17 Ocak 2010 Pazar

İktidar hırsı, herkesi mağlûp eser!

Sayın Derya SAZAK,
Sayın Fehmi KORU,
Sayın Mustafa ERDOĞAN,
Sayın Fuat KEYMAN.


POLİTİK AÇILIM PROGRAMI
TRT-1 TELEVİZYONU 17 Ocak 2010

SAYIN PROGRAM YAPIMCILARI;

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı BÜLENT ARINÇ’I programınıza konuk edeceğinizi öğrendim.

Kendilerine, 7 Ocak 2010 tarihinde yazdığım mektubumun çerçevesinde sorular sormanızı özellikle istirham ederim. Ayrıca;

Türkiye’nin bir numaralı gündemi haline gelen DEMOKRATİK AÇILIM konusuna da değineceğinizi tahmin ettiğim için; bu konu hakkında kendilerine, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a yazdığım 15 Ocak 2010 tarihli mektubumun çerçevesinde sorular sormanızı da, özellikle istirham ederim.

Bu arada bir merakımın da giderilmesini istiyorum. Şöyle ki:

Henüz daha ne olduğu kesin olarak bilinmeyen ve nasıl bir sonucun alınacağı belli olmayan “Bülent Arınç’a Süikast iddiası” ile ilgili bir konu hakkında araştırmalar ve soruşturmalar devam ederken; bu konuyu, hangi maksatla ve neyi hedefleyerek programınıza taşıdınız?

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı


"Sayın Bülent ARINÇ
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 7 Ocak 2010


Sayın BAKAN;

Bülent Arınç olarak evvelâ Türkiye Cumhuriyeti vatandaşısınız. Sonra da; Manisa Milletvekili Bülent Arınç, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin üyesi Bülent Arınç ve Başbakan Yardımcısı olmak üzere üç adet Hükmî Şahsiyetiniz mevcuttur.

Konuşurken, demeç verirken ve yorum yaparken; Başbakan Yardımcısı Bülen Arınç hükmî şahsiyetini, öne çıkarmak ve “Her makamın bir sözü vardır ve her sözün bir makamı vardır” gerçeğini gözetmek ve bu gerçeğe uymak zorunluluğunuz vardır. Zîra; icra makamındasınız. Söyleyeceğiniz her söz, yapacağınız her yorum; toplumun her kesimini, müspet veya menfî yönde etkiler. Ayrıca; sizin her sözünüz, her demeciniz ve yorumunuz, sıradan vatandaşların söz, demeç ve yorumlarına benzemez; icabında; insanları zıtlaştırabilir, insanların ümitlerini kırabilir, şevk ve heyecanlarını ortadan kaldırabilir. Ve hattâ, lüzumsuz tartışmalara da sebep olabilir.

İfade etmekte beis görmüyorum:

Türkiye zordadır ve halkın büyük bir kesimi, bunalımdadır. Devlet, kurallarına göre yönetilmemektedir. “Yok!” dense de; kurumlar arasında ahenksizlik ve zıtlaşma vardır. Geçim gailesi, halkın büyük bir kesimini bezdirmiştir ve halkın büyük bir kesimi, ağır bir borç yükü altında inlemektedir. İşsizlik ve çaresizlik, genç nüfusumuzu, ümitsizliğe sevk etmiştir. DEVLETİN, bir PARTİ DEVLETİ gibi yönetilmesinden, her kesim rahatsızdır. Halk, iktidarınıza yeterli destek vermiştir ve iktidarınıza, yeterli zaman da tanımıştır. 7.ci yılını tamamlayıp, 8.ci yılına giren bir iktidar dönemi, pek az bir iktidara nasip olmuştur. Buna rağmen ülkeyi, iyi idare edemediniz ve halka ümit veremediniz. Bunalım yaratmamak, sebebi ne olursa olsun, meydana gelen bunalımları iyi yönetmek, Hükümetlerin en önemli görevleri olduğu halde; İktidarınız, hiç gereği yokken, siyasî amaçlı bunalımların müsebbibi olmuştur ve meydana getirdiği bunalımları da, iyi yönetememiştir. Bu bakımdan;

Şahsınıza yönelik suikast iddialarını konu ederek;

"Kendi düşüncemi söyledim. Bunu vahim buluyorum, araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Olayla ilgili tüm belgeler, bilgiler, bulgular en ince şekilde araştırılmalı ve sonucu ulaştırılmalıdır diyorum. Tüm basın mensuplarından ricam şu dur, bana sorduğunuz bu soruyu Sayın Baykal’a da sorun.” sözlerini söylemeniz, doğru ve yerinde değildir. Zîra; ülkeyi idare eden Hükümet’in Başbakan Yardımcısısınız ve bu sebeple; kişisel düşüncenize göre, halkın efkârını karıştırıcı açıklamalar yapamazsınız ve olayları, meydanlara taşıyamazsınız. Hele; yargıya intikal etmiş konularda, etkileyici, yönlendirici, itham edici açıklamalar yapamazsınız. Aksi halde; sizi, “Sizin göreviniz nedir?” diye sorgulayanlar çıkar.

Türkiye’nin ve halkın zorda olduğunu ifade ettim. Bu zorlukları sükûnetle aşmak ve zorluklara geçerli çözümler bulmak, iktidarların en önemli görevleridir. Mazeret beyan etmenin, iktidarlara fayda sağladığı, hiçbir rejimde görülmemiştir. Basit bir örnek vereyim:

Açıklamalarınızda, sizden evvelki iktidarların oluşturdukları bağımsız kurullardan ve bilhassa, Tütün Üst Kurulu’ndan bahsettiniz. Bunu da, Tekel işçilerinin direnişi sebebiyle yaptınız.

Evet; bağımsız kurullar oluşturulmuştur ve bu kurulları, iktidarınız da devam ettirmektedir. Bağımsız kurulların varlığı, iktidarların yanlış işler yapmasının gerekçesi ve mazereti olamaz. Tekel’i özelleştiren ve tütün işleyen Yaprak Tütün Fabrikaları’nı tasfiye eden, sizin iktidarınızdır. Tekel’in Alkollü içkiler Bölümü, 260 milyon dolara satılarak özelleştirilmiştir. Bu bölümü alanlar, bir yıl sonra 980 milyon dolara Amerikalılara satmışlardır. Bu durum; ya özelleştirmenin yanlış yapıldığını veya Amerikalıların aptal olduğunu gösterir. Bunu eleştirenler de, haksız bir eleştiri yapmış olmazlar.

Bunun yanında; Devlete yük oldukları gerekçesiyle KİT’leri tasfiye eden veya özelleştiren iktidarınız; denetimsiz Belediye Şirketlerini ve TOKİ adı verilen ve özel yetkilerle donatılan DEV bir kuruluşu yaratmıştır.

Günün konusu olduğu için ikinci bir örnek vermek istiyorum:

“Tinerciler” adı verilen çaresiz ve gariban çocuklar, bugünlerde Türkiye’nin gündem maddelerinden biri olmuştur. 7 yıllık iktidarınız döneminde; TOKİ ve Belediye Şirketleri, kamuoyunda tartışılan rantlar yaratırken; her nedense İktidarınız, bu garip, kimsesiz çaresiz ve zavallı çocukları topluma kazandıracak ve kendilerini aş, iş, eş ve meslek sahibi yapacak kalıcı rehabilitasyon merkezleri kurmamıştır.

Çiçek, lâle, bahçe tanzimi ve fidan dikimi için büyük paralar harcayan Belediye Şirketleri ve uzanabildiği her yerde, her karış toprağı, tanınan imkânlar sayesinde, bazı kesimler için büyük rantlara dönüştüren TOKİ, çocukların ıslâhı için, kalıcı herhangi bir proje geliştirmemişlerdir.

Şans oyunlarından, başta Hazine olmak üzere çeşitli kuruluşlara pay ayrılmaktadır. 2005 yılında (Sonrası rakamlara ulaşamadım) Çocuk Esirgeme Kurumuna 3 milyon 911 bin lira, Türkiye’nin Tanıtımı Fonu’na 39 milyon 107 bin lira, Olimpiyat Oyunlarına 12 milyon 950 bin lira, Savunma Sanayii Fonu’na, 246 milyon lira pay ayrılmıştır. Şans Oyunları Vergisi olarak Maliye Bakanlığı’na 164 milyon 205 bin lira, Hazine’ye de 182 milyon lira aktarılmıştır. 649 milyon liralık dağıtımdan, Çocuk Esirgeme Kurumu, 4 milyon lira pay alabilmiştir. Dikkatlerinize arz ediyorum:

Tanıtma Fonu’na ayrılan pay, Çocuk Esirgeme Kurumu’na ayrılan payın 13 katıdır. Olimpiyatlara ayrılan pay, Çocuk Esirgeme Kurumu’na ayrılan payın 3 katından fazladır. 2009 yılında ayrılan payları da, siz bulabilirsiniz. Tahminime göre 2009 yılı payları da, düşünmesini bilenleri düşündürecek niteliktedir. Görülmektedir ki; çocuklara verdiğimiz kıymet, olimpiyatlara ve Türkiye’nin tanıtımına verdiğimiz kıymetten çok, çok azdır. Merakım da şudur:

Bir Milletvekili, bir Bakan ve Başbakan Yardımcısı olarak, bu en önemli bir sosyal konuyu, hiç düşündüğünüz oldu mu?

“Rantlar yükselirse, refah ortadan kalkar” gerçeğini dikkate alarak, idare tarzınızı sorguladığınız oldu mu?

Bir Çin atasözü şöyle der:

“Bir yıllık gelir düşünüyorsan, pirinç ek. On yıllık yatırım düşünüyorsan, ağaç dik. Yüzyıllık yatırım düşünüyorsan, insana yatırım yap.”

Türkiye’nin sorunlarının çok konuşmakla, çok gezmekle, iktidarda kalabilmek gayretleriyle çözülemeyeceğini ifade etmek için bu mektubu yazdım ve demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı


Sayın Beşir ATALAY
İçişleri Bakanı
Ankara 15 Ocak 2010


Sayın BAKAN;

Bugün gerçekleştirdiğiniz “Basın toplantısını” dikkatle izledim.

Samimiyetle ifade etmek isterim ki; Türkiye’nin sorunlarını, açmazlarını, maruz kaldığı husumetleri gayet iyi izleyen bir vatandaş olarak, “Millî Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak sunduğunuz “Açılım Projesinden” bir şey anlamadım.

Uzun açıklamanızda; sorunları ve dertleri sıraladınız ve temenni mahiyetindeki dileklerinizi tekrarladınız. Ama, terörün bitirilmesi hususunda net bir şey söylemediniz. Sadece, bilinen dertleri tekrar etmekle yetindiniz. Ayrıca; AKP’yi överek, Hükümet kavramı ile Devlet kavramını, birbirine karıştırdınız. Konuşmanızın en önemli bölümü;

“Bildiğiniz gibi Türkiye’ye dönük terör daima zaman, zaman komşu ülkelerden zaman, zaman bazı Avrupa ülkelerinden destek görmüştür. Şu anda Türkiye eski Türkiye değil. Türkiye güçlü bir ülke ve uluslar arası alanda bu gücünü, Türkiye’ye dönük terör desteklerini bitirmek için sonuna kadar kullanıyor. Türkiye, bu terörü artık taşımayacak. Bunun için çalışıyoruz. Milletimizin desteğini devam ettirmesini biz talep ediyoruz.” seklindeki ifadeleriniz olmuştur.

Merak edilir:

Komşu ülkelerin, bazı Avrupa ülkelerinin, ABD ve İsrail’in, teröre verdikleri destekleri azalmış mıdır? Daha doğrusu; ülkemizi zora sokan ve gerçek hedeflerinden uzaklaştıran PKK Terörü, Türkiye’nin yarattığı bir sorun mudur? Başımıza bu terör belâsını saranlar; Türkiye üzerindeki hedef, niyet ve projelerinden vazgeçmişler midir?

“Şu anda Türkiye, eski Türkiye değil” ifadesini kullanırken, geçmişte Türkiye’den, niçin şikâyetçi oldunuz? Geçmişte Türkiye, güçsüz müydü ve uluslar arası alanda gücünü, terörün bitirilmesi için kullanmamış mıdır? Milletimiz, terörün bitirilmesi için, aynen bugün olduğu gibi, hükümetlere destek vermemiş midir?

Bütün kamuoyu yoklamaları göstermektedir ki; PKK’nın ağır baskısı ve tehdidi altında olan Doğu ve Güneydoğu’da yerleşik vatandaşlarımız, teröre destek vermemektedirler ve terörün, bitirilmesini istemektedirler. Başlangıçta, terörle mücadeleyi, bir “Kürt açılımı projesi” olarak sunmanız, büyük bir hata değil miydi?


Sayın BAKAN;

Bugün Türkiye’de, Türkiye’nin demokratikleşmesini yani; Türkiye’nin tam anlamıyla Hür ve demokrat bir ülke olmasını istemeyen tek bir kişi dahî yoktur. Yalnız; yürürlükteki Seçim ve Siyasî partiler Kanunlarından herkes rahatsızdır, şikâyetçidir ve bu kanunları demokratikleşmenin engeli olarak görmektedir. Zîra; 26 yıldan beri yürürlükte olan bu sistem, halkı dışlamış ve ikinci seçmen konumuna getirmiştir. Antidemokratik uygulamalar, bu çarpık sistemin ürünüdür. Çünkü; Bu sistem, keyfî uygulamalara fırsat vermiştir. Bu sebeple de; Kuvvetler Ayrılığı İlkesi işlememektedir. Bu gerçeği de; TRT-3’ten naklen yayınlanan Meclis müzakerelerini izlerken, gayet iyi görüyorum. Meclis’in Hür olması gereken iradesi, iktidarın istekleri doğrultusunda tecellî etmektedir. Yani DEVLET, bir PARTİ DEVLETİ gibi yönetilmektedir.

Bu sebeple; Türkiye’nin tam anlamıyla HÜR ve DEMOKRAT bir ülke olmasını arzu edenler; her şeyden önce, gerçek demokrasiyle taban tabana zıt olan antidemokratik Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarını değiştirmek zorundadırlar. Seçim sisteminin getirdiği yüksek oranlı barajlar kaldırılmadıkça ve milletvekili aday adaylarının tespiti, hâkim teminatında millete bırakılmadıkça ve de, milletvekili dokunulmazlığına sınır getirilmedikçe; Türkiye’nin tam anlamıyla hür ve demokrat bir ülke olması mümkün değildir. Bunlar yapılmadıkça; istendiği kadar kanun çıkarılsın veya Anayasa maddeleri değişsin; halk, sistemin dışında kaldığı sürece Türkiye; aranan ve hayal edilen biçimde sulh, sükûn, huzur ve güven ortamına kavuşamayacaktır. Çünkü; Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve denetim görevini, kendi hür iradesiyle yapamamaktadır.

Ülke meselelerini dikkatli ve yakından takip eden bir vatandaş olarak ve demokratik haklarımı kullanarak, duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim. Gereği hususunda gayret göstereceğinize inanmaktayım.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı”

Hiç yorum yok: