18 Haziran 2009 Perşembe

Cah hırsı ve ahlâk

Sayın Akif BEKİ
Radikal Gazetesi Yazarı
İstanbul 18 Haziran 2009


Sayın Beki;

18 Haziran 2009 tarihli ve “ÜÇ ŞEYTANLA ANDIÇ KONUŞMASI” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Bilmenizi isterim: ŞEYTAN’IN görevi zihinlere VESVESE aşılamaktır. Bunun haricinde Şeytan’ın bir görevi yoktur ve kötülük yapmaz. Zaten Bakara Suresi’nde, “Onlar Şeytanları ile baş başa kaldıkları zaman…”sözleriyle başlayan AYET, bunu işaret etmektedir. Açık ifadeyle; insanlara, ülkelere ve milletlere en büyük fenalık, ŞEYTAN SIFATLI insanlardan gelir. Bu sıfattaki kişiler, insanlık tarihi boyunca bütün cinayetlerin, bütün zulümlerin ve bütün kötülüklerin sebebi olmuşlardır. Zirâ; bunlar, oturdukları yerde fitne ve fesat dokuyarak, insanları bir birlerine düşürürler.

Bu girişten sonra, esas konumuza gelelim: Büyük bir gazetede yazdığınıza ve görüşlerinizi, doğruluğuna ve yanlışlığına bakmaksızın belirttiğinize göre, okuyucularınızın da söz haklarının olacağı gayet tabiidir. Evvelâ şu gerçeği belirtmek isterim:

Türkiye’nin ve Türk milletinin en büyük ihtiyacı; SULH, SÜKÛN, HUZUR ve GÜVEN ortamı içerisinde geçirebileceği 15-20 yıllık bir zaman dilimidir. Ne yazık ki Türkiye, böyle bir zaman dilimini yakalayamamıştır. Bulunduğumuz coğrafyanın özellikleri sebebiyle, bu bölgede hedefleri olan dış güçler, buna imkân vermemişlerdir. Üstelik; Şeytan sıfatlı insanlarımız da, sebebi ne olursa olsun (İhanet veya gaflet), dış husumet odaklarına yardımcı olmuşlardır. Şayet Türkiye böylesine önemli bir zaman dilimini yakalayabilseydi; bu gün bölgede:

Kendi kendine yeterli ve başkalarına muhtaç olmaktan kurtulmuş; dünya üzerinde kurulan veya kurulacak her masaya eşit ağırlıkta oturmasını başaran ve hedef kovalayan ve her hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflere yönelen HUZURLU, MUTLU, ve REFAH içinde yüzen BİR BÜYÜK TÜRKİYE olurdu.

Bu görüşümü kabul veya reddetmek hakkınızdır. Ama; elinizdeki imkân sebebiyle kamuoyunu yönlendirici, doğruluğuna veya yanlışlığına bakmaksızın fikir aşılayıcı yazılar yazdığınız için, benim yazacaklarıma da katlanmak zorundasınız. Şimdi dikkat ediniz:

1-26 yıldan beri ülkeyi, sivil irade yönetmektedir. Askerler, her olayı, tanınan yetkileri çerçevesinde izlemektedirler. Türk Siyasi tarihini ve dünya siyasi tarihini çok iyi bildikleri ve de bölgemizde gelişen olayları çok iyi analiz ettikleri için, bir darbe peşinde değildirler ve demokrasiye, içtenlikle sadıktırlar. Gerçek arayışları, halkı sistemin dışına iten ve siyasî parti liderlerini “Seçilmiş Diktatörler” konumuna getiren GÖSTERMELİK BİR DEMOKRASİ” değildir. Türkiye’de olup, bitenleri gayet iyi takip ettiğim için, rahatlıkla şunu söyleyebilirim: Bugün askerler, yüksek eğitimleri sebebiyle herkesten fazla demokrattırlar.

2-Ne var ki; bölgenin büyük oyuncuları durumunda olan ve hedeflerini kovalayan dış güçler, askerlerin bu durumundan rahatsızlık duymaktadırlar ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni tahrik etmek ve yıpratmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Durmadan senaryolar üreterek, halkın, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne olan güvenini ortadan kaldırmak istemektedirler. Gerçek hedefleri ise; askerlere bir darbe yaptırmaktır. Bir darbe sonunda ise, Türkiye’de bir iç savaşın çıkacağına ve Türkiye’nin bölüneceğine inanmaktadırlar. İşte askerler, dış güçlerin hedeflerini gayet iyi bildikleri için, tahriklere kapılmayarak sabırlı davranmaktadırlar ve hazırlanan senaryoları bozmaktadırlar.

3-Tefrikalar, ihtilâflar, kavgalar içinde çalkalanan, fertleri birbiriyle boğuşan milletler, harice karşı mevcudiyetlerini muhafaza edemezler. Bir milleti ve bir ülkeyi yıkmanın en kolay ve tutarlı yolu, insanlarını birbirlerine düşürmektir. Bu yolu seçenler, “Sizi böldüreceğiz.” demezler. Genellikle masumane görünen metotlara başvururlar. Milliyetçiliği, inançları, örf ve âdetleri kullanarak, kitlelerin iradesine ipotek koyarlar. Bunu içinde önderler yaratırlar ve onları parlatırlar. Helei bir toplum geçim gailesiyle boğuşuyorsa, bunu başarmak gayet kolay olur. Zirâ; geçim gailesiyle boğuşan bir toplum, şevk ve heyecanını kaybettiği için, büyük düşünemez ve hamle yapamaz.

4-Ülkemizde uzun yıllardan beri tartışılır hale gelen GÜLEN CEMAATİ konusuna, bu gerçekler tahtında bakmakta fayda vardır. Şöyle ki:

Fethullah Gülen Hoca, bu cemaati yönetecek kabiliyet ve dirayette değildir. Muhakkak surete bu cemaatin, kamuoyunca iyi bilinmeyen üst kademe yöneticileri vardır. Belki de, bu üst yöneticilerin esas niyetlerini, faaliyetlerini ve bağlantılarını, Fethullah Gülen Hoca da bilmiyordur. Bana göre cemaati oluşturan geniş kitle de gerçekleri bilmemektedir. Emir komuta hiyerarşik düzen içersinde, bir büyüklüğün meydana getirildiğini zannetmektedir. Mutlak olan gerçek de, etkili bir cemaatin meydana getirilmesidir. Ki, böyle bir oluşum, ülkemiz ve milletimiz için daimâ risk taşır; zıt mizaçların, bir mefkûre etrafında birleşmesine engel olur. Nitekim, Türkiye, böyle bir süreçten geçmektedir. Gülen Cemaati ile Taraf Gazetesi’nin ittifak içersinde hareket etmesi, her şeyden önce Cemaat mensuplarını düşündürmelidir. Zirâ; herhangi bir mesele hislerin tahtında değerlendirilirse; akıl, mantık ve ilim, mutlak surette yenik düşer. Unutulmamalıdır: CAH HIRSI, ahlâkın en üst seviyesine çıkmış insanların dahi ayağını kaydırır.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: