5 Ocak 2010 Salı

Keyfilik, her devletin yıkım sebebi olmuştur.

Sayın Abdullah GÜL;
Cumhurbaşkanı
Ankara 4 Ocak 2010


Sayın CUMHURBAŞKANI;

Bugün sizi, Hasan Cemâl ve Cengiz Çandar’ın birlikte sundukları “Tecrübe Konuşuyor” televizyon programında, dikkatle izledim.

Bulunduğumuz coğrafyanın önemi ve özelliği sebebiyle başkalarının, kendi hedef, çıkar ve projeleri doğrultusunda yarattıkları ve gerçekte olmayan Kürt sorununu, yıllardan beri değişik boyutlarıyla kamuoyuna sunan ve kendi sabit fikir veya aldıkları talimatlar doğrultusunda kamuoyu oluşturan; bu görevi yaparken de, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni yıpratıcı ve tahrik edici yazılar yazan ve de Abdullah Öcalan’ı, kendi vicdanlarında beraat ettirmeye çalışan Hasan Cemâl’le Cengiz Çandar’ın, birlikte sundukları bu programa konuk olmanızı, gönlüme kabul ettiremedim.

Sebebine gelince:

Bulunduğumuz coğrafyanın önemi ve özelliği sebebiyle Türkiye, her zaman için iç ve dış odakların husumetlerine maruz kalmıştır, kalmaktadır ve bundan sonra da kalacaktır. Bu sebeple de; Türkiye’yi huzursuz etmek, hedeflerinden uzaklaştırmak ve hatta üniter yapısını bozmak isteyen dış güçler; başımıza musallat ettikleri terörü, değişen dünya şartlarına rağmen daima destekleyecekler, donatacaklar ve üzerimize salacaklardır. Açık ifade etmekte beis yoktur:

ABD, İngiltere, İsrail ve Avrupa ülkelerinden Almanya ve Fransa; bu önemli coğrafyada, kendi kendine yeterli ve başkalarına muhtaç olmaktan kurtulmuş; dünya üzerinde kurulan her masaya eşit ağırlıkta oturmasını başaran; iç ve dış gailelerden kurtularak hedef kovalayan ve her hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflere yönelen; huzurlu, mutlu ve refah içinde yüzen bir BÜYÜK TÜRKİYE istemezler. Onların istedikleri Türkiye bellidir:

Kendi kendine yetersiz ve daima başkalarına muhtaç; “OTUR!” denilen, “KALK!” denilen yerde kalkan; iç ve dış gailelerle boğuşan ve gerçek hedeflerinden uzaklaşan; huzursuz, mutsuz ve refahı unutmuş ZAYIF BİR TÜRKİYE!

Halkın sağduyusu yerindedir. Halk arasında ayrılıkçı düşünce ve zihniyet yoktur. Zaten; bu gerçeği, zaman, zaman yapılan kamuoyu araştırmaları da ortaya koymaktadır. Ne var ki; Türkiye’de ayrılıkçılığı tahrik, teşvik ve destekleyen ve de dış bağlantıları olan bir avuç misyoner kılıklı insan; halkın sesini ve sağduyusunu bastırmayı başarmışlardır. Bunu yaparken de, terörü destekler bir tavır takınmışlardır. Belli ki; Türkiye’yi huzursuz etmek, karıştırmak ve meseleleri, işin içinden çıkılmaz hale getirmek istemektedirler. Onlar için devletin kurumlarını karşı karşıya getirmek, kurumları kendi içlerinde kavga ettirmek, halkın moralini bozmak ve ümitsizliğe sevk etmek, birinci ve en önemli vazifeleridir. Kurallarına göre işletilemeyen; çatısı çatırdamış ve tavanı çökmüş; dirlik ve düzenliğini kaybetmiş bir devlet yapısı, en büyük emelleridir. Bıkmış, küstürülmüş, şevk ve heyecanını kaybetmiş bir toplum yapısı oluşturmak da, onların vazgeçmeyecekleri ideolojileridir.

Türkiye, bu belâlardan; DEVLETİN, ana KAİDELERE ve ana BELGELERE göre işletilmesiyle kurtulabilir ve GERÇEK HEDEFLAERİNE yönelebilir. Bu hususta en büyük görev, size düşmektedir. Bunu da, başaracağınıza inanmaktayım.

Ülke meselelerini dikkatli ve yakından takip eden bir vatandaş olduğumu belirtmek için, bu mektubumun ekinde; size yazdığım 6 Mayıs 1999 tarihli mektubumun suretini bilgilerinize, dikkatlerinize ve tetkiklerinize arz ediyorum.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı



“Sayın Abdullah GÜL
Fazilet Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Ankara 6 Mayıs 1999


Sayın GÜL;

İster inansın, ister inanmasın; her insana lâzım olan üç şey vardır:

VİCDAN, İNSAF, BASİRET.

Eğer bir kimse, bu vasıfları taşımıyorsa; noksan sıfatlı demektir. Zîra; bu gibi kişiler, asla ve asla doğru yolu bulamazlar.

Hele; bir kimse İMÂN İDDİASINDA ise; kalbindeki bütün GÜNAH İSLERİNİ temizlemek, bütün İHTİRASLARINI terk etmek ve her şeyde HAKKI GÖRMEK ve GÖZETMEK mecburiyetindedir. Ki; VİCDAN SAHİBİ olduğunu ispat etmiş olsun.

VİCDAN, Arapça bir kelimedir; mânâsı, BULMAK demektir. Bulunacak olan nedir?

Doğruluk, iyilik, güzellik, adâlet. Bu, zorunludur. İşte o zaman; vicdan sahibi insanlarda, ne CÂH hırsı kalır ve ne de, kendi nefislerinin esareti kalır. Vicdan sahibi kişilerin her şeyleri, HAK, İNSANLIK, VATAN ve MİLLET içindir.

Bu kadarı yeterli midir?

Yeterli değildir.

Başka ne lâzımdır?

İNSAF!

Zîra; insaf sahibi kimse; her şeyde HAKKI görür ve AŞK derecesinde tapar. Bu sayede de, İRFAN sahibi olur. İNSAF ve İRFAN sahibi olan kimsenin elinden, dilinden sözünden ve yaptıklarından, insanlık fayda görür. Şair, ne güzel söylemiş:

“İrfansız eğer şâh-ı cihan olsa da insan,
Âlem-i insaniyete ziyan eyledi gitti.”

Gelelim, BASİRETE:

Basiret, olayları, vukuundan evvel sezebilmek ve görebilmek demektir. Eğer bir insan, kafa gözü ile gördüğüne, basiretini eklemezse; yaptığı işlerin, kimseye faydası olmaz. Eğer bu kural geçerli olmasaydı; kafasında iki gözü olan her insan, eşit olurdu ve insanların; imtihan âlemi denen bu dünyaya sevklerine, lüzum kalmazdı.

 
Bu bakımdan; bir kimsenin, “İNANDIM” demesi kâfi değildir; inandığına teslim olması şarttır. Yani; ya göründüğü gibi olması veya olduğu gibi görünmesi şarttır. Toplumları, bazı kişilerin ihtiraslarına dayalı tuzaklardan kurtarmanın yolu da, budur. Onun içindir ki; KUR’AN’DA, “Ey iman edenler, İNANINIZ!” hitabı vardır. Bunun anlamı, gayet açıktır:

“TOPLUMLARIN SULH, SÜKÛN, HUZUR VE GÜVENİ İÇİN ÇALIŞINIZ!” demektir.

İşte; bu esası ilke edinen kimseler, asla ve asla YALAN söylemezler; zamirlerindeki ihtiraslarını, çıkarlarını, hedeflerini, “YALAN KILIFINA” sararak, insanları aldatmazlar. Bu gerçeği de Hz. Peygamberimiz, “Yalanla İMAN, bir KALPTE barınmaz; YALAN söyleyenin de, İMANI bulunmaz” diye buyurarak, çok açık ve çok net biçimde beyan etmiştir.

Sayın GÜL;

Bu mektubumu yazış sebebim şudur:

 
Önemli bir yeriniz var…Bu önemli konumunuz sebebiyle de; zaman, zaman halkın huzuruna çıkarak, partinizin sözcülüğünü yapmaktasınız.

Dün akşam sizi, Mehmet Ali Birand’ın sunduğu “32.ci gün programında” izledim. Aydın Menderes’in söylediklerini, tekzip edemediniz. Buna karşılık; doğru olanı da, açık bir şekilde söyleyemediniz. Konuşmalarınızdan anlaşılmıştır ki; Fazilet Partisi’ni, perde arkasından Necmettin Erbakan yönlendirmektedir. Bu gün, ülkenin bir numaralı gündemi haline getirilen “MERVE KAVAKÇI” olayı, böyle bir yönlendirmenin eseridir.

Bu bakımdan; sizin her söz ve davranışınız; ya ihya eder veya imha eder. Zekânızın ve aklınızın elverdiği her harekete; ölçüsüzce yaklaşır ve “Her sözün bir makamı ve her makamın bir sözü vardır.” gerçeğinden uzaklaşarak, ucuz politika yolunu seçecek olursanız; zihinleri karıştırır ve insanları yanıltırsınız. Bunun neticesinde de; karışan zihinlerin ve yanıltılan insanların VEBALİNİ taşırsınız.

Söylediklerime alınmamalısınız. Kimseyi, incitmek niyetinde değilim. Gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyorum. Türkiye gibi çok önemli ve büyük hedefleri olan bir ülkenin, bunalımlara maruz kalmasını istemiyorum. Zîra; tarihen sabittir ki:

Türkiye’nin; sulh, sükûn, huzur ve güven ortamı içerisinde geçirebileceği 20-25 yıllık bir zaman dilimine ihtiyacı vardır. Eğer Türkiye, böylesine önemli ve mutlak surette muhtaç olduğu bir zaman dilimini yakalayabilse; her türlü meselesini çok kolay çözer ve neticede; dünya siyasetine ve ekonomisine damgasını vuran çok güçlü bir CİHAN DEVLETİ olmasını başarır.

Bu bakımdan size tavsiyem, şudur:

Eğer hizmette samimiyseniz; vatanî bir gerekçe ve hizmet arzusu taşıyorsanız; başkalarına tâbî olmaktan ziyade; kendi iradenizle ortaya çıkınız. Zîra; günahların en büyüğü, hatır için işlenenidir.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Adapazarı"

Hiç yorum yok: