1 Ekim 2008 Çarşamba

Tınaz Titiz'e yazdığım mektubum

Kıymetli Tınaz Bey; 15 Temmuz 2008
Askerlerde darbe eğiliminin olmadığını 28, Şubat 1997 olayı sebebiyle gayet iyi biliyorum.
Askerler, bir darbe ortamının yaratılmaya çalışıldığını kabullenmişlerdi. Cumhurbaşkanı'nın devreye girerek, Başbakan Erbakan'ın uyarılmasını talep etmişlerdir. Cumhurbakanı'nın gayretleriyle rahatlık sağlanmış ve badire atlatılmıştır.
Dikkat edilirse Erbakan, Şubat ayında değil, 13 Haziran 1997'de istifa etmiştir. Kanaatime göre Erbakan'ı istifaya, tekrar başbakan olmabilmek gayesiyle yanıp tutuşan Tansu Çiller zorlamıştır. Şayet Erbakan istifa etmeseydi; piyasaya, muhtemelen yeni kasetler sürülecekti. Günün içişleri Bakanı Akşener, önemli rol üstlenmi olabilir.
Darbe ortamı yaratılmazsa, askerlerin kışladan çıkmaları düşünülemez. 27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta ve 12 Eylül'de öyle olmuştur. 12 Mart'a geliş sürecini en iyi bilen kişi, o dönemde görev üstlenen ve anılarını "Kimse alınmasın, kendimi anlatıyorum" adlı kitabında anlatan Hasan Cemal'dir.(Okumanızı tavsiye ederim). Bir de Hasan Cemal'in, 10 Temmuz 2008 tarihli ve "Ergenekon: Mahkemede dağ fare doğurursa..." başlığını taşıyan yazısını okumanızda fayda vardır. (Aslında darbe hususunda zaman aşımı olmadığına göre Hasan Cemal ile kitabında bahsettiği darbe tertipçisi ve kışkırtıcısı kişilerin yargılanması gerekir. En büyük deliller de kitap ile 10 Temmuz tarihli yazıdır. (Sağ olsaydım, iyi bir ağır ceza avukatına dilekçe yazdırarak haklarında suç duyurusunda bulunurdum.). 28 Şubat sürecinde Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın bazı gazetelerde yayınlanan "Eğer gerek 27 Mayıs'ta, gerek 12 Mart 1971'de ve gerekse 12 Eylül 1980'de Demirel gibi bir Cumhurbaşkanı olsaydı; belki de o ihtilâller ve müdahaleler olmazdı" sözleri, darbeler hususundaki görüşümü, önemli ölçüde doğrular.
Siyasî tarihimiz, hislerden azâde bir şekilde irdelenmemiştir. Önemli bir coğrafyada bulunmamız sebebiyle dış husumetlerin mihraklarını, siyasî, iktisadî ve askerî açıdan iyi araştırıp irdeleyemedik. Bugün de öyle...ABD, İngiltere ve İsrail'in müştereken hedefledikleri husumetleri, anlamakta geç kalmış durumdayız. Bugün bir darbenin gerçekleşmesi halinde, Türkiye'nin büyük bir iç çatışmaya sürükleneceğini hesaplamaktadırlar. Ki; bu durum, her üç ülkenin de arzuladıkları bir durumdur. Güneydoğumuzu, kaybedeceğimizi ve Ermenistan'ın toprak taleplerinin karşılanacağını zannetmektedirler. İktisadî hedefleri zaten gerçekleşmiştir. Askerî3i ve siyas hedeflerinin gerçekleşmesine çalışmaktadırlar. Kim ne derse desin; zor günler, bizleri beklemektedir. Ürkütücü zorluklar kapımızı çaldığı halde; kimin, neyi ve niçin yaptığını dahi düşünmüyoruz. Ve hatta, düşünecek halde dahi değiliz. Medyamızın, zenginlerimizin, aydınlarımızın ve siyasîlerimizin halleri ortadadır. Paranın üstündeki yazıdan başka hedef ve değer tanıyan yoktur. Hiç kimse; yaptıklarını ve yapacaklarını vatani bir gerekçeye ve hizmet arzusuna dayandırmamaktadır. Hiç kimse; "Demokrasi" adı altında acı bir esarete mahkûm edildiğimizin farkında bile değildir. İktisadiîbağımsızlığımızı kaybettiğimiz takdirde, istiklalimizi de kaybedeceğimizi, en azından bir müstemleke haline geleceğimizi düşünen de yoktur. Kâmran İnan, "Haini bol bir ülkeyiz" sözünü, dikkate alan yoktur. Gafletin de ihânet olduğunu düşünen yoktur.
Gündemimizi, asker düşmanlığı aşılayan ve askerleri tahrik etmek için olağanüstü gayret sarfeden ve taşıdıkları misyonları kamuoyunca iyi bilinmeyen misyonerlerin yaygaraları işgâl etmiştir. Şimdi size bir soru:
Garnizonlarda ve Doğu ve Güneydoğu'da görev yapan ve Türkiye'i ve dünyayı iyi izleyen rütbeli veya rütbesiz bir asker olsanız; bu olaylar karşısında ne düşünürsünüz? Tahriklerden ve düşmanlıklardan etkilenmez misiniz? Aklınızı hakem yapmak için ne kadar gayret ederseniz ediniz; tehevvüre kapılıp, belirli ölçülerde hislerinize yenik düşmez misiniz?
Eksikleri, hatâları ve geçmiş yanlışlıkları olabilir; ama, Türk Silahlı Kuvvetleri bugün, kendi iç dinamikleri, disiplini ve yüksek eğitimleri sebebiyle Türkiye'nin en mükemmel ve tutarlı bir kurumudur. Yıpratılması da, ülkenin ve milletin hayrına değildir.
Ülkenin gerçek aydınları, Soros'un desteğindeki misyonerlere yenik düşmüşlerse; bu gafletin ve gayretsizliğin faturası, askerlere kesilemez herhalde!
Düşünmek lazımdır: Hakkında ağır Ceza mahkemelerinde sayısız davası olan bir siyasi, gelişmiş Batı ülkelerinin hangisinde Maliye Bakanlığı yapabilir? Baştakilerin yolsuzluklarına hesap sormayan bir sistemin adı, demokrasi olabilir mi? Bu ülkede siz de bakanlık yaptınız. Niye büyük bir servetiniz yoktur? İsteseydiniz yapamaz mıydınız?

Not: Buluşacağımız bir günde 28 Şubat
sürecini, detaylarıyla anlatırım.
Saygı ve sevgilerimle.
Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: