25 Şubat 2009 Çarşamba

Gaflet ve ihanet aynı kapıya çıkar.

Sayın Ertuğrul ÖZKÖK
Hürriyet Gazetesi Yazarı
İstanbul 25 Şubat 2009

Sayın ÖZKÖK;

25 Şubat 2009 tarihli ve “Kızım, her yazımı okumuyormuş” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Akılları, fikirleri, zihinleri donduran olaylar, herkesi üzmektedir. Bu hale düşüşümüzün sebebi bellidir:

DEVLET ve REJİM, 29 yıldan beri ANA KAİDELERE ve ANA BELGELERE göre işletilmemektedir. REJİME ve DEVLETE sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU taşıyan insanlarımızın sayısı da, yok denecek kadar azdır. “Bir ülke için en büyük tehlike, kötülük yapanlardan ziyade, kenara çekilip hiçbir şey yapmayanlardan gelir.” gerçeğini de, hatırlayan yoktur.

Halkı dışlayarak sistemin dışına iten ve siyasî parti liderlerini “SEÇİLMİŞ DİKTATÖR” konumuna getiren GÖSTERMELİK bir demokrasi ile idare edildiğimiz için SİYASÎ İKTİDARLAR, keyfiliği, kuralsızlığı ve adâletsizliği, MEŞRU NİZAM haine getirmişlerdir.

Gerçek bir demokrasinin hem varoluş sebebi ve hem de teminatı olan MEDYAMIZ, yükümlü olduğu görevini yapmadığı için de, bugün şikâyetçi olduğumuz SİSTEM, geriye dönüşü pek mümkün olamayacak bir şekilde perçinlenmiştir. Açık ifadeyle; baştakilerin yolsuzluklarına hesap sormayan bir sistem oluşturulmuştur.

Bu sistem, kolay oluşturulmamıştır. Siyasî ve iktisadî ayakları, millî değerleri tahrip ederek, millî varlığı yok ederek oluşturulmuştur. Bu sistemin nihaî hedefi, DEVLETİN, bir PARTİ DEVLETİ haline getirilmesiydi ve bu süreç, AKP iktidarı ile tamamlanmıştır. Bundan sonra nelerin olabileceğini veya nelerin yapılması gerektiğini, herkesin irfanına terk ediyorum. Fakat, bu noktaya gelişimizin esas sorumlusunun, MEDYAMIZIN olduğunu belirtmekte de sakınca görmüyorum.

Şayet; fikren geçmişe bir seyahate çıkarsanız ve Türkiye’nin son 29 yılını aklın, mantığın ve ilmin tahtında değerlendirirseniz; Türkiye’nin, nasıl bir tuzağa düşürüldüğünü ve bu husustaki sorumluluğunuzu anlamış olursunuz.

Ekte, 2 Eylül 2001 tarihinde size yazdığım mektubumun suretini tekrar gönderiyorum. Aradan geçen zaman, haklılığımı ortaya koymuştur. Umarım ki; bundan sonrası için, düzgün bir yol haritası çizersiniz. Zira; Türkiye, bir müstemleke ülkesi ve Türk milleti de bir müstemleke halkı haline gelmek üzeredir.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Sayın Ertuğrul ÖZKÖK;
Hürriyet Gazetesi Yazarı
İstanbul 2 Eylül 2001

31 Ağustos 2001 tarih ve "Eli sopalı, beli kameralı" başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Medya teröründen rahatsızlık duymuşsunuz. Öylesine ki; şu sözleri söylemek zorunda kalmışsınız:

"Motorola ve Nokia gibi şirketler şantajla dolandırılabiliyor. Mobius gibi bir yatırımcı, medya şantajıyla sindirilebiliyor, ülkenin en dürüst işadamları medya şantajıyla başını kaldıramaz hale getirilebiliyor ve bu ülkenin yetkilileri de buna, hiç ses çıkarmıyorlarsa ne diyeceğiz?"

Sayın Özkök;

Hiç şaşırmamalısınız. Zira; ülkemizdeki medya kuruluşlarının şantajla iş gördüğünü, hepimizden iyi biliyorsunuz. Şantaja bulaşmamış medya kuruluşumuz, yok gibidir. Bu; yeni ve bilinmez bir durum da değildir. İsterseniz; fikren, geçmişe bir seyahat yapalım ve olup, bitenlere, birlikte göz atalım:

Merhum Orhan Erkanlı, 20 Temmuz 1972 tarihinde neşrettiği "Anılar, Sorunlar, Sorumlular" adlı kitabında medya hakkında çok ilginç sözler söylemiş. İşte örnekler:

1- "Bizde basın işletmeleri aslında aile şirketlerinin elindedir. Türkiye'de yayınlanan gazete ve dergilerin yüzde doksanı, beş aile ve üç tröstün kati kontrolü altındadır. Dünyanın her yerinde kurulmuş olan basın tröstlerini tesirsiz hale getirmek ve yeni tröstleşmeleri önlemek için kanuni tedbirler alınırken, Türkiye'de tamamen ters bir gelişme olmuş ve 10-15 sene içinde bütün basın organları tröstlerin eline geçmiştir. Hükümetler, bu olumsuz gelişmelere seyirci kalmışlar, ve hatta istisnai imtiyazlar vererek, bu gidişi hızlandırmışlardır. Çeşitli nedenlerle ve fakat daima basından çekinmenin, basını karşıya almama arzu ve politikasının sonucu olarak meydana gelen bugünkü durum, artık normal hükümetlerin de gücünü aşan bir mahiyet almıştır. Türkiye'deki basın tröstleri o kadar kuvvetlidirler ki, değil normal iktidarların, askeri yönetimlerin dahi bunlara el sürmeleri, ıslahat yapmaları çok zorlaşmıştır."

2- "Gazetecilik ve yazarlık mesleği gittikçe zorlaşmaktadır. Dün olduğu gibi bugün de basın erbabı çeşitli baskılar altında çalışmak, para kazanmak ve yaşamak zorundadır. İlk güçlük, kendi patronlarından gelir. Gazetesinde başyazılar yazan bir yazar tenkit edildiği zaman; "Canım onun suçu ve hatası yok; ben söylüyorum, o yazıyor, adam ne yapsın?" diyecek kadar mesleğe saygısı olmayan, başyazarları kiralık kalem ve söylenenleri yazmaya mecbur bir kişi sayan patronlar görmüşüzdür. Ve maalesef, bazı yazarlar da bu rolü kabullenerek, patronun arzusuna uygun şekilde yazmaktan, bir gün beyaz dediklerine, ertesi gün, siyah demekten çekinmezler. Bu fiili durum içinde; basın hürdür, fikir işçisi özgürdür, isteyen kanunlar çerçevesinde doğru bildiğini yazabilir vs. gibi sözler, sadece fantezidir, boş laftır... Basın, kendi içinde özgür ve serbest değildir."

3- "Yani; basın, fikir hareketleri, yazarlık, halk oyunu oluşturma hedeflerinden gittikçe uzaklaşmakta ve basın müesseselerini birkaç aileye kar getiren, basit ticari kuruluşlar haline getirmekteyiz. Bugün arpa satan bir tüccarla, gazete çıkaran bir patron arasında hiçbir fark yoktur. Kötü arpa satışının zararı, birkaç hayvanı etkiler; fakat, bir gazete ile milyonları zehirlemek, saptırmak mümkündür. O halde; farklı muamele, neden?"

4- "Basın, Türkiye'de birinci kuvvettir. Dünyanın diğer ülkelerindeki sınıflandırmada basına, dördüncü kuvvet denir. Bizde birinci sıradadır. Halkımızın fikir seviyesi, diğer haberleşme araçlarının (radyo, televizyon ve hatta kitap) zayıflığı, yetersizliği; sadece basın vasıtasıyla olayların öğrenilmesine, değerlendirilmesine imkân vermektedir. Bu nedenle de, birinci önceliği almıştır basın."

5- "Basının bu gücünü her zaman memleket ve halk yararına kullandığı iddia edilemez. Birkaç gazete birleştiği zaman Türkiye'de en güçlü hükümetleri yıkar. Demirel'i yıkan basındır; hem de, hissi ve şahsi sebeplerle... Vatani bir gerekçeye, hizmet arzusuna dayanmadan….İnsanların meslekleri, servetleri, şerefleri, siyasi kariyerleri, istendiği takdirde, kısa zamanda sıfıra indirilebilir."

Sayın Özkök;

Erkanlı'nın sözleri, bugün de geçerli değil midir?

Medyanın kendi arasındaki kavgaları, çıkar çatışması değil midir?

Medya terörüne başvurmayan bir medyamız var mıdır?

Medyanın güttüğü geçerli tek hedef, PARANIN ÜSTÜNDEKİ YAZI DEĞİL MİDİR?

Vatanın, milletin, gelecek nesillerin çıkarlarını ön planda tutan ve bu uğurda toplumu yönlendiren bir medyamız mevcut mudur?

Türkiye; finans ve bankacılık kesimiyle, Türkiye'nin ekonomisine istek ve çıkarları doğrultusunda yön vermesini başaran ve idareleri baskı altında tutabilen 15-20 holdinge esir edilirken, medyamızdan bir ses çıkmış mıdır?

Gerçekten merak ediyorum.

Aksini savunabilecek durumda iseniz; bu mektubumu, tek bir harfine dahi dokunmadan yayınlayabilmelisiniz!

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Not:

Olması gereken biçimde ideal bir medyamız olsaydı;
bugün, dünya üzerinde kendi kendine yeterli ve başkalarına
muhtaç olmaktan kurtulmuş, bir hedefi gerçekleştirdikten
sonra yeni hedeflere yönelmesini başaran güçlü, mutlu, refah ve saadet içinde
yüzen bir büyük TÜRKİYE olurdu….

Hiç yorum yok: