--
Sayın Mümtaz’er TÜRKÖNE
Zaman Gazetesi Yazarı
İstanbul 12 Ocak 2010
Sayın TÜRKÖNE;
12 Ocak 2010 tarihli ve “Keşke ‘sivil vesayet’ olsa!” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Sizi; tarafsız, gerçekleri olması gerektiği biçimde dile getiren ve halkı, gerçek anlamda aydınlatıcı ve bilgilendirici biçimde yazı yazan ve de, hisleriyle hareket etmeyen bir köşe yazarı olarak kabul etmediğim için, bu mektubumu yazdım.
Yazılarınızı okuyorum ve hayret ediyorum. Genellikle yazılarınızda; hangi odaktan ve ne maksatla ortaya salındığı belli olmayan itham, isnat, iftira, dedikodu ve varsayımlara dayalı söylentileri konu ederek, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef almaktasınız ve gözü kapalı olarak bir siyasî amaca hizmet eden açık bir görüntü vermektesiniz. Belli ki; kamuoyunca iyi bilinmeyen ve açıklamadığınız bir misyona hizmet etmektesiniz.
Söz konusu yazınızın her cümlesine cevap vermek mümkündür. Ama, bu mektubuma sığmaz. Yazınızın bir bölümünde;
“Askerî darbe tehdidi veya tehlikesine karşı, hükümetin aldığı tedbirler "sivil darbe" sözüyle ifade ediliyorsa, bu daha uçuk bir saçmalık. Zaten iktidarda olanlar neden ve kime karşı darbe yapacak? Türkiye'nin sandıktan çıkmış bir hükümeti var. Bu hükümeti beğenmeme ve eleştirme hakkımız demokrasilerde o sandık kadar vazgeçilmez. Ama durduğunuz denge noktasını sandıktan çıkmış hükümet ile askerî dikta arasına yerleştirdiğiniz zaman, sizin her şeyinize kuşku ile bakmak gerekir. Demokratik bir hükümetin tek alternatifi, zamanı gelince halkın önüne konulacak sandıktan zaferle çıkacak olan muhalefettir. Sandıktan çıkmış bir hükümetin karşısına askerî diktayı yerleştirmek ve ikisi arasında mukayeseye girişmek düpedüz demokrasi hazımsızlığı veya demokrasi kültürü veya inancı eksikliğinden kaynaklanan bir tür sapkınlık hali.” ifadelerini kullanmışsınız!
Şu gerçeğe dikkatinizi çekmek zorundayım:
Ülkemizde, “Bir askerî darbe tehdidinin veya tehlikesinin “ olduğunu, neye dayanarak iddia etmektesiniz. Şayet bu iddialarınızı, henüz daha içyüzü bilinmeyen ve nasıl sonuçlanacağı belli olmayan ve “Ergenekon” adı verilen bir davaya dayandırıyorsanız; sizin, peşin hükümlü ve ancak kendinizin bildiği bir misyona hizmet eden bir kişi olduğunuzu söylemek, herhalde, bir kehanetin keşfi olmayacaktır.
Evet; bugün ülkemizde, sandıktan çıkmış bir hükümet vardır ve bu hükümetin, yanlışlarını, hatalarını, keyfî ve kural dışı uygulamalarını eleştirmek, her vatandaşın, zorunlu bir görevidir. Hükümetlerine, “Ne hakkın var?” demesini başaramayan milletlerin, demokrasiden bahsetmeye hakları yoktur. Zîra; “Dünyada her millet, icraatlarına tahammül ettiği hükümetlerin mesuliyetine ortak sayılır.” kuralı, tarihî bir gerçek ve evrensel bir kuraldır.
Bu evrensel kurala ve tarihî gerçeğe rağmen; bugüne kadar iktidarı eleştiren bir yazınızı görmedim. Demokrasi gereği bir nefer gibi savunduğunuz hükümetin, hiç yanlış bir icraatı olmadı mı? Hükümeti eleştirenlere, hiç düşünmeden ve hiç çekinmeden Ergenekoncu, kafesçi, darbeci damgasını vurmadınız mı? Hem de bunu, koro halinde yapmadınız mı? Sık, sık “Askerî dikta” ifadelerini kullanarak etrafa, olmayan bir darbe korkusu salmak için çırpınmadınız mı? Bunun için; gölge ve hayalet avcılığı dâhil, her çareye başvurmadınız mı?
Sayın TÜRKÖNE;
Sizin demokratlığınıza inanabilmemiz, vücudu olmayan bir şeyin varlığına inanmak kadar gülünç olur. Zîra; ülkemizde, 29 yıldan beri evrensel kurallara uymayan göstermelik ve azıcık bir demokrasi hüküm sürmektedir. Öylesine ki; bu sistemde halk dışlanmış ve siyasî parti liderleri, seçilmiş diktatörler konumuna getirilmiştir. Halka biçilen görev, belirli zamanlarda, siyasî parti liderlerinin veya parti üst yönetimlerinin hazırladıkları listeleri sandığa atmaktır.
Evet; gerçek demokrasilerde seçimler, demokratik rejimin, şahdamarı mesabesindedir. Seçimlerin, bu işlevi görebilmesi için; hür bir ortamda, âdil ve eşit şartlarda yapılması şarttır. Hile, entrika ve gasp etme arzusuna dayalı seçimler, hiçbir zaman ve hiçbir yerde bu işlevi göremez ve bir formaliteden ibaret kalır. Bu gerçeği bildiğiniz halde; bugüne kadar, çarpık Siyasî Partiler ve Seçim Kanunlarının değiştirilmesi hususunda, herhangi bir yazı yazmadığınıza göre; sizi, demokrat veya demokrasi savunucusu olarak kabullenmemiz, mümkün olabilir mi?
Bu çarpık sistemde; Kuvvetler Ayrılığı İlkesi, ortadan kaldırılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi dahî, yasama ve denetleme görevlerini, kendi hür iradesiyle yapamamaktadır. Açık ve insaflı olalım: Bugün, Başbakan’ın istemediği veya uygun görmediği bir kanun tasarısı veya teklifi, TBMM’sinin gündemine gelemez; gelse dahî, kanunlaşamaz. Ama; Başbakan’ın istediği veya uygun gördüğü her kanun tasarısı veya teklifi, TBMM’sinin gündemine gelir ve kolayca kanunlaşır. Bu gerçeği, TRT-3’te canlı olarak yayınlanan Meclis oturumlarını izleyen herkes görür.
Bu gerçekler tahtında; “Askerî faşizme karşıyım, ama, sivil faşizme de karşıyım” diyenler, haksız mıdırlar? Her vatandaşın görevi ana kaidelere ve ana belgelere göre işleyen bir devlet ve işleyen bir rejim aramak değil midir? Rejime ve devlete sahiplilik bilgi ve şuuru göstermek, suç mudur? Hürriyetlerin adâletle sınırlandırılmadığı ortamlarda, demokrasi adı altında acı esaretlerin kurulduğu görülmemiş midir?
Ülkeyi, 26 yıldan beri sivil ve seçilmiş siyasî iktidarlar idare etmektedir. Askerler, kışlasındadır. Durmadan, askerî faşizmden ve askerî diktadan bahsetmenizin, geçerli bir gerekçesi olmalıdır. Durduk yerde, rejim tartışmalarını çıkarmak, pek hayra alâmet değildir. Bir köşe yazarı olarak, siyasî ve bir parti mensubu gibi davranmanızın, muhakkak surette, bizlerce bilinmeyen bir sebebi ve hedefi olmalıdır.
Kıyıda köşede dolanarak, etrafa korku salarak, haksız itham, isnat ve iftiralarda bulunarak, halkın efkârını karıştırmak için çalışacağınıza, gerçek hedef ve niyetinizi açıklasanız, daha hayırlı bir iş yapmış olmaz mısınız? Nasıl, böyle bir mertliği gösterebilir misiniz?
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı
13 Ocak 2010 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Eline diline koluna sağlık ne mutlu ki sizin gibi duyarlı insanlarımız var teşekkürler.
Yorum Gönder