9 Şubat 2010 Salı

Başarısızlığın sorumlusu kimdir?



Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 9 Şubat 2010


Sayın BAŞBAKAN;


Partinizin bugünkü Meclis Grubu Toplantısında yaptığınız konuşmanızı, dikkatle ve düşünerek izledim. Şu gerçeği, açık olarak belirtmekte bir sakınca görmüyorum:


Her konuşmanızda değindiğiniz gibi Türkiye’yi 2002 yılında başlamış gibi göstermeniz, hem doğru değildir ve hem de tutarsızdır. Zîra; 2002 yılında devraldığınız varlığın dökümü ortaya konduğu zaman, cevap vermekte zorlanırsınız. Her şeyi kapsayacak şekilde vereceğim enerji örneği, geçmiş iktidarları kötüleme gerekçesini ortadan kaldırır.


2002 yılında 187 milyar kilovat/saat elektrik enerjisini ve elektrik dağıtım ve iletişim şebekesini hazır buldunuz. Acaba, “7.ci yılını tamamlayan ve 8.ci yılına basan iktidarınız döneminde elektrik enerjisine ne kadar katkınız oldu?” diye sorulursa; vereceğiniz cevabınız ne olur?


Üniversiteler konusunu da, “Devlette devamlılık esastır” gerçeğine aykırı bir şekilde siyasî amaç gütmektesiniz. Şöyle ki:


1965 yılında Türkiye’nin 6 üniversitesi vardı. 1980 yılında üniversite sayısı, 27 adede çıkmıştır. 12 Eylül İdaresi ve sonrası siyasî iktidar, üniversiteleri “Anarşi ve terör sebebi” addettiği için, 1991 sonuna kadar ancak 2 üniversite kurulmuş ve üniversite sayısı, 29 adede yükselmiştir. 1992-2002 yıları arasında ülkeyi idare eden siyasî iktidarlar, üniversite kuruluşuna hız vermişler ve 58 yeni üniversite kurarak iktidarınıza, 87 üniversite devretmişlerdir.


Konuşmanızda, Osmaniye’de kurulacak 1 milyar dolar tutarındaki tesisi, sanki sizden evvelki iktidarlar, hiçbir şey yapmamışlar gibi, övünçle gündeme taşıdınız. Ama; Türk-Telekom’dan, Tüpraş’tan, Petkim’den, Erdemir’den, İsdemir’den, Köprüler’den, Otoyolar’dan otomobil fabrikalarından, Tekel’den hiç bahsetmediniz.


Şu da bir gerçektir ki: Sizden evvelki iktidarlar, yatırımları, millî serveti artıracak şekilde gerçekleştirmişlerdir. İktidarınız ise; bazı yatırımları gerçekleştirirken, millî serveti azaltmıştır. Kendi ifadenizle; 50 milyar dolar özelleştirme yaptığınızı, zaman, zaman belirtmektesiniz. Bu durum karşısında; “Sattığınız millî varlıklarımızı, acaba, 100 milyar dolara tekrar geri kazandırabilir misiniz?” diye sorulsa, acaba, cevabınız ne olur?


Sayın BAŞBAKAN;


Övünmek ve muhalefeti suçlamak, siyasetin tabiatında vardır. Ancak; övünürken veya muhalefeti suçlarken ölçü kaçırılırsa; bundan sulh, sükûn, huzur ve güven ortamı çıkmaz ve bir birleriyle zıtlaşan bir toplum yapısı oluşur. Siyasî iktidar olarak asıl üzerinde duracağınız konu, milletin ne derece rahat olduğu ve geleceğe güvenle bakıp, bakmadığı olmalıdır. Şöyle ki:


Açlık sınırı, 850 liraya; yoksulluk sınırı, 2 bin 600 liraya yükselmiştir. Çalışanların, emekli, dul ve yetimlerin aldıkları ücretler de bilinmektedir. Ki; bu kesimler, yoksulluk sınırının altındadır. Bu kesimleri, nasıl ve hangi programla rahata kavuşturacaksınız?


İşsizlik, toplumun huzurunu bozacak ve insanları ümitsizliğe sev edecek tarzda yaygınlaşmıştır. Sokaklar, umutsuz, çaresiz ve tutunacak dal arayan genç işsizlerle doludur. Bu yaygın ve kangren haline gelen işsizliğe nasıl bir çare bulacaksınız?

Tarım ve hayvancılık çökmüştür ve Türkiye, gıda maddeleri ithâl eden bir duruma düşmüştür. Bu duruma, nasıl bir çare bulacaksınız?


Geniş halk kitleleri, borç batağına saplanmıştır ve 2 milyon kişi, bankaların haciz kıskacı altındadır. İcra dairelerindeki dosyalar, konacak yer olmadığı için koridorlara taşmıştır. Halk, durduk yerde ve keyfî olarak borçlanmayacağına göre; bu durum, iktidarınızın iktisaden başarısız olduğunun göstergesi değil midir?


Devletin borç stoku, 2009 sonu itibarıyla 300 milyar dolara yükselmiştir. Bütçe; 2008 yılında 17,5 milyar lira; 2009 yılında 63 milyar lira açık vermiştir. Bütçenin; 2010 yılında 51 milyar lira açık vereceği öngörülmüştür. 2002 yılında 51 milyar lira, 2009 yılında da 55,5 milyar lira faiz ödemiştir ve 2010 yılı için faiz ödemesi, 56,750 milyar lira olarak öngörülmüştür. Böyle bir bütçeyle Türkiye’yi rahatlatmak ve halkı huzur ve refaha kavuşturmak, işsizliğe ve zorluklara çare bulmak, ekonomiyi üretken hale getirmek, nasıl mümkün olacaktır? Parlak sözler söylemekle ve hayalî gelecek vaat etmekle sorunlar çözülebilseydi; bugün Türkiye, bu hale düşer miydi?


Gerçekleri dile getirmek ve ülkeyi muhalefetin idare etmediğini belirtmek için demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Dikkate alacağınızı ummaktayım.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: