4 Nisan 2010 Pazar

Halksız demokrasi olur mu?

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN

Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 3 Nisan 2010

 
Sayın BAŞBAKAN;

 
3 Nisan 2010 tarihinde, Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)’nin Genel Kurulunda Yaptığınız konuşmanızı dikkatle dinledim. Bu konuşmanızda, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’e tepki göstererek;

 
''Ama çok enteresan, yargı şu anda feryat ediyor. Bakıyorsunuz ki bizden çok siyasetçi olmuşlar. Hani yargı siyasallaşmıştı? Yargı siyasallaşmadı, yargı siyasete soyundu. Şu anda fark bu... Bakıyorsunuz gayet rahat bir şekilde siyasete müdahale edip, şunu da söyleyebiliyorlar; vatandaşlara çağrı yapıp 'Sakın bu Anayasa değişikliğini desteklemeyin', parlamentoya çağrı yapıp 'Sakın bu Anayasa değişikliğini desteklemeyin'... Bir yargı mensubu böyle bir çağrı yapabilir mi? Bu işi bu kadar seviyorsan cübbeni çıkar gel siyaset meydanına çık. Bu iş böyle yapılır. Nasıl olsa bu Anayasa değişikliğine karşı çıkan partiler var, onlardan birine katılırsın, onlarla birlikte bu mücadeleyi meydanda sürdürürsün. Şu anda zaten iyot gibi de açığa çıktınız, kendinizi gizleyecek bir yeriniz de kalmadı. Siyasi arenada olanların yaptıkları açıklamalarla sizin açıklamalarınız birebir, kelimesi kelimesine örtüşüyor. Kendinizi artık gizleyemezsiniz. Artık bu kadarına da pes...


Buyursunlar bize aksini iddia etsinler. Amerika'da başkan atama yapıyor ama bizde böyle bir şey var mı? Bizde buna tahammül bile edemiyorlar, adının duyulmasını istemiyorlar. En sonunda lütfettiler dediler ki 'Adalet Bakanı kalsın ama müsteşar çıksın'... Ne kadar güzel bir teklif. Şimdi bir de pazarlığa oturacağız. Biz burada millet adına varız. Biz bu konuyu milletle konuştuk ve yine milletle konuşacağız.” ifadelerini kullandınız.

 
Üzülerek ifade etmek isterim ki; bu ifadeleriniz, halk arasındaki kamplaşmaları artırır ve halkın birbirleriyle zıtlaşmalarına sebep olur. Halk, yapılmak istenen Anayasa değişikliklerinin ne getirip, ne götüreceğini bilmediği ve yeterli ölçüde bilgilendirilmediği için, siyasî mensubiyetine göre değerlendirme yapmaktadır. Halkın nazarında EHLİYET ve LİYAKATİN önemi yoktur; siyasî parti liderlerinin beyanlarına göre değerlendirme yapılmaktadır.

 
Bu bakımdan; Ülkenin Başbakanı olarak, siyasî amaçlı NAFİLE KONULARI Türkiye’nin gündemine taşımanız doğru değildir. ANAYASA MAHKEMESİ İLE YÜKSEK YARGI ORGANLARININ tartışma konusu yapılması; belki siyasete, bir zaman için fayda sağlayabilir. Ama; ülkenin, HUKUK DÜZENİNİ de altüst edebilir; adâletin tecellisini, şahısların keyfî iradelerini hâkim kılabilir. Bunu özellikle belirtiyorum. Zîra; Yapılacak Anayasa değişikliğinin, YARGI REFORMUYLA uzaktan, yakından bir alâkası yoktur. Eğer bu değişiklik, “Yargı Reformu” olarak sunulursa; halk, yanıltılmış ve aldatılmış olur.

 
Diğer bir önemli husus, şudur:

 
Hasan Gerçeker, şu anda Devletin en önemli kurumlarından biri olan YARGITAY’IN Başkanı’dır ve görevi gereği, alanında görüş bildirme hakkına da sahiptir. Devleti yöneten, Hükümet olduğuna göre; hazırlanan Anayasa Taslağı hakkında, YARGITAY’dan görüş almak gerekmez miydi? Şayet Yargıtay’dan görüş alınsaydı; basının huzurunda ve meydanlarda karşılıklı görüş bildirmenin kapıları açılır mıydı?

 
Sayın BAŞBAKAN;

 
Türkiye Cumhuriyet Devleti, DEMOKRATİK BİR CUMHURİYET olarak kabul ediliyorsa; ülke meseleleri hakkında fiilen siyasete soyunmayan vatandaşların, devlet görevlilerinin ve herkesin görüş bildirme hakkı vardır. Fiillen siyasetin içinde yer alanlara, hangi kademede olurlarsa olsunlar, velev ki mahalle temsilcileri olsun; görüş bildirme hakkı tanınırken, önemli ve sorumlu mevkilerde bulunanlara böyle bir hak tanımamak düşünülebilir mi?

İktidarınız, devleti kurallarına göre işletmesini başarabilseydi; hiç şüphesiz, bu kısır ve faydasız tartışmalara lüzum kalmayacak ve halk, rahatsız olmayacaktı! Siyasî iktidar, ülkeyi yönetme hakkının sahibidir. Ama; “Ben yaptım oldu ve olmalı; ben ne dersem o doğrudur ve icabına uyulmalı” anlayış ve kabullenişiyle bir dayatma hakkına sahip değildir. “Milletin dediği olacak!” sözüyle siyasî iktidarın MUTLAK EGEMENLİĞİNİN hâkim kılınmaya çalışılması, halkı yanıltma aracı olarak kullanılamaz! Aksi halde, gerçek bir demokrasi kurulamaz! Zaten 30 yıldan beri Türkiye, tam anlamıyla HÜR VE DEMOKRAT BİR ÜLKE HALİNE GELEMEMENİN sancılarını çekmektedir. Türk milleti, “DEMOKRASİ” adı altında, siyasî Parti Liderleri’nin baskıları altında yaşamaktadır. Hatırlıyorum ve gazetelerin arşivlerinde mevcuttur:


 
Güneri Civaoğlu 80’li yılarda yazdığı yazılarında defalarca, milletvekillerini tarif ederken, “ Kol kaldırma makinesinin ağır işçiler,” ifadesini kullanmıştır.

 
2002 yılında ve Meclis Kulisi’nde bir MHP Milletvekili, milletvekilleri’ni işaret ederek, “Beş dudak arasına hapsedilmiş, 550 tutsak” ifadesini kullanmıştır.

 
“Bugün değişen nadir?” diye soranlar, bu sorularına, düzgün bir cevap alamazlar. TÜSİAD’ın çıkardığı dergideki kapak resmi, fiilî gerçeği en güzel anlatan bir resimdir.

 
Konuşmanızda; Amerika’da, Başkanın Yüksek yargı organına atam yaptığını belirttiniz. Doğrudur; ama, Başkanın bu ataması, Cumhuriyet Senatosu’nun onayına sunulur; Senato onaylamazsa, atama gerçekleşmez. Ayrıca; Amerika’da bir kanun teklifi veya tasarısı önce Temsilciler Meclisi’nde, sonar Cumhuriyet Senatosu’nda görüşülür; teklif Kabul edilirse, 3 kişiden oluşan Yüksek Yargı Organı’nın onayına sunulur. Yüksek Yargı onaylamazsa, teklif kanunlaşmaz. Amerika’da, milletvekilleri ve senatörler, doğrudan halk tarafından seçilir. Adayları, parti başkanları belirlemez; adaylar, partili halk tarafından ön seçimlerle belirlenirler. Bu sebepten dolayı, Amerika’da başkanların hata yapma lüksleri yoktur ve her şeyi, siyasetin gereği olan uzlaşmalarla sağlarlar. Bugün ülkemizin gerçeği bellidir:

 
Bir kişi ne kadar bilgili, becerikli, gayretli, ahlâklı, faziletli olursa olsun; siyasî Parti liderleri onaylamadığı sürece milletvekili olamaz ve parti yönetimlerinde görev yapamaz. Bunun, aksi de varittir ve geçerlidir.

 
Sayın BAŞBAKAN;

 
Türkiye’yi tam anlamıyla HÜR VE DEMOKRAT bir ülke haline getirmenin ve MİLLÎ İRADENİN tam anlamıyla geçerli kılmanın ve de “Millet ne derse o olur” diyebilmenin tek yolu; seçim barajlarını kaldırmak ve milletvekili adaylarını, partiye kayıtlı üyelerin iştirak edeceği ve hâkim teminatında yapılacak ön seçimlerle belirlemektir. Bu yapılmadığı takdirde; “Temsilde adâlet, yönetimde istikrar” masalıyla milleti sistemin dışına iten ve liderleri seçilmiş diktatörler konumuna getiren göstermelik, çarpık ve azıcık demokrasi, milletin de, devletin de ufkunu karartır; Türkiye’yi, gerçek hedeflerinden uzaklaştırır.
 Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.

Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: