5 Ocak 2010 Salı

Zora düşürülen ülke ve aldatılan millet.

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 5 Ocak 2010


Sayın NAŞBAKAN;

Partinizin Meclis Grubu toplantısında yaptığınız hararetli, heyecanlı ve sert üslûplu konuşmanızı, büyük bir dikkatle izledim.

Günlerden beri heyecanla beklenen emekli maaşları dışında yeni bir şey söylemediniz. Her zaman değindiğiniz konular hakkında görüş, duygu ve düşüncelerimi arz etmek istiyorum:

1- Büyük bir müjdeymiş gibi sunduğunuz emekli maaşlarına yapacağınız zamdan sonra yeni emekli maaşları şöyledir:

En düşük SSK emeklisi 683 TL, SSK tarım emeklisi 480 TL, BAĞKUR emeklisi 555TL, çiftçi BAĞKUR emeklisi 380TL.

Bu yeni maaşlarla, acaba geçinmek mümkün müdür? Kaldı ki; başta emekliler olmak üzere devlet katında çalışan memur ve işçiler, geniş halk kitleleri, zamların ve adâletsiz dolaylı vergilerin yükü altında ezilmektedirler. Yani; geniş halk kitleleri, fakr-u zarûret içinde inlemektedir.

Bu gerçek; “İmkânlarımız bu kadardır” mazeretine sığınılarak geçiştirilemez. Zîra; 2010 yılı bütçesinde, personel giderleri için 60 milyar lira harcama öngörülmüştür. Bu 60 milyar liranın yüzde 30-35’i, muhtasar vergiler ve SGK primleri olarak, devlete geri dönecektir. Diğer taraftan 2010 yılı bütçesinde, faiz giderleri için 59 milyar lira harcama öngörülmüştür. Bu faiz ödemeleri de, çok az bir kesime yapılacaktır.

Merak ediyorum: bu çarpıklığı düzeltmeden, faizi ortadan kaldırmadan, milleti rahata kavuşturmanız mümkün olur mu?

2- Tekel işçilerinin direnişi, bir hak arama olarak değerlendirilmemelidir. Bu hareketin altında, yapılan büyük bir yanlışlığın varlığı yatmaktadır. Yaprak işleyen fabrikaların kapatılmasından ziyade; TEKEL’in, özelleştirme kapsamında, niçin yabancılara satıldığı hususu sorgulanmalıdır. Zîra; TEKEL’in özelleştirilerek yabancılara veya yerli ortaklı yabancılara satılması; çalışanlarla birlikte, tütün üreticilerini de perişan etmiştir. Yerli tütün işleyen TEKEL’in fabrikaları, kıyılmış tütün ithal eden ambalaj fabrikalarına dönüşmüştür. Yani; TEKEL, Türk çiftçisi yerine yabancı ülkelerin çiftçilerini destekleyen ve yabancı ülkeler istihdam sağlayan bir kurum haline gelmiştir.

3- Her zaman konu ettiğiniz faizlerin düşmesi, halkın büyük kesimine fayda sağlayan bir icraat değildir. Evet; faizlerin düşmesinden Hazine, bankalar ve büyük Holdingler faydalanmıştır. Ama; halen çok yüksek olan reel faizler sebebiyle kredi kullanan (tüketici, ihtiyaç kredileri, kredili mevduat hesapları ve kredi kartları) geniş halk kitleleriyle küçük mevduat sahipleri, bu faiz indirimlerinden yararlanmamıştır ve hatta, büyük kayıplara uğramışlardır.

4- Hemen, hemen her konuşmanızda, KEY ödemelerini yaptığınızı, başkalarını suçlayıcı bir şekilde anlatmaktasınız. Evet; KEY ödemeleri yapılmıştır. Ama; buna karşılık, İşsizlik Sigortası Fonu kurulmuştur ve bu fonda biriken paraların önemli bir kısmı, çeşitli ad altında bütçeye transfer edilmektedir. Ağır şartları sebebiyle işsiz kalanlar, bu fondan yararlanamamaktadırlar. İşten çıkartılan bir işçi için işveren, verdiği belgeye “kendi kusuru” ibaresini ilâve ettiği zaman işçi, bu fondan yararlanamamaktadır. İşverenin yalan beyanı, ancak mahkeme ile sonuçlanmaktadır ki; bu davalar, en az üç yıl sürmektedir. Kaldı ki; mağdur işçi, dava açmak için avukat parası ve mahkeme masrafı da bulamamaktadır.

5- Her konuşmanıza konu ettiğiniz bankalar ise; üzerinde durulması, düşünülmesi ve irdelenmesi gereken bir konudur. Zîra; “Battı!” denilen bankalar batmamış ve Bağımsız Kurumlar tarafından batırılmıştır. Ki; bu operasyonla, bankalarımız, yabancıların eline geçmiştir. Şöyle ki:

Günün BDDK Başkanı Engin Akçakoca, 11 Temmuz 2001 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemişti:

"BANKALARI FONA ALMADAN REHABİLİTE EĞİLİMİNDEYDİK. BUNUN İÇİN DÖRT HAFTA DAHA FIRSAT TANINMASINI İSTEDİK. DÜNYA BANKASI İLE MUTABAKAT SAĞLADIK. AMA, IMF TARAFI DAHA KATI DAVRANDI VE İMF'Yİ İKNA EDEMEDİK. BEN, GENE DE DÜŞÜNÜYORUM Kİ; ÖYLE BİR FIRSAT TANINSAYDI, DAHA UCUZ BİR ÇÖZÜM YOLU BULUNABİLİRDİ. GARANTİSİ YOK; AMA, DENENMELİYDİ."

Engin Akçakoca'nın bu sözlerinin ne anlama geldiğini konuşan, irdeleyen ve sorgulayan çıkmamıştır. Başkalarına boyun eğdiğimizi, bilerek veya bilmeyerek herkes kabullenmiştir.

Başka bir örnek, çok daha vahimdir:

Günün FON bankaları Ortak Yönetim Kurulu Başkanı Tevfik Altınok ise; Sabah Gazetesi Yazarı Yavuz Semerci'ye verdiği ve 1 Aralık 2001 tarihli Sabah Gazetesi'nde yayımlanan demecinde, şu dikkat çekici sözleri söylemiştir:

"25 KASIM 2001 TARİHİ İTİBARİYLE TMSF'YE 18 BANKA DEVREDİLMİŞ; 4 BANKA SATILMIŞ, BİR BANKANIN LİSANSI İPTÂL EDİLMİŞTİR. 30 KASIM'DA BİR BANKA DAHA FON'A ALINMIŞ VE BİR BANKA DA KAPATILMIŞTIR. BİZ, FON'A ALINAN BANKALARI VE İŞTİRAKLERİNİ YAŞATMAYI DEĞİL, TASFİYELERİNİ HEDEF ALDIK."

Sonraki gelişmeler, Tevfik Altınok'un dediği gibi gerçekleşmiştir. Yani; "Batmış banka" kavramı ile "Nakit ihtiyacı olan banka" kavramı bir birine karıştırılarak, büyük bir tasfiye sağlanmış ve yabancıların banka alma kapısı açılmıştır.

Bu hususu da kimse konuşmamıştır ve Türkiye ekonomisinin tasfiye hareketini herkes, "BÜYÜK REFORM" olarak alkışlamıştır.

Bugün bankaların sağlammış gibi görüntüsü; 7 yıldan beri uygulanan düşük kur, yüksek faiz modeli sebebiyledir. Bankaların elinde 260 milyar TL tutarında Devlet İç Borç Senedi vardır.Yani; sıcak paranın tatlı kârlarıyla semirmiş görünmektedirler. Düşük faize rağmen, reel faiz, bankalar için çok caziptir ve şu an için yeterlidir. Yani; bankaları, Hazine beslemektedir. Diğer taraftan Bankalar, halka uyguladıkları çok yüksek reel faizler ve halktan aldıkları çok yüksek bankacılık ücretleri sebebiyle, halkın sırtına iyice binmişlerdir. Yeni Çek Kanunu dahî, bankacıların oluşturdukları Baskın Lobi’nin dayatmalarıyla çıkartılmıştır. Zîra; bankalar, Çek Karnelerinin satışından büyük paralar kazanmaktadırlar. Ve; bağımsız olduğu söylenen Merkez Bankası, BDDK ve TMSF, gerçekleri görerek, gereken yaptırımları uygulayamamaktadırlar. Aynen; iktidarınızdan evvelki iktidarlar zamanında yaptıkları gibi.

6- Para basma konusu da, belirttiğiniz gibi değildir. Keşke; sizden evvelki iktidarlar, para basarak, tedavüle, olması gereken miktarda para verselerdi. Bunu Yapmadıkları için Türkiye, lüzumsuz yere iç ve dış borç batağına saplanmış ve akıl almaz derecede büyük miktarlarda faiz ödemiştir. Aynı yanlışlığı, sizin iktidarınız da yapmıştır ve bu yanlışlığa devam etmektedir. Tedavüle Türk parası vermeyenler, yabancı paraların tedavülüne imkân tanıyarak “Döviz Ticaretine” fırsat vermişlerdir.. Hiç kimsenin aklına da; “Tedavülde ne kadar kâğıt para olmalıdır?” sorusunu sormak gelmemiştir. Şayet bu gerçeği görerek ve kabullenerek, Türkiye’nin çıkarlarına ve ihtiyaçlarına uygun bir ekonomi ve para politikasını yürürlüğe koyabilseydiniz; iktisadî alandaki başarılarınız sebebiyle tarihe geçmiş olurdunuz.

Sayın BAŞBAKAN;

Merakım da şudur:

Görevlendirdiğiniz danışmanlarınız, ilgili bakanlarınız ve bürokratlarınız; bu gerçekleri hatırlatıp, Hükümet olarak gerekli tedbirleri almanız hususunda, acaba, sizi uyarıyorlar mı? Türkiye’nin 29 yıldan beri yanlış ekonomi ve para politikaları ile idare edildiği gerçeğini görebilmişler midir?

Dikkatli bir vatandaş olarak, demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.

Mektubumun elinize geçip, geçmeyeceğini bilmediğim için; dikkate alıp, almayacağınızı bilemiyorum.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: