26 Nisan 2010 Pazartesi

Halkı aldatmaya kimsenin hakkı yoktur.

Sayın Şamil TAYYAR
Star Gazetesi Yazarı
Ankara 26 Nisan 2010


Sayın TAYYAR;


26 Nisan 2010 tarihli ve “Kaos Plânı” başlığını taşıyan yazınızı okudum.


Bir gazeteciden ziyade; parti mensubiyetinizi ve iktidar yandaşlığınızı önplâna alan bu yazınız, demokratlığınızı da tartışılır hale getirir. Zîra; ne olduğunu açıklamadığınız MÜESSES NİZAM, DEVLET, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ve DEMOKRATİK AÇILIM konularında alabildiğine kavram kargaşası yaratarak, kendi aklınızca kamuoyu oluşturmaya çalışmışsınız. Şöyle ki:


1- Çok sık kullandığınız MÜESSES NİZAM ifadesi, kimler tarafından ve ne maksatla ortaya atıldığı iyi bilinmeyen aldatıcı bir kavramdır ve de, bazı kişilerce maksatlı olarak kullanılmaktadır. Bu ifade, daima devletin DİRLİK ve DÜZENLİĞİNİ bozmak için kullanılmıştır. Bunu yapanlar da, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef almışlardır.


2- DEVLET, bizatihi vücudu olmayan bir kavramdır. Zaten devletin ilmî tarifi, “Bir hükümet idaresindeki siyasî topluluktur” şeklindedir. Devletin kurumları, kuruluşları ve organları vardır. Devleti ana KAİDELERE ve ana BELGELERE göre işletme görevi, hükümetlere aittir. Şayet devlet, kurallarına göre işletilmezse ve keyfî yönetim hâkim kılınırsa; kurum, kuruluş, kural ve kavram kargaşası kaçınılmazdır ve sulh, sükûn, huzur ve güven ortamını ortadan kaldırır. Devletle Hükümet kavramını iyi anlamayanlar, Hükümetleri devlet zannederler ve devletin, bir parti devleti haline getirilmesine sessiz kalırlar. Siz de, siyasî iktidarla devlet kavramını, bir birine karıştırarak, siyasî iktidar yandaşlığı sergilemişsiniz.


3- DEMOKRATİK AÇILIM konusu, açıklığa kavuşturulmamış ve bu açılımın neyi hedeflediği halka iyi anlatılmamıştır. Siyasî iktidar, önceleri “KÜRT AÇILIMI”, sonraları “DEMOKRATİK AÇILIM” ve şimdi de “BARIŞ ve KARDEŞLİK PROJESİ” olarak sunduğu bu açılımlarla ne yapacağını belirtmemiştir . Ne olduğu ve neyi hedeflediği bilinmeyen demokratik açılım konusunda, gölge avına çıkmış bir görüntü vererek yazılar yazmanız, mantık dışı bir davranıştır.


4- Gündemdeki ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ, Türkiye’nin önceliği değildir ve bu değişiklik, bir YARGI REFORMUNU da hedeflememiştir. Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirmek, bir reform olarak değerlendirilemez. “Antidemokratik 1982 Anayasası’nı değiştiriyoruz.” ifadesi gerçeği yansıtmamaktadır. Zîra; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda, Adâlet Bakanı ile Adâlet Bakanlığı Müsteşarı, konumlarını muhafaza etmektedirler ve bu durum, YARGI BAĞIMSIZLIĞINI getirmemektedir.


Sayın TAYYAR;


Sözle demokratikleşme olmaz. Türkiye bu hakkını, 1983 seçimlerinden sonra iktidara gelen siyasî iktidar yüzünden kaybetmiştir. Kusur, 1982 Anayasası’nın ve askerlerin değildir. Kusur, siyasî iktidarların keyfî yönetimleri ile devleti, bir parti devleti haline getirme hevesleridir. İzah edeyim:


Herkes, şu gerçeği irdelemelidir:


1982 Anayasası’nın kabulünden sonra İhtilâl Hükümeti’nin düzenlediği ve yürürlüğe koyduğu SİYASÎ PARTİLER ve SEÇİM KANUNLARI hiç değiştirilmeseydi ve seçimler, bu kanunlara göre yapılsaydı; acaba bugün, Türkiye, ne durumda olurdu? Zira; o kanunlar, halkı sistemin içine dâhil ediyordu ve siyasî parti liderlerinin mutlak egemenliklerini ortadan kaldırıyordu. Önseçimlerin, partiye kayıtlı bütün üyelerce ve hâkim teminatında yapılmasını öngörüyordu. Seçim barajı da getirilmemişti.


Ama; 1983 seçimlerinde tek başına iktidara gelen Turgut Özal Hükümetleri, zaman içersinde Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarında, gerçek bir demokrasinin ruhuna ters ve asla bağdaşmayacak değişiklikler yaparak demokrasimizi, tanınmaz hale getirmiş ve dâimâ bunalım doğuran bir şekle sokmuştur.


Her nedense; bugüne kadar bu konu tartışılmamış ve çarpıklığın düzeltilmesi hususunda gereken düzenlemeler yapılmamıştır.


Görüş ve iddiam da şudur:


Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları, gerçek demokrasinin ruhuna uygun biçimde düzeltilmediği ve Yüce Meclisin görevlerini, gerçek anlamda HÜR İRADESİYLE yapmasına imkân tanınmadığı sürece; Türkiye, bunalımdan çıkamayacak ve hiçbir şey düzelmeyecektir. Halk da, dâimâ sistemin dışında kalacaktır. Baştakilerin yolsuzluklarına hesap sormayan bir sistem, halkı ezecek ve çaresiz bırakacaktır. Yüce makamların, kişilerin İSTİRAHAT yeri olmadığı, milletin DAYANAĞI olduğu gerçeği unutulacaktır. Ve Türkiye, gerçek hedeflerinden uzaklaşarak, ÇAĞA damgasını vuramayacaktır. Zaten, vuramamıştır. Gerçek de, bilinmektedir:


Avrupa’da, Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip olan Türkiye, kendi kendini besleyemez duruma düşmüş ve borç içersinde yüzmektedir. Halk çaresiz ve borç içinde kıvranmaktadır.






Türkiye’nin gerçek sorunları ortadayken ve bilinirken; aklı, mantığı, ilmi dışlayarak ve hislerinize yenik düşerek; varsayımlara, ithamlara, dedikodulara ve birtakım isnatlara dayalı olarak yazılar yazmanızın ve kmuoyunu yanıltmanızın tutarlı bir tarafı olabilir mi?


Siz; her şeyden once, kendinizi sorgulamalısınız ve halkı, doğrular istikametinde bilgilendirmelisiniz. Aksi halde; okurlarınız, vatanî bir gerekçeye ve hizmet arzusuna dayanmadığınızı kabullenmek zorunda kalırlar.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı.

1 yorum:

DİLEK UYAR dedi ki...

Sn.Akıncı Yazınızdan yine çok şey öğrendim.İyi ki varsınız.