Sayın Hasan CEMAL
Milliyet Gazetesi Yazarı 12 Ekim 2008
Sayın Cemal;
12 Ekim 2008 tarihli ve "Sayın Başbakan, yoksa teslim olma sırası sizde mi?",
11 Ekim 2008 tarihli ve "Erdoğan'ın yapması gerekenleri, Başbuğ mu yapıyor.",
10 Ekim 2008 tarihli ve "Sayın Başbakan kanlı tuzağın ardındaki mantığa teslim olacak
mısınız?",
9 Ekim 2008 tarihli ve "Savaş tamtamlarına kulak vereceğinize, resmin tümünü görün!",
8 Ekim 2008 tarihli ve "Sorun, askerin tekeli altında kaldığı sürece çözülmez!" başlıklarını taşıyan yazılarınızı okudum.
Türkiye'de yaşamamış olsaydım ve 50 seneden beri Türkiye'de cereyan eden olayların içyüzlerini iyi bilmeseydim; ne yapmak istediğinizi ve nasıl bir misyona hizmet ettiğinizi anlamakta güçlük çekerdim.
Zaman, zaman okumaktan usandığım yazılarınızın tümünde; Demokrasi ve Kürt sorunu adı altında seçtiğiniz tek hedef, Türk Silâhlı Kuvvetleri'dir.
Acaba, neden?
Soruyorum; zirâ, nasıl bir demokrasi istediğinizi ve sık, sık dile getirdiğiniz Kürt sorununun ne olduğunu, açık bir şekilde dile getirmemektesiniz.
Demokrasi açısından bakacak olursak; halkı sistemin dışına iten ve siyasî parti liderlerini seçilmiş diktatör konumuna getiren çarpıklığın dışında ülkemizde, tam anlamıyla bir demokrasi hüküm sürmektedir. Herkes, alabildiğine hürdür ve her istediğini serbestçe dile getirmekte ve yapmaktadır. Ekim 1983'ten itibaren de ülkemizi, siyasî iktidarlar yönetmektedir.
Kişisel olarak ben, bu modeli, demokrasi olarak kabullenemedim. Zirâ; bu model, tek parti iktidarlarında Başbakanları; koalisyon iktidarlarında koalisyon ortağı parti liderlerini, tek söz sahibi yapmaktadır. Öylesine ki; kanun yapmakla ve hükümetlerin icraatlarını denetlemekle görevli olan Türkiye Büyük Millet Meclisi dahî, Başbakanların veya koalisyon ortağı liderlerin mutlak iradelerine tâbî hâle getirilmiştir.
Bu çarpıklığı hiçbir zaman konu etmediğinize göre; gerçekten demokrasiyi savunduğunuza ve gerçek bir demokrasi arayışında olduğunuza, nasıl inanalım?
Gelelim Kürt sorununa:
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes, ırkına, inançlarına bakılmaksızın eşit haklara sahiptir ve herkes, haklarını serbestçe kullanmaktadır. Bugüne kadar çaresi bulunmayan istisnalar da bellidir:
Doğu ve Güneydoğu'daki Kürt kökenli vatandaşlarımız, feodal yapı sebebiyle ağaların, şeyhlerin ve aşiret reislerinin baskısı altındadırlar. Yani, devletin tanıdığı haklarını kullanamamaktadırlar. Devletin değil, feodal yapının baskısı ve zulmüne maruz kalmışlardır. Her nedense; demokrasi sözcüğünü dilinizden düşürmeyen siz, bu gerçekler karşısında gayet sessiz kalmaktasınız. "Kürt sorunu" olarak ortaya attığınız sorunun da ne olduğunu, açık bir şekilde belirtmemektesiniz.
Evet; başımızda terör ve terörist sorunu mevcuttur. Bu sorun da dış kaynaklıdır. ABD, İngiltere ve İsrail, teröristleri ve terörü desteklemese, Barzani ve Talabani'ye "DUR!" deseler, bir sorunumuz olmayacaktır.
Zaten tarihî gerçekler de bellidir:
93 Harbinde Kars, Ardahan ve Erzurum'u işgâl eden Ruslar, Akdeniz'e ulaşabilmek için Ermenileri kullanarak, Doğu ve Güneydoğu'da terör hareketleri başlattılar ve katliamlar yaptırdılar.
Rusların niyetini gayet iyi bilen Sultan II.ci Abdülhamid, bu bölgelerde asayişi sağlamak ve Rusların oyunlarını bozmak için HAMİDİYE ALAYLARINI kurdurmuştur. Bu alaylar, tamamen bölge gönüllülerinden oluşmuştur ve emekli subaylar da kumandan olarak tâyin edilmiştir. Gerçekten Hamidiye Alayları, kısa sürede asayişi sağlamışlar ve Ermeni çetelerine göz açtırmamışlardır.
Batı ülkeleri, bu oluşumdan rahatsızlık duymuşlar ve her zaman Osmanlı idaresini baskı altına almışlardır. Baskıların ana gerekçesi, "Sorunlar, silâhlı mücadele ile çözülmez" şeklindeydi.
Abdülhamid tahtan düşürülünce, İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidara geldi. Bu iktidarın en güçlü adamları Cemal, Talât ve Enver Paşalar idi. Batının telkinlerine aldanmış olacaklar ki; ilk iş olarak Hamidiye Alaylarını ortadan kaldırdılar. İşte; ne olduysa ondan sonra oldu ve Ermeni isyanı başlatıldı. İsyanı da, Sultan Abdülhamid'e hâl fermanını tebliğ edenler arasında bulunan Ermeni Aram Efendi yönetmiştir.
Tarihî seyrini hepimiz biliyoruz: kan, gözyaşı ve sefalet getirmiştir ve isyan, tehcirle bitirilmiştir. Bu isyan, İttihat Terakki iktidarını hem yormuş ve hem de zora sokmuştur. Dedeniz Cemâl Paşa hatıratında; "İktidara gelince yaptığımız en büyük hata, Hamidiye Alaylarının lâğvedilmesidir. Şayet bu alayları dağıtmasaydık, bu felâketi yaşamayacaktık." İfadelerini kullanmıştır.
Sayın Cemal;
Başımıza musallat edilen terör bellidir ve tamamen dış kaynaklıdır. ABD ve İsrail tarafından eğitilen ve Batı ülkeleri tarafından donatılan teröristler, ülkemize saldırmaktadırlar ve Irak'ın kuzeyinde oluşturulan Kürt yönetimi tarafından himaye edilmektedirler. Elbette ki; bu teröristlerle silâhlı mücadele edilecektir ve bu görev de, Türk Silâhlı Kuvvetlerinindir.
Şimdi siz; bilinen gerçekleri yok farz ederek orduyu hedef almakla, acaba, ne yapmak istiyorsunuz? Unutmayınız:
Bir devletin en büyük gücü; ekonomisi ve ordusudur.
Ekonomimiz, maalesef yabancılaşmıştır. Başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî birimlerimiz yabancıların eline geçmiştir ve iktisadî bağımsızlığımız tehlikeye düşmüştür. Şimdi sıra, ordumuzdadır. Türk Silâhlı Kuvvetlerini yıpratmak için de bazı odaklar, âdetâ , bir birleriyle yarış halindedirler. Her türlü vasıta ile askerler hedef alınmaktadır. SOROS beslemeleri bu işi, vazgeçilmez bir misyon olarak benimsemişlerdir.
Merak ediyorum: acaba, bu gerçekleri düşündüğünüz oluyor mu? Veya düşünmek istemez misiniz?
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
13 Temmuz 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder