19 Mart 2010 Cuma

Evvelâ, Rejim demokratikleştirilmelidir!

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 19 Mart 2010


Sayın BAŞBAKAN;


Bugün Partinizin Genel Merkezinde düzenlenen Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında yaptığınız konuşmanızı, büyük bir dikkatle dinledim.


Konuşmanızın en dikkat çekici bölümü; Anayasa değişikliğini eleştirenlere (size göre, karşı çıkanlara) söylediğiniz “BU DEĞİŞİKLİKLERE MERTÇE KARŞI ÇIKIN, BAHANELERE SAKLANMAYIN1!” şeklindeki sözlerinizle, Türk basını için söylediğiniz, “SEN, KİMİN AVUKATISIN YAHU? TÜRK MİLLETİNİN AVUKATLIĞINI YAPIN!” şeklindeki sözlerinizdir.


Muhalefetin ve hür basının varlığı, gerçek demokrasilerin en önemli ve en büyük teminatıdır. İktidarların, “Ben yaptım oldu veya ben ne yaparsam doğrudur.” anlayış ve kabullenişi, yeşerdiği zaman budanan, sarardığı zaman sulanan göstermelik ve azıcık demokrasilerin belirgin özelliğidir.


Sayın BAŞBAKAN;


Kim, ne derse desin, kim, nasıl yorumlarsa yorumlasın; hedefleri ve sorunları büyük olan Türkiye’nin başı, derttedir. Bu büyük dert; DEVLETİN, ana KAİDELERE ve ana BELGELERE göre işletilmemesi sebebiyle oluşmuştur.


Son 30 yıl zarfında Türkiye, halkı sistemin dışına iten ve siyasî parti liderlerini “SEÇİLMİŞ DİKTATÖRLER” konumuna getiren ÇARPIK BİR DEMOKRASİ modeliyle idare edilmektedir. Bu sebeple de Türkiye, daima bunalımlara düşmüş, iktisadî krizlere maruz kalmıştır. Yani Türkiye, akılalmaz bir şekilde gerçek hedeflerinden uzaklaşmıştır.


Bu ifadem ağır bulunabilir; parlak sözler veya heyecan verici beyanlarla üstü örtülebilir. Ama; gerçekçi bir değerlendirilmeye tâbi tutulduğu takdirde; sözlerimin doğruluğu, mevcut fiilî durum sebebiyle ülkesini, milletini ve gelecek nesillerin istikballerini düşünen herkes tarafından kabul edilir.


İddiamı doğrulayacak basit bir örnek arz etmekte beis görmüyorum: İşte örnek:


Bugün, Yüce Meclis, siyasî parti liderlerinin tercihine göre oluşmuştur. Liderlerin istek, irade ve emirlerine karşı çıkabilecek, eleştiri hakkını kullanabilecek; hükümetlerin icraatlarını denetleyebilecek ve yolsuzlukları araştırabilecek bir MECLİS YAPISI yoktur. Meclisimiz, hükümetlerin istek ve iradesine gore görev yapabilmektedir. Parti içi demokrasi olmadığı için MUHALEFETİN teklif, öneri ve eleştirileri, dikkate alınmamaktadır. Zira; yürürlükteki SEÇİM ve SİYASÎ PARTİLER KANUNLARI, siyasî parti liderlerini TEK SEÇİCİ konumuna getirmiş ve MİLLETİ, sistemin dışına itmiştir.


Bu durum, Yüce Meclis’in YASAMA ve DENETLEME görevlerini kısıtlamaktadır ve DEVLETİ, bir PARTİ DEVLETİ haline getirmek isteyenlerin ihtiras ve emellerini önleyememektedir. Bu sebeple; iktidar partilerinin ve başbakanların istemediği bir kanun tasarısı veya teklifi, Meclisin gündemine getirilememektedir. İktidar partilerinin veya başbakanların istediği her kanun teklifi veya tasarısı, kolayca Meclisin gündemine gelebilmekte ve kanunlaşmaktadır.


Zaman, zaman düşünüyorum ve kendi kendime, şu soruyu soruyorum:


1982 Anayasası’nın kabulünden sonra İhtilâl Hükümeti’nin düzenlediği ve yürürlüğe koyduğu SİYASÎ PARTİLER ve SEÇİM KANUNLARI, hiç değiştirilmeseydi ve seçimler, bu kanunlara göre yapılsaydı; acaba bugün Türkiye, ne durumda olurdu? Zira; o kanunlar, halkı sistemin içine dâhil ediyordu ve SİYASÎ PARTİ LİDERLERİNİN MUTLAK EGEMENLİKLERİNİ ORTADAN KALDIRIYORDU. Önseçimlerin, partiye kayıtlı bütün üyelerce ve hâkim teminatında yapılmasını öngörüyordu. Seçim barajı da getirilmemişti.


Ama; 1983 seçimlerinde tek başına iktidara gelen Turgut Özal Hükümetleri, zaman içersinde Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarında, gerçek bir demokrasinin ruhuna ters ve asla bağdaşmayacak değişiklikler yaparak, demokrasimizi tanınmaz hale getirmiş ve dâimâ bunalım doğuran bir şekle sokmuştur.


Her nedense; bugüne kadar bu konu tartışılmamış ve çarpıklığın düzeltilmesi hususunda gereken düzenlemeler yapılmamıştır.


Görüş ve iddiam da şudur:


Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları, gerçek demokrasinin ruhuna uygun biçimde düzeltilmediği ve Yüce Meclisin görevlerini, gerçek anlamda HÜR İRADESİYLE yapmasına imkân tanınmadığı sürece; Türkiye, bunalımdan çıkamayacak ve hiçbir şey düzelmeyecektir. Halk da, dâimâ sistemin dışında kalacaktır. Baştakilerin yolsuzluklarına hesap sormayan bir sistem, halkı ezecek ve çaresiz bırakacaktır. Yüce makamların, kişilerin İSTİRAHAT yeri olmadığı, milletin DAYANAĞI olduğu gerçeği unutulacaktır. Ve Türkiye, gerçek hedeflerinden uzaklaşarak, ÇAĞA damgasını vuramayacaktır. Zaten, vuramamıştır. Gerçek de, bilinmektedir:


Avrupa’da, Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip olan Türkiye, kendi kendini besleyemez duruma düşmüş ve borç içersinde yüzmektedir. Halk çaresiz ve borç içinde kıvranmaktadır.


Türkiye meselelerini yakından ve dikkatli biçimde izleyen bir vatandaş olarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Bu görüş ve düşüncelerim, yeni de değildir. Ekte; günün TBMM Başkanı Kaya Erdem’e yazdığım 23 Ağustos 1991 tarihli mektubumun suretini dikkatlerinize ve tetkiklerinize sunuyorum. 19 yıl zarfında hiçbir şeyin değişmediği görülecektir. İşte, Kaya Erdem’e yazdığım mektubum:


“Sayın Kaya ERDEM
TBMM Başkanı
Ankara 23 Ağustos 1991


Sayın BAŞKAN;


Türkiye Cumhuriyeti devleti, çağın devletidir; DEMOKRATİK CUMHURİYET olmaya da mecburdur.


Türk milletinin kabul edebileceği tek bir idare şekli vardır:


GERÇEK BİR HÜRRİYETÇİ DEMOKRASİ.


Kim olursa olsun ve ülkeyi kim idare ederse etsin; Türk milleti, HÜRRİYETÇİ DEMOKRASİDEN asla vazgeçmeyecektir. Bunun bir mânâsı da şudur:


Siyasî iktidarların meşruiyeti, MİLLÎ HÂKİMİYET ilkesinde ifadesini bulur.


Millî hâkimiyet ilkesini üstün ve geçerli kılacak tek bir vasıta vardır:


HÜR, ÂDİL VE EŞİT ŞARTLARDA yapılacak SEÇİMLER. Çünkü SEÇİMLER, gerçek demokrasinin ŞAHDAMARI işlevini görür.


Bu gerçeklerden uzaklaşmak, OY’a bir kâğıt parçası gözüyle bakmak, MİLLÎ İRADEYİ bir formaliteden ibaret zannetmek; GÖSTERMELİK DEMOKRASİLERİN belirgin özellikleridir. Ki; bu anlayışta HİLE, ENTRİKA ve GASP ETME arzusu vardır.


Sayın BAŞKAN;


Türkiye, yeni bir seçime gitmektedir. Bu, güzel bir şeydir. Ama; bu seçim, nasıl bir seçim olacaktır?


İlk işaretlere bakacak olursak; Türkiye, bu seçimi de düzgün bir şekilde yapamayacaktır.


İktidar partisine avantaj sağlasın, ANAP milletvekilleri tekrar seçilebilsin, hak etmedikleri yerlerde oturanların rahatları bozulmasın diye, demokrasi kuralları ile asla bağdaşmayacak bir seçim kanununu MECLİS’E sevk etmek, bu endişeyi doğurmuştur.


Üstelik; Seçim Kanunu ile ilgili tartışmalar için yeterli zaman ayırmamak gibi sebebi bilinmeyen acelecilik; Aklımıza, ister istemez aylarca önce hazırlanan bir BASKIN SEÇİM TUZAĞINI getirmektedir.


Henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan Kurtuluş Savaşı’nın kalbi olan TBMM’ni açan; nice güçlük ve mahrumiyetlere göğüs gererek, varını yoğunu ortaya koyarak, destanlar yazan kahramanlıkları ile dolu olan Kurtuluş Savaşı’nı veren; bir büyük şuurun varlığını ispat etmiş ve birlik beraberliğini bozmadan, ahenk içinde kültürünü muhafaza ederek bugünlere gelebilen milletimizi, bu, hürriyetine âşık milletimizi aldatmaya, kandırmaya ve yok farz etmeye, kimin hakkı vardır ki?


Biz vatandaşlar;


İŞLEYEN DEVLET,
İŞLEYEN REJİM,
HÜR PARLÂMENTO,
BAĞIMSIZ YARGI istiyoruz. Karar kıldığımız DEVLET, bir HUKUK DEVLETİ olmalıdır.


Gerçeklere kulak vereceğinize inandığım için duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı.”




Sayın BAŞBAKAN;


Türkiye’nin önceliği, ANAYASA’DA YAPILMASI düşünülen DEĞİŞİKLİK değildir. Türkiye’nin çözüm bekleyen dağ gibi sorunları vardır. Bu birikmiş sorunların sorumlusu, MUHALEFET ve BASIN değildir. Her şeyden, sekiz yıllık iktidarınız sorumludur. İktidarınızın bu sorumluluğu, sert demeçlerle ve başkalarını suçlamakla ortadan kaldırılamaz. Bu sebeple; her şeyden once, Seçim ve Siyasî Partiler Kanunları değiştirilerek, gerçek anlamda bir MİLLÎ İRADENİN TECELLÎSİNE imkân tanınmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde; bugün ülkenin gündemini işgâl eden kısır, faydasız ve gerçekleri örten tartışmalar, gelecek nesillerin de bir numaralı gündemi haline gelecektir.


Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate alacağınıza inanmaktayım.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: