12 Ocak 2010 Salı

Huzur bozanların, şikâyete hakları yoktur.

Sayın Mehmet Ali BİRAND
Posta, Hürriyet, Milliyet Gazeteleri Yazarı
İstanbul 12 Ocak 2010


Sayın BİRAND;

12 Ocak 2010 tarihli ve “Ne bölünüyoruz, ne parçalanıyoruz; sadece, gerçek iktidar eldeğiştiriyor” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Geçim derdi olmayan, her şart altında rahat tüketebilen belirli bir kesime “Evet, yazdıklarınız doğrudur” dedirtecek bu yazı türünüzle yine, gerçeklerin üstünü örtme gayretine girmişsiniz. Bunu yaparken de, 1980 öncesini, gerçeklerden uzak bir şekilde konu ederek, 1980 sonrası yıkıcı, yakıcı, antidemokratik, keyfî ve Türkiye’yi, gerçek hedeflerinden uzaklaştırıcı, çarpık siyasî yapıyı aklamaya çalışmışsınız. Açık ifadeyle;

Bölünme ile bütünlenmeye, iyi ile kötüye, demokrasi ile faşistliğe, kural ile keyfiliğe, saadet ile sefalete, huzur ile huzursuzluğa, gelişme ile kalkınmaya, halk iradesiyle formaliteye, kuvvetler ayrılığı ile baskıcı mutlak iradeye, gerçek iktidar ile gaspçı iktidara, iktidar ile muhalefete, kesin ifadelerle açıklık getirmediğiniz veya getiremediğiniz için; neyin, kimin ve niçin sorgulanması gerektiği anlaşılamamıştır.

Aslında; 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’si ile 12 Eylül 1980 sonrası Türkiye’sinin mukayesesini, aklın, ilmin, mantığın tahtında irdeleyerek ve sorgulayarak yapamadığınız için; Türkiye’yi, 2002 yılında başlatan bugünkü siyasî iktidara söyleyecek söz bulamamışsınız. Bu yüzden de, sorulması, cevap verilmesi ve irdelenmesi gereken şu önemli sorular, cevapsız kalmıştır:

- Bölünme ve parçalanmanın belirtileri nedir?
- Gerçek iktidar nasıl oluşur ve oluşma şartları nedir?
- “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi nedir ve ülkemizde çalışmakta mıdır?
- Bağımsız yargı, hür üniversite ve hür basın var mıdır?
- Türk milleti, zenginleşiyor mu, fakirleşiyor mu?
- Türkiye, ekonomik bağımsızlığını koruyor mu, korumuyor mu?
- Türkiye, ihtiyaç sebebiyle mi aşırı borçlanmıştır? Yoksa; keyfî uygulamalarla uluslar arası finans güçlerine yenik mi düşmüştür?
- Eonominin son derece kötü olduğu, işsizliğin yaygınlaştığı, insanların fakirleştiği doğru değil midir?
- DEVLETİN, bir PATİ DEVLETİ haline getirildiği doğru değil midir?
- Başbakan’ın, demokrasi adı altında, başta TBMM olmak üzere, her kurum ve kuruluşu baskı altına aldığı veya almak istediği doğru değil midir?
- Bir ülkenin batmasının ölçüsü nedir?
- Muhalefetin, her sözü ve her davranışı, iktidarı yıpratmak için mi algılanmalıdır?
- Muhalefetsiz iktidar, hangi rejimlerde vardır?
- DEVLET, kurallarına göre işletilmekte midir?
- Kurumlar arasında ZITLAŞMA, var mıdır, yok mudur?
- Tarikatlar, aşiretler ve bilhassa, devlete ve millete nizam vereceğini iddia eden BİR CEMAAT, Türk siyasetine damgasını vurmuş mudur, vurmamış mıdır?
- Milletvekili dokunulmazlıkları, gerçek demokrasiye ve çağın modern ve âdil devlet yapısına uygun mudur, değil midir?

Sayın BİRAND;

Soruları çoğaltmak ve gerçek sorunları ortaya koymak, herkes için mümkündür ve de şarttır. Bunu yapmak da, her şeyden önce köşe yazarlarına, habercilere, tarihçilere, sosyologlara, toplum bilimcilerine, akademisyenlere, gerçek aydınlara ve aydın geçinenlere, oturdukları yerde demokrasi havarisi kesilenlere, aklını, iradesini, hürriyetini liderlere ipotek etmeyen siyasetçilere düşen, en önemli ve önde gelen vatandaşlık görevidir.

Bu durum karşısında, merak ettiğim husus şudur:

Şablonu, başkaları tarafından çizilmiş göstermelik ve azıcık demokrasiye dayanarak değil de, gerçek bir demokrasiye dayanarak, kendinize bu soruları sorduğunuz ve düzgün cevaplarını aradığınız oldu mu acaba? Bana soracak olursanız cevabım; sormadığınız ve cevaplarını aramadığınız istikametindedir. Şayet, aksi olsaydı, Yazınızın sonunda;

“Türk olmak, Türkiye’de yaşamak ve Türkiye’de siyaset yapmak zordur” ifadesini kullanmazdınız. Bu sebeple; tavsiyem de, şudur:

Hiç vakit geçirmeyiniz ve Türkiye’nin ve Türk milletinin yakasından düşünüz ve de, vatandaşı olduğunuz BELÇİKA’ya yerleşiniz. Belki o zaman, düzgün bir nefis muhasebesi yapmış olursunuz.

Unutmayınız:

İnsanların bu dünyadaki edinimleri, en nihayet, kabirlerinin üzerindeki bir toprak yığınından ibaret kalacaktır. Zamanla, o toprak yığını da kalmaz ya!...


Kabul edilsin veya edilmesin; inansın veya inanmasın; insanların, varlığı mutlak olan ebedî âleme, muhitlerine, ülkelerine, milletlerine ve hattâ, bütün insanlık âlemine yaptıkları hizmetlerini götüreceklerdir.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: