Kİ; ÖYLE BİR FIRSAT TANINSAYDI, DAHA UCUZ BİR ÇÖZÜM YOLU BULUNABİLİRDİ. GARANTİSİ YOK; AMA, DENENMELİYDİ."


Engin Akçakoca'nın bu sözlerinin ne anlama geldiğini konuşan, irdeleyen ve sorgulayan çıkmamıştır. Başkalarına boyun eğdiğimizi, bilerek veya bilmeyerek herkes kabullenmiştir.
Başka bir örnek, çok daha vahimdir:


Günün FON bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Altınok ise; Sabah Gazetesi Yazarı Yavuz Semerci'ye verdiği ve 1 Aralık 2001 tarihli Sabah Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemiştir:


"25 KASIM 2001 TARİHİ İTİBARİYLE TMSF'YE 18 BANKA DEVREDİLMİŞ; 4 BANKA SATILMIŞ, BİR BANKANIN LİSANSI İPTÂL EDİLMİŞTİR. 30 KASIM'DA BİR BANKA DAHA FON'A ALINMIŞ VE BİR BANKA DA KAPATILMIŞTIR. BİZ, FON'A ALINAN BANKALARI VE İŞTİRAKLERİNİ YAŞATMAYI DEĞİL, TASFİYELERİNİ HEDEF ALDIK."


Sonraki gelişmeler, Tevfik Altınok'un dediği gibi gerçekleşmiştir. Yani; "Batmış banka" kavramı ile "Nakit ihtiyacı olan banka" kavramı bir birine karıştırılarak, büyük bir tasfiye sağlanmış ve yabancıların banka alma kapısı açılmıştır.
Bu hususu da kimse konuşmamıştır ve Türkiye ekonomisinin tasfiye hareketini, "BÜYÜK REFORM" olarak alkışlamıştır.


Merak ediyorum:


Bu hususlarla ilgili olarak, acaba, sizin kanaat ve görüşleriniz nedir?


Gelinen nokta bilinmektedir: BUGÜN, BAŞTA BANKALARIMIZ OLMAK ÜZERE ÖNEMLİ İKTİSADÎ DEĞERLERİMİZ, YABANCILARIN ELİNE GEÇMİŞTİR. Üstelik; en büyük tasfiye, Kemâl Derviş'in programını doğru kabul eden iktidarınız tarafından gerçekleştirilmiştir.
Acaba; geldiğimiz bu durum, sizi rahatsız ediyor mu?
Ve; muhtemel bir krizde, Türkiye'nin durumu ne olacaktır? Veya dolar ticaretine dayalı bu RANT EKONOMİSİ İLE TÜRKİYE, NEREYE GİDECEKTİR?


Türkiye’nin ekonomisini KENDİ İSTEK ve ÇIKARLARI doğrultusunda YÖNLENDİRMESİNİ başaran ve idareleri BASKI altında TUTABİLEN 15-20 holdinge ESİR edilen TÜRKİYE'NİN durumu ne olacaktır?


Sayın BAKAN;


Demecinizin bir bölümünde; 2023 için, 500 milyar dolar ihracat ve 500 milyar dolar ithalat hedefi güdüldüğünü; Türkiye’nin, dünyanın ilk 10 ekonomisi içinde yer alacağını ve millî gelirde Avrupa ülkelerini aşan ve uluslararası 10 markaya sahip bir ülke olacağını ifade etmişsiniz.


Acaba Türkiye, bu hedefi nasıl gerçekleştirecektir? 7,5 yıllık iktidarınız döneminde Türkiye millî gelirini, cari fiyatlarla ancak bir misli; sabit fiyatlarla ancak, yüzde 34 oranında artırabilmiştir. Ki; bu artış da, üretime dayalı değil, ithalâta dayalı bir artıştır. 500 milyar dolarlık bir ihracat için, 2,5-3 trilyon büyüklüğünde bir ekonomik yapı gerekmektedir. Bu büyüklüğü, 13 yıl zarfında hangi programla ve nasıl gerçekleştireceksiniz?


Dikkatlerinize arz ediyorum:


Türkiye’nin ihracatı arttığı zaman DIŞ TİCARET AÇIĞI ve dolayısıyla CARÎ AÇIĞI büyümektedir. Yani; DIŞ TİCARET AÇIĞI, ihracat dışı gelirlerimizi erittiği gibi, yine de BÜYÜK MİKTARDA CARÎ AÇIK oluşmaktadır. Bu da; Türkiye’nin dış ülkeler KAYNAK TRANSFER ETTİĞİ anlamına gelmez mi? Üretmeyen veya yeterli seviyede üretim yapamayan ülkelerin, gerçek anlamda büyümeleri mümkün olabilir mi?


Bir ekonomist veya bir iktisatçı değilim; sıradan bir eczacı vatandaşım. Belki, yanlış düşünüyor olabilirim. Beni bilgilendirir ve aydınlatırsanız; hem yanılgılarım giderilmiş olur ve ham de doğru düşünmesini öğrenmiş olurum.


Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: