Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 2 Şubat 2010
Sayın BAŞBAKAN;
Partinizin Meclis Grubu toplantısında yaptığınız konuşmanızı, büyük bir dikkatle izledim.
Sert bir üslûpla muhalefeti hedef alan konuşmanız, alıştığımız ve bundan evvelki konuşmalarınızda belirttiğiniz hususların tekrarı mahiyetindedir. Yine; Türkiye’yi 2002 yılından başlattınız ve sizden evvelki iktidarları statükoculukla ve popülistlikle suçladınız. Bunu yaparken de; devraldığınız varlıkları hiç hesaba katmadınız.
Konuşmanızın dikkat çekici bölümlerinden biri de, para basma konusudur. Sanki, sizden evvelki iktidarların ekonomiyi, para basarak yürütmüşler gibi bir izlenim vermeye çalıştınız. Bana göre en büyük yanılgınız da budur. Öyle zannediyorum ki; ekonomi danışmanlarınız, ilgili bakanlarınız ve bürokratlarınız, bu hususta sizi, yanlış bilgilendirmişlerdir. Şöyle ki:
12 Eylül 1980’i milât kabul edersek; o günden bugüne kadar geçen süre içersinde ülkeyi idare edenler, para basmak bir yana; ekonominin ihtiyacı olan parayı piyasaya vermemişler ve yabancı paraları tedavüle sokarak, dolar ticaretini en büyük ve en kârlı sektör haline getirmişlerdir
Bu sistemin kurucusu da, yere, göğe sığdıramadığınız Turgut Özal’dır. 12 Aralık 1983 tarihinde yürürlüğe konan Türk Parasının Kıymetinin Korunması Hakkındaki Kanunda yapılan değişiklik, 1987 yılında Hazine ile Merkez Bankası arasında imzalanan Protokol (Ki; bu protokol, Merkez Bankası’nın Hazine’yi fonlamayacağını içermektedir), Ağustos 1989’da yürürlüğe konan 32 Sayılı Konvertibilite kararı; Türkiye’nin ekonomisini, rant esasına göre şekillendirerek, üretkenlikten uzaklaştırmıştır. Aradan geçen 30 yıl zarfında, Türkiye’nin ekonomisi tasfiye edilmiş ve başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz ve altyapı tesislerimiz ve hatta perakende ticaretimiz, yabancıların eline geçmiştir. Üstelik; bu dönem zarfında Türkiye, 600 milyar doları aşkın faiz ödemiş ve iç ve dış borç batağına saplanmıştır. Bu gerçeğin üstü de, “Aman, para basılmasın, sonra enflâsyon olur.” aldatmacasıyla örtülmüştür. İktidarınız da, aynı modelde karar kıldığı için, başarısızdır ve bu sebeple de şikâyetler, had safhadadır.
İsterseniz; 12 Eylül 1980’i milât kabul ederek, bir araştırma yaptırabilirsiniz. Devletin kayıtları elinizdedir. 12 Eylül sabahı 12,5 milyar dolar olan dış borçların, yok denecek kadar olan iç borçların, hangi tarihlerden itibaren büyüdüğünü ve bugün, hangi seviyelere ulaştığını, kolaylıkla tespit ettirebilirsiniz. Şöyle bir mukayese de yaptırabilirsiniz:
1965 yılında Türkiye’nin, geleneksel tarım ürünlerine dayalı ihracatı, 500 milyon dolardı ve fert başına millî geliri, 400 dolardı. Bir askeri müdahaleye ve istikrarsız geçen 1970’li yıllara rağmen; 15 yıl zarfında, fert başına millî gelirimizin 1600 dolara, ihracatımızın 3,5 milyar dolara nasıl yükseldiğini tespit ettirebilirsiniz.
1965’te 4 milyon ton olan çimento üretiminin 22 milyon tona; 4,5 milyar kilovat/saat olan elektrik üretiminin 36 milyar kilovat/saate; 280 bin ton olan sıvı çelik üretiminin 8 milyon tona; 1 milyon ton olan rafineri kapasitesinin 32 milyon tona nasıl ve hangi ekonomi ve para politikaları sayesinde yükseltildiğini ve saymakla bitirilemeyecek kalkınma ve yatırım hamlelerinin nasıl gerçekleştirildiğini tespit ettirebilirsiniz.
Bu işin anahtarı da, tedavüldeki kâğıt para miktarıdır. Bunun tespiti de gayet kolaydır. Şöyle ki:
Tedavüldeki para miktarını, millî gelire ve Bütçe büyüklüğüne oranlamak yeterlidir. Bu tespitte; tedavüldeki para miktarının Millî gelire oranının yüzde 10; Bütçe büyüklüğüne oranının da yüzde 30 olduğu görülecektir. Bu tespitte bir şey daha görülecektir: 1985’den itibaren bu oranlar küçülmüştür. Bugün oran; Bütçe büyüklüğüne göre yüzde 12, Milli gelire göre yüzde 4 seviyesindedir.
İşte Türkiye, para basılmaması sebebiyle iç ve dış borç batağına saplanmıştır ve yabancılara varlık satışları sebebiyle millî servetimizde azalma olmuştur. Kazananlar ise, KUR-FAİZ makasında oynayan dolar tacirleridir.
Sayın BAŞBAKAN;
Hemen, hemen her konuşmanızda, Zorunlu Tasarruf ve Konut Edindirme Yardım Fonundan bahsetmektesiniz. Bu fonlar, yanlış ekonomi ve para politikaları sebebiyle geçmiş iktidarların getirdiği çarpık uygulamalardır. Bu ödemeleri yaptığınız için övünürken; diğer taraftan İşsizlik Sigorta Fonunu görmezden gelmektesiniz. Bu fondan Bütçeye yapılan aktarmalar, günün birinde sizin için de tenkit konusu yapılacaktır.
İfade etmekte beis görmüyorum:
Türkiye, 30 yıldan beri yanlış ekonomi ve para politikalarıyla idare edilmektedir. Bu yanlış model Türkiye’yi, finans ve bankacılık kesimiyle Türkiye’nin ekonomisini istek ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmesini başaran ve idareleri baskı altında tutabilen 15-20 holdinge esîr edilmiştir. Yani; ülkenin kaynakları, belirli bir zümreye ikram edilmiştir. Orta tabakanın erimesinin, işsizliğin, fukaralığın, çaresizliğin, yatırımsızlığın, üretimsizliğin ve istikrarsızlığın gerçek sebebi budur.
Demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz etmeyi, vatandaşlık görevi olarak addettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
2 Şubat 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder