3 Ekim 2008 Cuma

Hangi lâiklik

Sayın Taha AKYOL
Milliyet Gazetesi Yazarı 19 Haziran 2008


Sayın Akyol;
19 Haziran 2008 tarihli ve "Hangi Lâiklik" başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Asla beceremediğiniz mantık oyunlarına başvurduğunuz için, tipik bir Taha Akyol klâsiği olmuş!
Lâiklik konusunda doğruyu bulmak için evvela, "Hangi Din veya hangi dindarlık?" sorusunun cevabını bulmak şarttır. Eğer bu sorunun düzgün cevabı bulunursa; bütün insanlık âleminin saadetini hedefleyen evrensel İslâm Dini'nin, bizatihi lâik bir din olduğu ortaya çıkar. Kur'an'ın "Dinde cebir yoktur" ve "Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize" hitabı, bu gerçeğin en sağlam delilidir.
Evet; dinsizlik, hiçbir zaman ve hiçbir yerde ekseriyetin mezhebi olmamıştır. Ama Allah, hükümlerinin asla eskimeyeceği Kur'an'da, din hususunda insanları serbest bırakmıştır. Dinin hakiki mübelliği Hz. Peygamberimize emri, kesindir:
"Habibim! kabul etmiyorlar diye üzülme. Sen, tebliğ et, geç!"
Neden?
Çünkü DİN, bir vicdan işidir. Vicdan, emirler haricidir ve müdahale kabul etmez.
Yalnız; Kur'an'a göre kesin olan bir gerçek de şudur:
"Kabulleriniz ve inançlarınız ne olursa olsun; madem ki bir beldede yaşıyorsunuz; o halde, beldenin imar ve inşâsı ve insanların sulh, sükun, huzur ve güveni için, fark gözetmeksizin elbirliğiyle çalışmak zorundasınız."
Yani; günlük muamelelerde inanç farklarından dolayı tercih ve ayırım yapılamaz. Yapıldığı takdirde, bir zorlamanın oluşacağı kesindir.
Tarihi bir örnek vereyim:
Hz. Peygamberimiz hicret emrini aldıktan sonra, bir klavuz ihtiyacı doğdu. Peygamberimiz araştırdı ve tavsiye üzerine bir kişi de karar kıldı. Hz. Ömer, bu klavuzun adını öğrenince, "Efendim! Bu kişi, müslüman değildir. Nasıl itimat edersiniz?" diyerek itiraz edince Peygamberimiz, "Evet, henüz müslüman olmamıştır. Ama, emin adamdır." Her zamana örnek teşkil edecek cevabıyla, Hz. Ömer'in itirazını reddetmiştir.
Şimdi günümüze gelelim:
Günümüzde dindarların vicdanları, HÜR değildir. Ya tarikatların, ya cemaatlerin, ya diniîvakıf ve derneklerin, ya da dini siyaset malzemesi yapan siyasî heyetlerin cebrî veya bir menfaat karşılığı baskısı altındadır. Örnek: siyasi simge haline getirilen ve bir örnek olarak biçimlendirilen türbanın tercih sebebi haline getirilmesi. Bir örnek daha: Öğrenci yurdunda barıdırılan gariban bir öğrenciyi ibadete zorlamak veya "Sabah namazında görmezsem, kahvaltıya da gelme" demek. Bir çarpıcı örnek de, dâimâ başvurulan siyasetten: Tarikat, cemaat, dini vakıf ve dernek yöneticilerinin, mensuplarını, seçimlerde belirledikleri siyasi partiye yönlendirmek. Yani; Allah'ın hiçbir mevcuda vermediği ve sadece insanlara bahşettiği İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarına baskı uygulamak ve zincire vurmak.
Şimdi soruyorum:
Ülkemizde dindarlar, dâimâ bu baskıya maruz kalmamışlar mıdır? Millî Nizam Partisi'nden itibaren bugüne kadar devamı olan partiler, dindar kitle üzerinde bu baskıyı yapmamışlar mıdır? 2007 seçimlerinde AKP, "Dindar bir cumhurbaşkanı seçtirmediler" sloganıyla meydanları inletip, halkın din duygularını siyaset malzemesi yapmadı mı? AKP iktidarı kadrolaşırken dindarlığı referans olarak kullanmıyor mu? Bu davranışıyla toplumu, "Bizden olanlar veya bizden olmayanlar" anlayışıyla ayırıma tabî tutmuyor mu?
Bu tercih veya uygulamalar, gerçek anlamda lâikliğin ihlâli değil midir? Bu ihlâl, şekilciliğin ve birtakım münafıklığın yerleşmesine sebep olmuyor mu? Belediyelerin uygulamaları ise ayrı bir faciadır ve tam anlamıyla halkın, hür olması gereken iradelerinin satın alınması stratejisine dayalıdır.
Gelelim, laikliğin tarif ve kabullenişine:
Prof. Ali Fuat Başgil lâikliği, "Lâiklik, din ile devletin ayrılması ve devletin din, dinin de devlet işlerine karışmaması" şeklinde tarif etmiş ve din işlerini, dindarlar muhitine ve ferdi vicdanlara bırakılması gerektiğini söylemiş. Doğrusu da budur. Prof: Mümtaz Soysal'ın tarifi de, ifade farkına rağmen aynı istikamettedir. Prof: Tanör de aynı görüştedir ve böyle bir modelin daha anlaşmalı, uzlaşmalı ve daha barışçı bir yöntem olduğunu ve dünyada daha yaygın olarak benimsendiğini ifade etmiş.
Siz de, "Demokrat Parti'den itibaren Merkez Sağ ve liberaller, bu modeli savunur" ifadesini kullanmışsınız ve doğru bir ifadedir. Ancak; bir gerçeği de belirterek, dini siyaset malzemesi yapanların, merkez sağ partilere nasıl saldırdıklarına örnek vermek istiyorum:
Necmettin Erbakan, siyaset sahnesine çıktığı andan itibaren, gerçek anlamda lâik olan ve zıt mizaçları bir mefkûre etrafında birleştirmeyi gaye edinen Adalet Partisi için, meydanlarda "Renksiz", özel toplantılarında "Dinsiz" ifadelerini kullanmıştır. Bu görüş, hâlâ AKP içinde yaygındır ve Adalet Partililer ve de Süleyman Demirel sevilmez. Bunun izini, AKP'nin seçim afişlerinde de görürsünüz. Afişlerde, demokrasinin yıldızları olarak "Adnan Menderes- Turgut Özal- Tayyip Erdoğan"a yer verilmiştir. Süleyman Demirel yoktur. Demirel, antidemokrat bir kişi midir? Hayır! Ama, AKP'lilerin nezdinde dinsizdir. 28 Şubat sürecinde dine cephe aldığı kabul edilir.
Sayın Akyol;
Bu gerçekler tahtında lâikliği "Jakoben lâiklik" e hapsederek gerçekleri gizlemeniz, hoş olmamıştır. Bunu söylerken de, "Duygularımıza hangisi uyuyorsa; o, doğru gözükür" sözünüzü referans aldım. Ayrıca; bu önemli konunun, hislerin tahtında değerlendirilemeyeceğini vurgulamak istedim. Ziraâ herhangi bir mesele, hislerin tahtında değerlendirilirse; akıl, mantık ve ilim, mutlak surette yenik düşer.
Siz; bir yazarsınız ve köşenizde görüş bildirme hakkının sahibisiniz. Ben de vatandaş olarak; sizin görüşlerinizi kabul etmek zorunda değilim ve eleştiri hakkının sahibiyim. Görüşlerimi kabul etmeyebilirsiniz. Görüşlerimden bir şartla vazgeçerim. O da, şudur:
AKP'nin, dini siyaset malzemesi yapmadığına ve türbanı, diniîsimge ve referans olarak kullanmadığına dair yemin ederseniz!
Saygılarımla.

0216- 4181726
0532- 4576956 Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: