7 Ocak 2010 Perşembe

Hedef saptıranlar, milleti aldatırlar.

Sayın Mehmet Ali BİRAND
Posta, Milliyet, Hürriyet Gazetesi Yazarı
İstanbul 7 Ocak 2010


Sayın BİRAND;


6 Ocak 2010 tarihli ve “Komutan, bizim için en büyük tabu idi” başlığını taşıyan yazınız ile 7 Ocak 2010 tarihli ve “Komutan, en büyük hatayı, 27 Nisan gecesi işledi” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Sözüm ona; gerçekte olmayan demokrat kimliğinizi öne çıkararak, askerleri yıpratıcı, siyaseti aklayıcı, halkın beynini yıkayıcı ve halkı aldatıcı nitelikteki bu yazıları, gayet ustaca kaleme almışsınız.

Bu sözlerimi, taraflı bir itham olarak algılamamalısınız. Zîra; Türkiye, 29 yıldan beri halkı dışlayan ve siyasî parti liderlerini seçilmiş diktatörler konumuna getiren göstermelik ve azıcık bir demokrasi ile idare edilmektedir. Bu çarpık modelin kurucusu da, askerler değil, Turgut Özal’dır. Bu çarpık modeli, askerleri suçlayarak ve 1982 Anayasası’nı bahane ederek, aklayamazsınız.

Şu gerçeği, siz de çok iyi biliyorsunuz:

Geçmişte Türkiye, askerî müdahalelere maruz kalmıştır ve askerî müdahaleleri, mazur göstermek de, mümkün değildir. Bu gerçeği askerler de kabul ettikleri için, ülkenin idaresini, kısa sürede, siyasî iradelere terk etmişlerdir. Askerlerin, devleti vesayet altında tutmak istedikleri iddialarınız doğru olsaydı; askerler, kendiliklerinden demokrasiye geçmezlerdi. Dikkat ediniz:

Askerleri, başta CIA olmak üzere, yabancı istihbarat birimlerinin ve onlarla birlikte hareket eden yerli işbirlikçilerinin yarattıkları sokak hareketleri, provokasyonlar, anarşi ve terör olayları yanıltmıştır. Yabancıların hedeflerini, çıkarlarını, projelerini ve gerçek niyetlerini iyi anlamadan yapılan veya yapılacak yorumlar, beyin yıkamaya, halkı yanıltmaya ve demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan keyfi yönetimleri muhafaza etmeye matuf yorumlardan ve gayretlerden ibaret kalır. Ki; bu yorum ve gayretler, Türkiye’nin tam anlamıyla HÜR VE DEMOKRAT bir ülke olmasını, engellemek içindir. Bu iş için görev alanlara ve rol üstlenenlere, önceden belirlenmiş; görev ve roller dağıtılmıştır.

Bu görüşlerime itiraz edenlere, şu gerçeği hatırlatmak istiyorum:

12 Eylül öncesinde askerler, Amerika’nın niyet, hedef ve projesini iyi göremedikleri için, meydana gelen anarşi ve terör olaylarının, siyasetteki zaaftan ve siyasî çekişmelerden kaynaklandığını zannetmişlerdir. Millet de öyle zannettiği için, askerî müdahaleyi kabullenmiş ve alkışlamıştır. 1982 Anayasası’nın, halk oylamasında yüksek oy oranı ile kabul edilişinin sebebi de, bu gerçekte yatmaktadır. Gerçektir: 12 Eylül sabahından itibaren askerî müdahaleyi eleştirdiğim için, Adapazarı’nda en yakın arkadaşlarım, bana karşı çıktılar. Ve yine gerçektir: Adapazarı Garnizonu’ndaki askerî yetkililer, müdahaleye karşı olduğumu bildikleri halde; bana dokunmadıkları gibi, müdahaleye niçin karşı olduğumu öğrenmek istediler. Kısa bir zaman zarfında, Garnizon ve Sıkıyönetim Komutanı Tümgeneral ile dost olduk.

Şimdi dikkat ediniz:

1982 Anayasası’nın kabulünden sonra düzenlenen Siyasî Partiler ve Seçim Kanunları, Milletvekili aday adaylarının tespitini, partiye kayıtlı bütün üyelerin iştirak edeceği ve hâkim teminatında yapılacak önseçimlere bırakıyordu. Yani; aday adayı tespitini, geniş bir tabana bırakmıştı ve halkın, sistemde daha etkin olması öngörülmüştü.

Askerî müdahalenin yaptığı en büyük yanlışlık; partileri kapatması ve siyaset yasaklarını getirmesidir. Bu hatanın bedelini, hem ülke ve hem de millet, çok ağır bir şekilde ödemiştir ve bedel ödemeye devam etmektedir. Bu yanlışlık sebebiyle 1983 seçimlerinde tek başına iktidara gelen Turgut Özal; 1987 seçimlerine gidilirken Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarını değiştirerek ön seçimleri kaldırmış ve “Temsilde adâlet, yönetimde istikrar” aldatmacasıyla, yüksek oranlı çevre ve ülke barajları getirerek ve de seçim çevrelerini, işine geldiği gibi bölerek; halkı sistemin dışına itmiş ve siyasî parti liderlerini, seçilmiş diktatörler konumuna getirmiştir. Gerçek demokrasi ile uzaktan, yakından ilgisi olmayan bu çarpık sistem; DEVLETİ, bir PARTİ DEVLETİ haline getirmenin kapılarını, ardına kadar açmıştır.

Her nedense; bugün, askerleri hedef alanlar ve 1982 Anayasası’na kusur bulanlar, “Askerî vesayet” naralarıyla demokrat geçinenler, bu gerçekleri hiç konuşmuyorlar; bu çarpık sistemi, tam demokrasiye dönüştürecek çareleri aramıyorlar. “e-muhtıra” saplantısına tutulanlar, Siyasî Partiler ve Seçim kanunlarının değiştirilmesini talep etmiyorlar.

Sayın BİRAND;

Gerçek bir demokrasi; hür, âdil ve eşit şartlarda yapılan seçimlerle, hür Parlâmento’yla, Hür ve serbest basınla ve hür üniversiteyle kurulur.

Devamlı surette Türk Silâhlı Kuvvetlerini ve komutanları hedef alan sizler; bu hususlarda, niçin sessiz kalarak, halkın efkârını karıştırıyorsunuz ve çarpık sistemin düzeltilmesi için gayret sarf etmiyorsunuz?

Yoksa; bu çarpık sistem, BİR AMERKAN PROJESİ MİDİR?

Son 29 yıl zarfında Türkiye’nin kayıplarını gördükçe; aklıma, başka bir ihtimâl gelmiyor.

Bu 29 yıl zarfında Türkiye, iktisaden, siyaseten, tam anlamıyla dışa bağımlı hale gelmiş ve Türk milleti fukaralaşmıştır. Gıda maddelerinde dahî, dışa muhtaçtır. Üstelik; iktisadî varlıklarını yabancılara kaptırdığı gibi, ağır iç ve dış borç batağına saplanmıştır. Tabir caizse; Türkiye, bir müstemleke ülkesi ve Türk milleti de, bir müstemleke halkı haline gelmiştir. Hem devletin ve hem de milletin dirlik ve düzenliği bozulmuştur.

Ülkelerin idaresinde karizma yeterli olsaydı; Frank Sinatra, dünya liderliğine seçilirdi.

Nasıl, gerçek bir demokrasinin kurulması için çalışmayı, göze alabilecek misiniz? Ve karşılıklı görüşmeye ne dersiniz? Veya bir 32. ci Gün Programına!

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: