9 Ekim 2009 Cuma

Geçmiş, geleceğin aynasıdır.

TURGUT ÖZAL’DAN BİR KESİT. 9 Ekim 2009


7 Ekim 2009 tarihinde Gazeteciler Cemiyeti’nin arşivinde, Tercüman Gazetesi’nin 1984 yılına ait nüshalarına göz gezdirirken; 28 Nisan 1984’de yapılacak Mahallî Seçimler sebebiyle Anavatan Partisi’nin tertiplediği bir mitingde; günün Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal’ın, konuşmasının bir bölümünde şu sözleri söylediğini okudum:

“…Bizden evvelki iktidarların yapamadıklarını biz, iki ayda yaptık. Açık, seçik ifade ve ilân ediyorum: en az, 20 yıl iktidarda kalacağız.”

Bu yazıyı okuyunca; fikren geçmişe bir seyahate çıktım ve bugünlere ışık tutacağına inandığım için; günün Başbakanı ve Anavatan Partisi Genel Başkanı Turgut Özal’a yazdığım 16 Ekim 1989 tarihli mektubumu, yayınlamaya karar verdim. İşte, mektubum:



Sayın Turgut ÖZAL


Başbakan ve ANAP Genel Başkanı


Ankara 16 Ekim 1989



Sayın BAŞBAKAN;


Partinizin il başkanlarına hitaben yaptığınız ve televizyonun 20 Haber Bülteninde yer alan konuşmanızın bir bölümünde; “getirdiğimiz önemli şeyler var…Bir tanesi, demokrasi sahasında; hiçbir iktidarın yapamadıklarını yaptık. Avrupa ile önemli anlaşmalar imzaladık.” dediniz.
Ülkemizde, tam mânâsı ile hüküm süren hürriyetçi bir demokrasi olduğuna göre; bu hür ülkenin, hür bir vatandaşı olarak, benim de söz hakkım var demektir.
Yaptığınız her konuşmada, Süleyman Demirel’e verip, veriştirmektesiniz. Ama; Demirel’e, söz hakkı vermemektesiniz. Her ne kadar; “Canım, bu ülkede demokrasi vardır. Herkes istediğini söylemekte serbesttir.” demek mümkünse de; işin aslı, öyle değildir. Sizin konuşmalarınız, televizyondan uzun, uzun verilirken; diğer siyasî parti liderlerine ve sözcülerine, yeterli söz hakkı verilmemektedir. Suçlanan ve kötülenen kimselerin, savunma haklarının da olması gerekirken; herhalde tembihli olacaklar ki; TRT yetkilileri, başkalarına bu hakkı vermemektedirler.
Var olduğunu iddia ettiğiniz demokrasi, herhalde, bu olmasa gerek…
Süleyman Demirel hakkında iyi şeyler söylemenizi, elbette ki sizden bekleyemeyiz. Demirel’e hücum etmenin, bazı çevrelerde pirim yaptığını, gayet iyi bilmektesiniz. Ayrıca; bugünlerde bu işi, gurubunuzu bütünleştirmek için ustaca yapmaktasınız. ÇANKAYA HEDEFİNİZ, ancak bu sayede gerçekleşebilir.
Aksi iddia edilse de, delilim vardır. İşte delilim:
ANAP’IN, dört eğilimi birleştirdiğini ifade eden, bizzat sizsiniz. Milletvekillerinizin bir kısmı MHP’li, bir kısmı MSP’li, bir kısmı CHP’li, bir kısmı da eski AP’lidir. Hem de, DEMİREL’ e muhalefet etmiş AP’lilerdir. Kendiniz ise; 1977 seçimlerinde, MSP’nin İzmir milletvekili adayı idiniz.
Bu gerçek ortadayken; gurubunuzu teşkil eden milletvekillerinin, Süleyman Demirel’e sempati ile bakacaklarını ummak, vücudu olmayan bir şeyin varlığına inanmak kadar gülünç olur.
İşte bu tabloyu gayet iyi değerlendiriyorsunuz ve Süleyman Demirel’e hücum etmek suretiyle de gurubunuzu, yöneldiğiniz hedefe ulaşmak için vasıta olarak kullanma başarısını gösteriyorsunuz. Bunu yaparken de, sizi iktidara getiren tabandaki asıl gücün, AP’liler olduğunu unutur görünüyorsunuz. Size oy veren eski AP’liler güceneceklermiş…Varsın gücensinler…Zira; bu husus, artık sizi ilgilendirmiyor. Çünkü; artık, halkın içinde bittiğinizin farkındasınız. Sizin için bir tek hedef vardır: Cumhurbaşkanı olmak…İnşallah olusunuz. Bunu, gönülden arzu ediyorum. Zîra; halkı ile zıtlaşan bir cumhurbaşkanının, o makamda nasıl oturacağını merak ediyorum.
Bir önemli husus daha var:

Elbette ki, 1980 rejiminin getirdiği bir siyaset adamısınız. Ama, elinize geçen fırsatı iyi kullanamadınız. İmkânları, şahsî menfaatleriniz uğruna ziyan ettiniz. 1980’li yılların ziyan olmasına sebep oldunuz. Öyle zannediyorum ki; Türk vatandaşlarının 1980 yılındaki hayat standardına reel olarak ulaşabilmeleri için, önümüzdeki 10 yıl yetmeyecektir. Bunun; ne kadar acı bir netice olacağını, önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
1977 seçimlerinde milletvekili seçilseydiniz veya son Demirel Hükümeti tarafından Başbakanlık müsteşarlığına getirilmeseydiniz; herhalde bugün, isminizi, cisminizi bilen bulunmayacaktı. Milletvekili seçilemeyişiniz ve Demirel Hükümeti tarafından önemli bir göreve getirilişiniz; size, tarihte pek az insana nasip olan bir fırsat vermiştir. Ama; siz, bunun kıymetini bilmediniz ve beklemediği bir mirasa konan bir mirasyedi fütursuzluğu ile elinize geçen imkânları ziyan ettiniz ve Türk vatandaşlarını çile ve ıstıraba gark ettiniz. Kendi devrinizi, kendi icraatınızla ibra edecek yerde; geçmişi kötülemekle, zaman ve imkânları ziyan ettiniz.
Şimdi de; kötü idarenize mükâfat olarak, ÇANKAYA’YA yönelmiş bulunmaktasınız. Aslında; bu hedefe yönelmiş olmanız, halktan kaçıştır, sorumluluktan kurtulmaktır.
Geçmiş devirleri, istediğiniz kadar kötüleyiniz; vaktiyle size kıymet veren ve “Abi” diye hitap ettiğiniz Zât’a, istediğiniz kadar hücum ediniz; bir gün, Türk vatandaşları size, “Nasıl bir Türkiye devraldınız ve nasıl bir Türkiye devretmektesiniz?” sualini, mutlaka soracaklardır.
Ve siz; bu sualin altından kalkamayacaksınız! Bu gerçeğin farkında olmalısınız ki; devrinizi, III.cü Selim ve Menderes devirlerine benzetmek ihtiyacını duymaktasınız. Devirlerin mukayesesini yaparken, bir şeyi unutuyorsunuz. Benzemek istediğiniz devirlerde; gerek III:cü Selim’in ve gerekse Menderes’in yanında halk vardı. Sizin ise yanınızda, halk yoktur. Bunu da gayet iyi bildiğiniz için, ERKEN SEÇİMDEN korktunuz. Selâmeti ve çıkış yolunu, ÇANKAYA’da aramaktasınız.
Acaba, bu söylediklerime ve bu yazdıklarıma, “YANLIŞTIR!” diyebilir misiniz?
Muhakkak surette bu mektubum, bir arşivde yar alacaktır. Bir gün bu mektubum, Türk vatandaşlarının “haksızlıklara razı olmadığının, razı olamayacağının” simgesi olarak, herkesin malûmu olacaktır. Bu simge, bir “kamuoyu oluşturma” gayretinin neticesi ve mücadelesi olarak mutlaka, Türk siyasî tarihine geçecektir. Bu gayretin neticesinde oluşan kamuoyu bir gün, haksızlık yapanlara, “DUR!” demesini, mutlaka başaracaktır.
Gerçek mânâda HÜR ve DEMOKRAT BİR TÜRKİYE, bu sayede kurulacaktır.
Bu hususu anlamayanlara, anlamak istemeyenlere bir defa daha hatırlatmak, vatandaşlık görevlerimin arasındadır.

Önemli bir görevi yerine getirmenin huzurunu duymaktayım. Zîra; inanmaktayım ki; HAK, hangi halk arasında TECAVÜZ ve TAARRUZDAN masun kalırsa; işte o HALK, hakikî MEDENİYETİN en yüksek MERTEBESİNE yükselmiş olur!
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: