17 Ocak 2010 Pazar

Adâlet yoksa, demokrasi de yoktur.

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 16 Ocak 2010


Sayın BAŞBAKAN;

Bugün, Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin açılışında yaptığınız konuşmanızı dikkatle izledim. Konuşmanızda; her zaman yaptığınız gibi “Hizmet ederken engellerle, zorluklarla karşılaşıyoruz.” ifadelerini kullanarak, siyasî propagandanın en güzel örneğini verdiniz. Ayrıca;

“Ama öyle bir şey ki siz adım atıyorsunuz, pat yargı karşınızda. Bizim yargı, benim bu ifadelerime kızacak biliyorum. Olamaz. Ya niye olamaz. Bunun niyesini söyleyin. Proje ise proje. Hizmet ise hizmet. Ülkeye hizmet. Bunu ülkemiz için yapıyoruz. Ciğerlerimize kadar bize kan ağlatıyorlar kan. Bunu yapmaya hakları yok. Türkiye’de işler niye zor yürüyor biliyor musunuz? İnanın üretme noktasındaki bariyerler, bizdeki kadar öyle zannediyorum ki, gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde bizimki kadar yok. Ne olursa olsun, zor da olsa, biz yolumuza aynı kararlılıkla devam edeceğiz. Çünkü uzun ince bir yoldayız gidiyoruz gündüz gece.” ifadelerini kullanarak, Yargıdan şikâyetçi olduğunuzu vurguladınız.

Bir vatandaş olarak merak ettiğim husus şudur:

Hükümetlerin yetkileri sınırsız mıdır? Yetkinin yanında sorumluluk yok mudur? Hükümetlerin icraatları, Meclisin ve Yargının denetimine tabi değil midir? Hükümetlerin yürürlüğe koyduğu kanun ve Yönetmeliklerin, Kararnamelerin, Kanun Kuvvetindeki Kararnamelerin, yürürlükteki Anayasa’ya uygunluğu, şart değil midir?

Maksadımı, tarihî bir örnekle açıklamak istiyorum:

Padişah III. Selim, bir konuda Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa ile ters düşmüş. Padişah, konunun kendi iradesine göre halledilmesini istiyor; Sadrazam, “Uygun olmaz” diyerek, direniyor. Padişah ısrar edince; Sokullu Mehmet Paşa, “Hünkârım! Hayrın ve şerrin miktarı önemli değildir; vasfı, çok önemlidir” cevabını vererek, Padişah’ı, ısrarından vazgeçiriyor.

Asıl belirtmek istediğim husus da, şudur:

Demokratik hükümetler DEVLETİ, KURALLARINA göre bir ahenk içinde yönetmek zorundadırlar. KURUM ve KURULUŞLARI ile kavgalı HÜKÜMETLER, devletin ve milletin dirlik ve düzenliğini sağlayamadıkları gibi; siyasetin gereği olarak halk arasında istenmeyen zıtlaşmalara da sebep olurlar. Ayrıca; KURUL, KURUM, KURAM ve KAVRAM kargaşasına sebep olurlar. “Ben yaptım oldu veya olmalıdır” anlayış ve kabullenişi, DEVLET İDARESİNDE KEYFÎLİKLERE SEBEP OLUR. Ki; keyfîlikler sınır tanımadığı için, DEVLETİN İŞLEYİŞ BİÇİMİ, kolay, kolay düzeltilemeyecek şekilde bozulur. Türkiye’nin SIKINTILARI da, bundan dolayıdır.

Konuşmanızda belirttiğiniz gibi; gelişmiş Batı ülkelerinde hükümetler, şikâyetçi olduğunuz zorluklarla karşılaşmazlar. Zîra; gelişmiş Batı ülkeleri, KURALLARI, keyfîliklere meydan vermeyecek derecede sağlam koymuşlardır ve hükümetler, bu sağlam kuralları aşmayı düşünmezler. Örnekler:

Gelişmiş Batı ülkelerinde Milletvekili ve Belediye Başkan aday adaylarını, Parti liderleri belirlemez. Milletvekilleri ve yerel yöneticileri, hiçbir baskıya maruz kalmadan HÜR İRADELERİNİ kullanarak, görevlerini, DEVLETİN KURALLARINA UYGUN BİÇİMDE yaparlar.


Gelişmiş Batı ülkelerinde Başbakanlar, bakanlarından tarihsiz istifa mektubu almazlar ve belediye başkanları, siyasî amaçlı hareket etmezler. Devlet kadroları “Bizden olanlar ve bizden olmayanlar” anlayışına göre oluşturulmaz; ehliyet, liyakat ve kabiliyet ölçüleri dikkate alınır.

Gelişmiş Batı ülkeleri, hükümetlerin etki alanı dışında sağlam KURUMLAR oluşturmuşlardır ve bu kurumlara, siyaset nüfuz edemez. Gelişmiş Batı ülkelerinde Sosyal Güvenlik Kuruluşları ve Resmî sıfatlı VAKIFLARI, kurallara göre görev yaparlar. Yani; seçim zamanları, siyasî amaçla, iktidar partisinin seçim hesaplarını dikkate almazlar. İşsizlik Fonları, bütçe açıklarını kapatmak veya başka bir maksat için kullanılamaz. Bizde ise; bunun tam tersi geçerlidir ve kuralsızlık hâkimdir. Örnek: Sosyal Dayanışma ve Yardım Vakfı, DEVLETİN bir kurumudur. Bu vakıf, iktidar partilerinin istek ve siyasî amaçlarına göre görev yaparlar ve seçim zamanları, iktidar partisinin organı gibi çalışırlar. Yardımları, siyasî amaçlı olarak kullanırlar. Bu Vakfın yönetimleri, iktidar partisinin kontrolündedir.

Gelişmiş Batı ülkelerinde sınırsız milletvekili dokunulmazlığı yoktur; icabında, yargıya hesap verirler.

Batı ülkelerinde yerel yönetimler, kuralların dışına çıkamazlar ve bazı kişi ve kuruluşlara rant sağlayamazlar. Arazi yağmalarına asla fırsat vermezler. Bizdeki gibi, özel ve olağanüstü yetkilerle donatılmış KURULLAR ve ŞİRKETLER oluşturmazlar. Belediye şirketleri ve TOKİ gibi, denetimden muaf kuruluşlar meydana getirmezler.

Gelişmiş Batı ülkelerinin kanunları, beraberinde mutlaka adâleti de getirirler. Parlâmentoları, çıkar çevrelerinin oluşturduğu baskın lobilerin isteklerine uygun kanunlar düzenlemezler. Batı ülkelerinde, borcundan dolayı hiç kimse hapse girmez; ailelerin temel ihtiyaçları olan buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi ve bilgisayar gibi temel ve medeni ihtiyaç olan eşyalarına haciz konmaz.

Gelişmiş batı ülkelerinde; halkı sistemin dışına iten ve siyasî parti liderlerini seçilmiş diktatörler konumuna getiren siyasî partiler ve seçim kanunları yoktur ve siyaset, düzgün bir biçimde ve herkesi kucaklayacak şekilde kurumlaşmıştır.

Sayın BAŞBAKAN;

İktidarınız, sekizinci yılına girmiştir. İktidarınız dönemini sorgulamak ve kendiniz için özeleştiri yapmak; olayları saptırmadan ve başkalarını suçlamadan bir blânço çıkarmak, size düşen en önemli görevdir. Bunu başaramadığını takdirde; alkışların, övgülerin ve çıkarları olanların oluşturdukları havaya kapılarak, nefsinize yenik düşersiniz. Ki; bu durumda, halkı unutur ve belirli bir zümrenin amaçlarına hizmet etmiş olursunuz. Basit bir örnek:

Çok kısa sürede İstanbul Kongre Merkezini inşa ettiğinizi ve İstanbul’u 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti haline getirdiğinizi övünçle ve gururla belirtirken; İstanbul’un sokaklarında dilenci haline getirilmiş zavallı ve çaresiz 40 bin çocuğun olduğunu aklınıza bile getirmezsiniz.

Bugünkü kutlamalar için 8,5 milyon liralık bir harcamanın yapıldığı yazılmaktadır. Boğaziçi Köprülerinin ışıklandırılması için 5 milyon liranın harcandığı yazılmıştı. Çiçek, lâle, fidan dikimi, park ve bahçe tanzimi için, İstanbul’da büyük paraların harcandığı da bilinmektedir. Ama; o veya bu sebeple hayatları kaymış ve “Tinerci” olarak tabir edilen zavallı çocuklar ve gençler ve dilenci olarak kullanılan 5-10 yaş arası çocuklar için, kalıcı ve onları topluma kazandırıcı rehabilitasyon merkezleri oluşturmak, kimsenin aklına gelmemiştir.

İşsizlik, çaresizlik, fukaralık, toplumun büyük bir kesimini ateşten bir gömlek gibi kuşatmıştır. Belki bu gerçeği hatırlatan çıkmamıştır diye, demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. İlgileneceğinize inanmaktayım.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: