Recep Tayyip ERDOĞAN
Başbakan ve AKP Genel Başkanı
Ankara 30 Aralık 2009
Sayın BAŞBAKAN;
30 Aralık 2009 akşamı, TRT televizyonlarından yayınlanan “Ulusa Sesleniş” programında yaptığınız konuşmanızı dikkatle dinledim.
Bu programda da, yeni bir şey söylemediniz ve bundan evvelki programlarda yaptığınız konuşmanızda belirttiğiniz konuları, parlak tablolar çizerek, tekrar etmiş oldunuz. Açık ifadeyle; kanunla getirilen “Ulusa Sesleniş Programı”, iktidar partisinin siyasî amaçlı kullandığı bir program haline getirilmiştir.
“Ulusa Sesleniş” programını, günün Başbakanı Turgut Özal getirmiştir ve bu sayede, bol, bol partisinin propagandasını yapmıştır. Turgut Özal, Tansu Çiller, bu programı, hiç aksatmadan kullanmışlardır. Şimdi de, aynı amaçla siz kullanmaktasınız. Bu programı, 1991 Seçimlerinden sonra tekrar Başbakan olan Süleyman Demirel, ancak bir veya iki defa kullanmıştır. Bir basın toplantısında Süleyman Demirel’e, “Ulusa Sesleniş Programını” niçin kullanmadığı sorulunca; Demirel, şu cevabı vermiştir:
“Elbette önemli bir icraatımız olduğu zaman bu imkândan yararlanırız. Ancak; bu programın siyasî amaca yönelik olarak kullanılmasını doğru bulmuyorum. Bu programı gelişigüzel kullanmak, muhalefete yapılan bir haksızlık olur ve bu, siyasetin tabiatına yakışmaz. Unutulmamalıdır: Siyasî iktidarlar değişir; bu da, gayet doğaldır. Ama, devlette devamlılık esastır. Muhalefetsiz bir demokratik rejim, düşünülemez. Zîra; iktidar her rejimde vardır. Muhalefet ise, sâdece demokratik rejimde vardır.”
Bu sebeple; Muhalefete cevap hakkı tanınmayan ve iktidar partilerinin siyasî amaçla kullandıkları bu programın kaldırılmasında, demokrasimiz açısından büyük fayda vardır. Bu programın, gerginlik yaratmaktan başka bir faydası yoktur.
Sayın BAŞBAKAN;
Türkiye’yi 2002 yılında başlamış gibi göstermek; belki, çekirdek ve fanatik partililerinizi memnun edebilir. Ama; Türkiye’yi yakından ve dikkatli izleyen; olup, bitenleri iyi bilen vatandaşlarımızı da, rahatsız eder.
Rakamlara dayandırarak parlak tablolar çizmiş olmanıza ve iktidarınızı, çok başarılı göstermenize rağmen Türkiye ve halkımız, rahat değildir. Anlattığınız Türkiye ile gerçek Türkiye farklıdır ve halk, mutlu değildir. Zîra; rakamlara dayanarak verdiğiniz millî gelirdeki artış, gelir dağılımındaki adâletsizlik sebebiyle sanaldır. Halkı mutlu edecek ve halka satın alma gücü kazandıracak millî gelir artışı, sabit fiyatlara göre hesaplanan millî gelir artışıdır.
Dikkat çekici ve düşündürücü bir örnek arz edeyim:
Konuşmanızın bir bölümünde; Ocak 2010 tarihinden itibaren en düşük dereceli memur maaşının, 1280 lira olacağını ifade ettiniz. Bu; yaklaşık, 900 dolardır. Buna göre bu memurun yıllık geliri, yaklaşık 10 bin 800 dolardır ve fert başına hesaplanan ortalama 10 bin doların üstündedir. Sormak lâzımdır:
Bu gelirin sahibi olan bir memur, acaba mutlu olabilir mi ve bu memurun, satın alma gücü var mıdır? Bu gerçek, “Sanal millî gelir” ifademi doğrulamaz mı?
İkinci önemli husus; faizlerle ilgili olarak yaptığınız açıklamadır. Evet; faizler düşmüştür. Ama, hangi faizler düşmüştür? Düşen faiz, Merkez Bankası’nın borç verme ve borç alma, Hazine’nin borçlanma ve mevduat faizleridir. Bu faiz düşüşünden varlıklı kesim, Hazine ve finans ve bankacılık kesimi yararlanmış; küçük mevduat sahiplerinin tasarrufları erimiştir. Mevduatların dağılımı incelendiğinde; bu gerçek, çok daha iyi anlaşılacaktır. BDD’nın açıklamalarına göre yurtiçi yerleşiklerin yatırım portföyleri, yılın üçüncü çeyreği itibarıyla 610,3 milyar liraya ulaşmıştır. Bu portföy yatırımlarının sahibi kaç kişidir ve halka isabet eden pay nedir?
Dikkat edilirse; faizlerin düşürülmüş olmasına rağmen reel kredi faizleri ve bilhassa dar gelirlilerin kullandıkları kredi kartı, tüketici ve ihtiyaç kredi faizleriyle, bilhassa küçük esnafın kullandıkları mevduat karşılığı kredi hesaplarına uygulanan faizler, çok yüksektir. Politika faizlerindeki düşüş, bankacılık sektörünün sanal kârlarını arttırmıştır. Yani; yük, yine dar gelirlilerin sırtına vurulmuştur. Bunun göstergesi de bellidir:
Halkın, 2002 yılında 6,4 milyar lira olan banka borçları, 2009 yılı sonunda, 130 milyar lirayı aşmıştır. Halkın, müsrif ve savurgan; hesapsız ve kitapsız hareket ettiği düşünülemez. Halk, hayatî ihtiyaçlarını karşılamak için borçlanmıştır. Bu da; millî gelirdeki artışın, sanal ve adaletsiz olduğunu ispatlamaktadır.
Banka kârlarının da sanal olduğunu söyledim. Evet; BDDK’nın açıklamasına göre; politika faizlerindeki düşme, bankaların net faiz gelirlerini, bir önceki yıla göre yüzde 36 oranında arttırmış ve 40,4 milyar lira seviyesine yükseltmiştir. Ama; yine BDDK’nın açıklamalarına göre; kredi kartı takibe düşen müşteri sayısı, 2 milyon 500 bin kişiye ulaşmıştır. Neresinden bakılsa; 15-20 milyar liralık bir zarar oluşacaktır ve takibe düşen kişi sayısı, her geçen gün artacaktır. Bugün, zorluklarla asgarî ödeme yapanlar, mutlaka tıkanacaktır. Bankaların tahsili gecikmiş alacak tutarı ise, 21,2 milyar liraya ulaşmıştır ve bu rakam da büyüyecektir. Bunun anlamı da açıktır:
Bir balon gibi şişen finans sektörü, eninde, sonunda zora düşecektir. Üretime, istihdama ve yatırımlara yeterli destek vermeyen ve gerçek anlamda bir sermaye piyasasının oluşmasına hizmet etmeyen sermaye, iflâs etmeye mahkûm olur. Bankacılık sektörü ile Hazine dayanışması, Türkiye’nin iktisadiyatını düzeltmeye ve milleti refaha çıkarmaya yetmez. Bunu da, iktisat ilminin kuralı ispatlamaktadır. Şöyle ki:
“Üretmeyen veya yeterli seviyede üretim yapamayan ekonomilerde pozitif reel faiz uygulaması, evvelâ bankacılık sektörünü batırır; sonra da, ekonominin bütün dengelerini bozar.”
Bu sebeple; 7 yıldan beri uygulanan düşük kur, yüksek faize dayalı para politikaları, sizi yanıltmamalıdır. Bankacılık sistemine, bu gözle bakmanızda sayısız faydalar vardır. Bugün ülkemizde; reel sektörü destekleyen ve gerçek anlamda bir sermaye piyasasının oluşmasına gayret eden tek banka, Türkiye İş Bankası’dır. Bu öze, bütün bankalar ve Hazine iştirak etmedikçe; sâdece enflâsyonu önlemeye yönelik para ve ekonomi politikaları, eninde, sonunda büyük bir finansal kriz doğuracaktır. Enflâsyonla mücadelenin en tutarlı yolu, üretim, istihdam ve yatırımdır.
Sayın BAŞBAKAN;
Yaptığınız konuşmalarınızda, TOKİ’nin faaliyetleri, duble yolların inşası, sosyal faaliyetlere yapılan harcamaları, icraatlarınızın başarısı olarak sunmaktasınız ve bunları örnek göstererek, geçmiş iktidarları kötülemektesiniz. Bu davranışınızın ve övünmenizin, size de, ülkeye de, millete de bir faydası olmaz. Zîra; reddettiğiniz ve kötülediğiniz iktidarların size bıraktığı varlıkları satarak, 33 milyar dolar tutarında bir gelir elde ettiniz. Bu gelir, her konuşmanızda övünçle bahsettiğiniz harcamaları fazlasıyla karşılar. Sonra; TOKİ’nin faaliyetleri, duble yolların inşası, yapılan sosyal yardımlar, Türkiye’nin ekonomisini düzeltmeye yetmemiştir. Şu gerçekler, sizi ve hükümetinizi düşündürmelidir:
Oluşan Bütçe açıkları, dış ticaret açıkları, carî işlemler açıkları ve faiz ödemeleri, artan iç ve dış borçlar, yaygınlaşan işsizlik, Türkiye’nin iyi idare edilmediği gerçeğinin kanıtıdır. Bu gerçek, verdiğiniz sanal millî gelire oranlamalarla örtülemez.
7 yıllık iktidarınız döneminde, 370 milyar lira faiz ödenmiştir. Bütçe’nin ve carî işlemlerin açıkları, borçlanma ile karşılanmıştır. 7 Yıllık iktidarınız döneminde, iç ve dış borçların artarak, ikiye katlanmasının gerçek sebebi de, budur.
2010 yılı bütçesi de ümit verici değildir. Bu bütçe de, bir borç bütçesidir. 286 milyar büyüklüğündeki bu bütçede;
Personel giderleri için 60 milyar lira,
Faiz giderleri için 58 milyar lira harcama öngörülmüştür.
Personel giderleri, faiz giderlerine eşittir.
Yatırımlara 17 milyar lira, çiftçiye destek için 5,6 milyar lira, 9 milyon Yeşil Kartlı için 4,6 milyar lira pay ayrılmıştır.
Bütçe açığı ise; 52,4 milyar lira olarak öngörülmüştür.
Faiz ödemeleriyle Bütçe açığının, öngörüldüğü gibi gerçekleşip, gerçekleşmeyeceği de belli değildir.
Böyle bir bütçe ile hedefleri gerçekleştirmek ve milleti rahatlatmak mümkün olabilir mi?
İktisat tarihi, bütçesinden yatırımlar için, yüzde 30 oranında pay ayıramayan bir ülkenin; hedeflerine ulaştığını, gerçek anlamda büyüdüğünü ve halkını refaha kavuşturduğunu kaydetmemiştir.
Merakım da şudur: bu gerçekleri söyleyen, hatırlatan, tedbir getirilmesini isteyen danışmanlarınız ve iktisatçılarınız yok mudur?
Türkiyeyi iyi izleyen, gerçekleri gören dikkatli bir vatandaş olarak, demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
1 Ocak 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
cok guzel yazmisisniz
muammer
Yorum Gönder