22 Ekim 2009 Perşembe

İşin doğrusu nedir?

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN


Başbakan ve AKP Genel Başkanı


Ankara 22 Ekim 2009


Sayın BAŞBAKAN;


21 Ekim 2009 tarihinde Ağrı ve Erzurum’da katıldığınız çeşitli açılış törenlerinde yaptığınız konuşmaların bir bölümünde;


“Türkiye, çok önemli süreçlerden ve tarihi günlerden geçiyor. İç politika, dış politika ve ekonomi alanlarında ülkenin geleceğini şekillendirecek bir süreç yaşanıyor. Çok daha aydınlık, çok daha mutlu ve müreffeh bir geleceği hep beraber inşa edeceğiz. Bugün, dünyanın birçok bölgesinde Türkiye konuşuluyor. Bunu biz sizinle başardık, sizin desteğinizle başardık, sizin hayır dualarınızla başardık. Allah’ın izniyle çok daha fazlasını başaracağız. Yeter ki bir olalım, yeter ki birlik olalım, yeter ki kardeşliğimizi muhafaza edelim, kardeşliğimizi yüceltelim, pekiştirelim. İnanın, o zaman, aşamayacağımız hiçbir engel yoktur, ulaşamayacağımız hiçbir hedef yoktur. Benim Ahmedim, Mehmedim, Hasanım, Hüseyinim, Ayşem, Fatmam Batı’nın Helgasından, George’undan geri mi? Hiç merak etmeyin. Muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkacağız.” ifadelerini kullandığınızı, gazetelerden okudum. Düşünülmesi şarttır:


Türkiye’nin, çok önemli bir süreçten geçtiği kesindir. Amma; bu sürecin, tarihe nasıl yansıyacağı belli değildir.


İç politikada, dış politikada ve ekonomi alanlarında, ülkenin geleceğini şekillendirecek bir sürecin yaşandığı da doğrudur. Zîra; Türkiye, 29 yıldan beri böyle bir süreçten geçmektedir. Merak edilen ise; sürecin tamamlanıp, tamamlanmadığı ve tamamlandıysa, nasıl sonuçlanacağıdır.


Yıllardan beri çok daha aydınlık, çok daha mutlu ve müreffeh bir geleceğin inşa edileceğini umutla bekledik. Amma, bugüne kadar, bunu başaran çıkmadı ve hep, hayal kırıklığına uğradık. Çünkü; yürürlükteki demokratik sistemimiz, halkı dışlamış ve “Tek adam” iradesini üstün kılmıştır ve de baştakilerin yolsuzluklarına hesap sormayan bir sistem oluşmuştur.


Bu millet, Türkiye’yi bölmek isteyenlerin dışında bir olmuştur, birlikte olmuştur ve kardeşliğini muhafaza etmiştir. Buna rağmen ülkeyi idare edenler, muhtaç olduğumuz sulh, sükûn, huzur ve güven ortamını sağlayamamışlar; orta tabakayı eriterek, milleti perişan etmişlerdir. Öylesine ki; başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz ve altyapı tesislerimiz ve hattâ perakende ticaretimiz yabancıların eline geçmiştir. Dünya üzerinde hedef kovalayan ve her hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflere yönelen bir Türkiye olacağına, başkalarına avuç açan ve kaderini sıcak paraya bağlayan bir Türkiye olmuştur. Bu duruma gelişte; Ahmedin, Mehmedin, Hasanın, Hüseyinin, Ayşenin, Fatmanın bir kusuru; Helganın, Georgenin bir açıkgözlüğü ve becerisi yoktur.


Merak ediyorum:


Henüz daha açıklanmayan ve “Millî Birlik Projesi” adı verilen tarihî süreç nedir ve nasıl sonuçlanacaktır?


“Barış süreci” adı verilen bir olay, akıllara durgunluk verecek derecede bir gerginlik yaratıyorsa; Türkiye, bunun altından nasıl kalkacaktır?



Sayın BAŞBAKAN;


Konuşmanızın diğer bir bölümünde;


“Bu topraklar üzerinde yaşayan herkes, Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlığı üst kimliği altında birleşsin, kenetlensin dedik. Sen Türksün, sen Kürtsün, Sen Lazsın, sen Çerkezsin, sen Gürcüsün, sen Pomaksın, sen Abhazsın, sen Romansın diye kimse saygısızlık yapmasın dedik. Yunus’un diliyle birbirimize bakalım dedik. Biz insanları ’yaradılanı Yaradan’dan ötürü severiz’ anlayışıyla severiz dedik. Her vatandaşımız, kendi kültürünü, örfünü, dilini, meşrebini özgürce yaşatarak, bu ülkenin kültürel zenginliklerine zenginlik katsın dedik. Sonuna kadar bu hakkını özgürce kullanabilsin dedik.” ifadelerini kullanmışsınız. Ki; bu ifadeler, hemen, hemen her konuşmanızın demirbaşıdır. Anlayamadığımız husus ise, şudur:


Bu topraklar üzerinde yaşayan herkes, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı altında birleşmiştir ve kenetlenmiştir. “Sen Türksün, sen Kürtsün, sen Çerkezsin, sen Gürcüsün, sen Pomaksın, sen Ahbazsın, sen Romansın” diye kimse, kimseye saygısızlık yapmamıştır ve kimse, kimsenin hakkını çiğnememiştir. Herkes, vatandaşlık haklarını sonuna kadar özgürce kullanmıştır. Ancak; başkaları tarafından başımıza musallat edilen “Ayrılıkçı Kürt Hareketi”, milletin birlik ve beraberliğini ve de devletin üniter yapısını bozmak için elinden geleni yapmış; Türk, Kürt, genç, yaşlı, kadın, çocuk ayırmaksızın katliamlar yaparak, dehşetli bir terör yaratmıştır. Buna rağmen, başkalarından aldığı talimatlar doğrultusunda bir Türk-Kürt çatışmasını başaramamıştır.


Bu gerçek bilinirken; Barış süreci adı altında, PKK’yı açık bir şekilde desteklediği bilinen DTP’nin yaptığı gösteri, ülke genelinde Türk-Kürt gerginliği veya istenmeyen olaylar meydana getirirse; bunun altından nasıl kalkılacak ve hangi tedbire başvurulacaktır?


Dağdan indiği belirtilen PKK’lılar, pişman olmadıklarını, önderleri Abdullah Öcalan’ın talimatları doğrultusunda hareket ederek, Kürt halkının haklarını savunmak için elçi olarak geldiklerini söylemişler ve bir de isteklerini içeren kabul edilmesi imkânsız bir mektup getirmişlerdir. Yani; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne meydan okumuşlardır. Bu davranışları da, durduk yerde büyük bir gerginlik yaratmışlardır. Acaba; bu bunalım, nasıl aşılacaktır?


Meydana gelen bu fiilî durum sebebiyle demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: