24 Ocak 2010 Pazar

Gerçekleri örtmek mümkün değildir.

Sayın Derya Sazak,
Sayın Fehmi Koru,
Sayın Mustafa Erdoğan,
Sayın Fuat Keyman,
Politik Açılım Programı
TRT-1 Televizyonu
İstanbul 24 Ocak 2010


Sayın Program Yapımcısı ve konuklar;

TARAF GAZETESİ tarafından ortaya atılan ve henüz daha mahiyeti ve hedefi belli olmayan ve “BALYOZ HAREKÂTI” adı verilen DARBE SENARYOSU hakkında aceleci davranarak DEVLETİN TELEVİZYONUNDA, kendi görüş, anlayış ve kabullenişleriniz istikametinde Halkı aldatıcı, yanıltıcı, yanlış istikamete yönlendirici yorumlarda bulunmanız ve yanlı davranmanız, sizlere hiç yakışmamaktadır.

Birkaç yıldan beri, olmayan ve olması mümkün olmayan DARBE söylentilerini bahane ederek, siyasî görüş beyan ederek, ortalığa korku salmanızın gerçek hedefini, açık bir şekilde itiraf etseniz, bana göre çok daha dürüst davranmış olursunuz.

Siz de çok iyi bilmektesiniz ki; 28 Şubat 1997’de yapılan Millî Güvenlik Kurulu toplantısından sonra yayınlanan bildiri, bir darbe değildir ve darbe de çağrıştırmamıştır. Günün Hükümeti içindeki uyumsuzlukların meydana getirdiği bir gerginliktir ve bu gerginliğin müsebbibi de, tekrar başbakanlık koltuğuna oturmak için yanıp, tutuşan Tansu Çiller’dir. Refah-Yol Hükümeti’nin hangi pazarlıklara ve neye karşılık kurulduğu iyi araştırılırsa; askerleri tedirgin edici yayınların, söylemlerin ve Erbakan’ın geçmişe ait beyanlarını içeren bantların piyasaya sürülmesinin kimler tarafından ve niçin yapıldığı gerçeği ortaya çıkarılır.

Siyasî iktidarların başarısızlıklarını, ortaya darbe korkusu salarak örtmeye çalışanlar, bu ülkeye ve bu millete verecekleri zararı da hesap etmek durumundadırlar. Bulunduğumuz coğrafyanın önemi ve özellikleri sebebiyle maruz kaldığımız iç ve dış husumetleri, basit kurgularla örtmek isteyenler ise; hem kendilerine, hem millete ve hem de ülkeye zarar verirler.

Ekte; Tansu Çiller’e yazdığım 4 Mart 1997 tarihli mektubumun suretini bilgilerinize ve tetkiklerinize sunuyorum. Okumanızı ve buna göre yorumlarda bulunmanızı, özellikle rica ediyorum.

Sizlerin taraflı olduğunuzu ve askerlere karşı tavır aldığınızı, hemen, hemen herkes bilmektedir. Olmayan ve olması mümkün olmayan bir darbe senaryosuna dayalı olarak halkı yanlış yönlendirmeniz, Türkiye’de bir darbenin gerçekleştirilmesini isteyen başkalarının ekmeğine yağ sürer. Kuzey Irak sorunu dahî, sizleri, doğru davranmaya sevk etmek için yeterlidir. Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden rahatsızlık duyan başkaları ile aynı safta bulunmanız düşündürücüdür. Zîra; sizler, olup, bitenleri anlamayacak, değerlendiremeyecek, göremeyecek ve irdeleyemeyecek derecede bilgisiz, gafil ve duygusuz olamazsınız.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Eki:

Sayın Tansu ÇİLLER
DYP Genel Başkanı ve Dışişleri Bakanı
Ankara 4 Mart 1997


Sayın BAKAN;

“Lâikliğin teminatı biziz, demokrasinin teminatı Türk Silâhlı Kuvvetleri’dir.”

Bu sözlerinizle milleti aldatacağınızı zannediyorsanız; büyük bir yanılgı içinde olduğunuzu söylemeyi, bir vatandaşlık görevi addediyorum.

Neyin teminatı olacaksınız?


Bugüne kadar yaptıklarınızı gördükten sonra; sizi, kim teminat kabul eder?


Meclis çalışmalarında milletvekillerinizi serbest bırakıp; vicdanlarının seslerine göre hareket etmelerine fırsat ve imkân verdiniz de mi, demokrasiden bahsetme hakkınızı kullanıyorsunuz?


Kendi meclis grubunuzu “bizden olanlar” ve “bizden olmayanlar” diye ikiye bölen ve devletin verdiği imkânları “mavi boncuk” olarak dağıtmak suretiyle; insan karakterinin en süflî yönlerini istismarda inanılmaz başarılar sağlayan siz; millete, güven vereceğinizi mi zannediyorsunuz?


Eşiniz Özer Çiller’in; kendisine muhalefet eden milletvekillerine, “Boşuna, bizimle uğraşmayınız; zîra, bizimle başa çıkamazsınız. Gazetelerin birinci sayfalarını biz finanse ediyoruz.” dediğini, bilmeyen var mı Türkiye’de?


Bu büyük milleti, bu yüce devleti ve devletin organlarını; kendi kişisel çıkar, ihtiras ve rahatınızın teminatı ve bekçisi zannediyorsanız, çok yanılırsınız.


Türk Silâhlı Kuvvetleri, sizin iltifatınıza muhtaç değildir. O yüce kurum, her şeyin teminatıdır.


Türk Silâhlı Kuvvetleri meselelere, hisleriyle bakmamaktadır. Şu son olaylar göstermiştir ki; meselelere yaklaşımları ilim, akıl, mantık çerçevesindedir.


Kendi ifadenizle “Boynumdaki üç düğümden kurtuldum.” diyerek, her şeyi berbat ettikten sonra; Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni onore etmeye çalışmanızın, bir faydası da olmaz!


Her yüce değeri, işinize geldiği gibi istismar ettikten sonra, “Her şeyin teminatı biziz.” demenizin, bir anlamı kalmaz.

Size ait olan şu sözleri, tekrar okuyunca utanıyorum. İsterseniz, birlikte tekrar okuyalım:

“Refah Partisi ile koalisyon yapmayız. DYP, lâikliğin teminatıdır.” (27/12/1995)


“Erbakan ile işbirliği yapıp, Cumhuriyeti yıkmak isteyen kadrolar, bugün Anavatan Partisi’ndedir.” (19/12/1995)


“Bir tarafta GERİCİLİK, TUTUCULUK, yani; Yılmaz ve Erbakan var; diğer tarafta, biz varız.” (16/11/1995)


“Refah Partisi, PKK gibi; ellerinde harita, Türkiye’yi bölmüşler.” (10/08/1995)


“Erbakan’ın adil düzeni, Fidel Kastro düzeni, Mao düzeni, Mercümekçi düzeni. Kadayıfçı Erbakan’a inanmayın.” (12/11/1995)


“Erbakan, demokrasiye ve hür Türkiye’ye karşıdır.” (15/11/1995)


“Refah Partisi’nin iktidara gelmemesi için elimden geleni yaptım. Biz, koltuk sevdasıyla hareket etmedik. Başbakanlık uğruna Refah Partisi’yle koalisyona girmedik. Bu çizgiyi, devam ettireceğim.” (25/2/1996)


“Biz, Refah Partisi ile koalisyona girmeyiz. Bu tip koalisyonların müzakeresine bile oturmayız.” (19/2/1996)

Refah Partisi- Anavatan Partisi koalisyonu ihtimâli üzerine söyledikleriniz de çok dikkat çekicidir. İşte söyledikleriniz:

“Sayın Erbakan, bir takım şeyleri yaparsa ilkesiz olur, partisini gayri meşru ilân eder. Şimdi, ilk muhalefet başkanı olacağım. Kamuoyu görmeli ki; Çiller, koltuğa değil, ilkelere bağlı.” (17/2/1996)


“Refah Partisi iktidarı ülke için çok zararlı; bunun, engellemesi gerekir.” (16/2/1996)


“Mesut Yılmaz, seçimlerden önceki “Refah Partisi ile koalisyon yapmam.” Taahhüdüne bağlı kalmalı.” (11/1/1996)

Bu hususla ilgili olarak diğer söylediklerinizi saymaya lüzum görmüyorum. Zîra; bu kadarı yeter, artar bile…

Sayın ÇİLLER;

Çifte standartlı kişiliğinizi yansıtan ve ispat eden bu davranışlarınız, tarihin derinliklerinde değildir. “Dün” denecek kadar kısa bir süre önce söylemiştiniz.


Bütün bu olup, bitenlerden sonra; “hafıza-i beşer, nisyan ile malûldür” sözünü ilke kabul ederek; bugün, kendinizi kurtarıcı mı ilân etmeye niyetlisiniz?


Unutmayınız: Bu ülke, kapalı rejimle idare edilmemektedir. Hiçbir şey, gizli kalmaz.


Taşıdığınız kişisel korku ve endişeler sebebiyle bu büyük milleti, yanıltacağınızı da zannetmemelisiniz. Çünkü; bu millet, eninde sonunda, size hesap soracaktır.


Evvelâ, gözkamaştırıcı servetinizin hesabını soracaktır.


Zübeyde Hanım Şehit Anaları Vakfı’na kiraladığınız, MİT’e ait 107 bin metrekare arazinin hesabını soracaktır.


İstanbul Bankası unutulmamıştır. Onun da hesabını soracaktır.


Kısacası; her şeyin hesabını soracaktır ve siz, hesap vermek zorunda kalacaksınız. Millete hesap vermek;


Kitap yazmadan profesör olmak,


İş yapmadan trilyoner olmak kadar kolay değildir.


Bu zorluk; siyasetin tabiatında vardır. Olması da gayet normaldir..


Eğer Türkiye, iktidar dönemizin ve öncesinin hesabını düzgün biçimde sormasını başaramazsa; iddiasını kaybeder ve hedeflerini şaşırır. Ayrıca; baştakilerin yolsuzluklarına hesap sormayan bir sistem oluşacağı için Türkiye, zarar görecektir. Kimse unutmamalıdır:


İktidar, bazı kişilerin istirahat yeri değil, milletin dayanacağı yerdir.


Zaten; sizin gibi keyfî, ihtiraslı, bencil ve kişisel çıkarlarını her şeyin üstünde tutan siyaset adamları, medeniyetini taklide çalıştığımız ve sistemine hayran olduğumuz gelişmiş Batı ülkelerinin hiçbirinde barınamaz.


Bu bakımdan, yapacağınız tek bir şey vardır. Ki; bu, bu ülkenin ve bu yüce milletin hayrına olur. O da, şudur:


Derhal siyaseti bırakmanızdır…İnanıyorum ki; siyasetten çekilirseniz, ülke rahatlayacaktır. Zaten bu ülkeye ve bu millete ne verdiniz ki?...


Demokratik haklarımı kullanarak;


REJİME ve DEVLETE sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU gösteren; ANA KAİDELERE ve ANA BELGELERE göre işleyen bir REJİM ve işleyen bir DEVLET arayan şuurlu bir vatandaş olarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz etmeyi, bir vatandaşlık görevi addettim.


Bu tepkim, şahsınızı hedef alan hissî bir tepki değildir; olması gereken bir tepkidir. “Hakimiyet, kayıtsız ve şartsız milletindir.” ilkesini dile getiren bir tepkidir.


Uymanızda fayda vardır.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: