28 Ekim 2008 Salı

Söz ve Makam

Sayın Abdullah GÜL
CUMHURBAŞKAI
Ankara 25 Ekim 2008


Sayın CUMHURBAŞKANI;

Gerçekleştirdiğiniz dış geziler esnasında zaman, zaman canınızı sıkan ve cevap vermekte zorlandığınız soruların sorulması üzerine bu mektubumu yazmış bulunmaktayım. Zira; çok gezmek, faal görünmek ve programlı veya programsız dış münasebetlerde bulunmak; Türkiye’nin sorunlarını çözmeye ve dostluk köprüleri oluşturmaya yeterli değildir. Çünkü; “Bir ülkenin dış siyasetini, bulunduğu coğrafyası belirler” gerçeğine göre; her ülkenin, diğer ülkelere karşı geliştirmeye, çıkarlarını korumaya matuf dış politikaları mevcuttur.
Bu gerçeği de, Fransa’nın ünlü Devlet Başkanı DE GAULLE, şu sözleriyle ifade etmiştir:

“Herhangi bir sebeple Fransa’nın dış meseleleriyle ilgili beyanat vereceğim zaman, günlerce düşünürüm; düşündüklerimi not ederek işin uzmanlarına veririm ve yazılı metin haline getirtirim. Konuşacağım zaman da, asla ve asla o metnin dışına çıkmam. Zira; her ülkenin, diğer dünya ülkeleri nezdinde çıkarları veya zıtlıkları vardır. Bu se beple; ciddî ve dünya siyasetini iyi bilen devlet ve siyaset adamları, dikkatli olmak zorundadır.”

Bu gerçeğe göre görüş ve düşüncelerimi arz etmekte beis görmüyorum. Maksadımı, iki örnekle açıklamak istiyorum:
1-Frankfurt’ta, Kürt meselesiyle ilgili olarak sorulan bir soruyu; “Eskiden Kürtler, kökenleri nedeniyle dışlanmıştı. Ancak, bugün durum değişmiştir ve Kürtlerin kültürel hakları güçlendirilmiştir.” Şeklinde cevaplandırmışsınız.
Bu cevabınıza itirazım vardır. 1958 yılından itibaren Türkiye’yi yakından ve gayet dikkatli biçimde izleyen bir vatandaş olarak Devletin, köklerinden dolayı vatandaşlarına farklı muamele ettiğine hiçbir yerde ve hiçbir zaman şahit olmadım. Doğu ve Güneydoğu’yu da, fırsat buldukça karış, karış gezerim ve bu bölgeleri, avucumun içi gibi bilmekteyim. Her seyahatimde, âdetâ bir sosyal antropolog gibi bölge halkının yaşantılarını, kültürlerini ve aşiret yapılarını inceledim. Gözlemim şudur: BÖLGE HALKININ BAZI SIKINTILARININ KAYNAĞI, DEVLET DEĞİL, FEODAL YAPIDIR.
Başımızın belâsı haline getirilen TERÖR ise; tamamen dış kaynaklı ve ÜNİTER YAPIMIZI hedef alan bir saldırıdır. Bu gerçeği dikkate alarak vereceğiniz cevap; “TÜRKİYE’DE DEVLET, HİÇBİR DÖNEMDE VATANDAŞLARINA, IRKINA GÖRE FARKLI MUAMELE ETMEMİŞTİR.” Şeklinde olmalıydı.

2- Yine Frankfurt’ta, kanayan bir yara haline getirilen türban konusundaki soruya, “Görevim nedeniyle parti politikası yapamam. Türban tartışması, Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgilidir. Benim ülkem, lâik ve demokratik bir ülkedir. Bir kadının türban takıp, takmaması, kendi tercihidir. Ayrıca; ailelerde, bu konuda büyük bir kargaşa yaratılmıyor. Kargaşa; işe, politikacıların karışması ve bu konuyu, kültürel bir olay haline getirmeye çalışmalarıyla başlıyor.”, cevabını vermişsiniz.

Bu cevabınız doğru olmakla birlikte, bu hususla ilgili bir açıklamayı, Frankfurt’ta yapmamalıydınız. Çünkü; işin başından beri TÜRBANI, siyasî simge hâline getiren bir SİYASÎ HEYETİN içinde yer aldınız. Şayet mensubu olduğunuz siyasî partiler, türbanı, siyaset malzemesi olarak kullanmasalardı ve din eksenli siyaset yapmasalardı; bugün, TÜRBAN SORUNU gibi bir sorunumuz olmayacaktı. Bu gerçeği; Parlâmentoya girdiğiniz 1991’den, Cumhurbaşkanı seçildiğiniz 2007’ye kadar geçen süre zarfında, Meclis’te yaptığınız konuşmalarınızın zabıtlarında, herkes görebilir ve öğrenebilir. Şu husus da gerçektir: Kültürel ve geleneksel bir husus olan BAŞÖRTÜSÜ, siyaset meselesi haline getirilerek, TÜRBAN simgesine dönüştürülmüştür. Yani; bir ÇIKMAZ SOKAK yaratılmıştır.

Sayın CUMHURBAŞKANI;

Bulunduğunuz makam, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN en YÜCE makamıdır. Göreviniz; DEVLETİN, ANA KAİDELERE VE ANA BELGELERE GÖRE İŞLETİLMESİNİ SAĞLAMAK VE DEVLETİN, BİR PARTİ DEVLETİ HALİNE GETİRİLMESİNİ ÖNLEMEKTİR. Zira; devletin makamları, hangi kademede olursa olsun; KİŞİLERİN İSTİRAHAT YERİ değil; MİLLETİN DAYANAĞIDIR. Hangi kademede olurlarsa olsunlar, DEVLET ve SİYASET ADAMLARI, “Her sözün bir makamı ve her makamın bir sözü vardır.” Gerçeğini bilmek ve icabına uymak zorundadırlar.

Türkiye’yi yakından ve dikkatli biçimde izleyen; ANA KAİDELERE ve ANA BELGELERE göre İŞLEYEN BİR DEVLET ve işleyen REJİM arayan; REJİME ve DEVLETE sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU taşıyan; vatandaşlık HAK ve GÖREVLERİNİ iyi bilen bir vatandaş olarak ve DEMOKRATİK HAKLARIMI kullanarak; İnançlarımın gereği Hz. ÖMER’İN, “Bir millet icabında idare edenlerini acı, acı tenkit etmezse ve o idareciler de kendilerine yöneltilen tenkitlere lâzım gelen alâkayı göstermezlerse; ne o milletten ve ne de o idarecilerden hayır gelmez!” sözlerini REHBER edinerek duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

0216-4181726
0532-4576956

Hiç yorum yok: