31 Ekim 2009 Cumartesi

Esen rüzgâra göre belirlenen dış politika.

Sayın Enis BERBEROĞLU
Hürriyet Gazetesi Yazarı
İstanbul 31 Ekim 2009


Sayın BERBEROĞLU;

31 Ekim 2009 tarihli ve “Kürdistan’da ilk Türk Dışişleri Bakanı” başlığını taşıyan yazınızı okudum. Yazınızın ERBİL-TEKSAS ÖRNEĞİ” bölümünde;
“Kürtlerin yeni başbakanı Bahram Salih’in ilk yabancı konuğu Davutoğlu oldu. Peki, bir Türk Dışişleri Bakanı’nın Erbil’i ziyareti, diplomatik tanıma anlamına geliyor mu? Sormadan geçmiyoruz. Bakan Davutoğlu, örnek vererek reddediyor:

“Tanıma böyle olmaz. Devletler arasında olur. Biz devlet olarak Irak’ı tanıyoruz. Anayasasında federal yapı var. Tıpkı ABD gibi. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri’nde Teksas’a gidersek, orayı da mı tanımış olacağız?”

Ahmet Davutoğlu, Erbil ziyaretinin gecikmiş olduğunu başka bir örnekle ima ediyor gibi geldi bize:


Batılı 10’u aşkın ülkenin dışişleri bakanı Erbil’e geldi. ABD, Rus, İran, Fransa, Almanya’nın bakanları geldi.” ifadelerini kullanmışsınız.


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun görüş ve kabullenişi, şaşırtıcı ve beklenmeyen bir durum değildir. Teksas ile Kuzey Irak’ta kurulan Kürt devletini mukayese ederek, ABD’nin şekillendirdiği oluşumu kabullenmesi, Türk dış politikası açısından büyük bir talihsizliktir. “Tanıma böyle olmaz, devletler arasında olur” ifadesini kullanırken, muhatabımızın, hangi devlet olduğunu da belirtmesi gerekirdi. ABD mi, Irak mı, Kürdistan mı? Ayrıca Irak Anayasası’nı kimin yaptığını da açıklamalıydı.


Bütün cihan bilmektedir ki; sudan bir bahane ile Irak’ı işgal ederek ÜÇ PARÇAYA bölen, Irak Cumburbaşkanlığı makamına CELÂL TALÂBANÎ’yi oturtan, Irak’ın kuzeyinde oluşturduğu Bölgesel Kürt Yönetimi’nin başına MESUT BARZANÎ’yi getiren GÜÇ, Amerika Birleşik Devletleri’dir.


Bugünkü şartlarda Türkiye, Irak’ın kuzeyinde oluşturulan KÜRT DEVLETİ’ni tanımak zorunda kalacaktır. Zîra; Türkiye, gerçek hedeflerinden uzaklaşmış ve dış politikasını, MUCİZE kişilerin eline bırakmıştır. 1919 yılından ve 1991 Şubat ayında başlayan Körfez Savaşı’ndan itibaren meydana gelen gelişmeler, Bu görüşümü doğrular niteliktedir. Şöle ki:


1- Bölgemizin büyük oyuncusu ABD’nin emelleri, Amiral Webb’in, Lord Curzon’a yazdığı 19 Ağustos 1919 tarihli yazısından tarafımızca bilinmektedir. Amiral Webb, söz konusu yazısında şu ifadeleri kullanmıştır:


“AMERİKA, TRABZON ve ERZURUM’u içine alan bir ERMENİSTAN’ı himaye edecektir. GERİ KALAN DÖRT İLDE DE, KÜRT DEVLETİ KURDURACAKTIR.”


2- Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu sınırlarına itirazı olduğu gerekçesiyle ABD, LOZAN ANTLAŞMASI’nı onaylamamıştır. Bu hususta, Hasan Pulur’un yazısı örnek gösterilebilir:

Milliyet Gazetesi Yazarı Hasan Pulur, 13 Nisan 1995 tarihli yazısının bir bölümünde şunları yazmıştır:


“Geçenlerde Akademi üyelerinden emekli Büyükelçi Sayın Oğuz Gökmen’in bir yazısını okuyorduk.


Oğuz Gökmen, eski, dağınık, perişan bir dosyadan söz ediyordu. Dosyada, şimdi KUZEY IRAK denilen yörelerin, Birinci Cihan Savaşı ve Kurtuluş Savaşından sonraki hazin, elemli hikâyesi var…

Dosyada bir fotoğraf…Lozan’da İsmet Paşa ve İngiltere’nin baş delegesi Lord Curzon…


Misak-ı Millî sınırları içinde kalan Musul ve Kerkük’ün âkibeti, iki ülkenin, Cemiyet-i Akvam gözetiminde yapılacak görüşmelere bırakılmış.


Yerli halk, Türkiye diyor; İngiltere, diretiyor. Türkiye plebisit, halk oylaması istiyor; İngilizler, “Buranın halkı cahildir.” diye karşı çıkıyor ve Nasturi İsyanı başlıyor. Hristiyanlığın bir mezhebi olan Nasturilerin isyanı kısa sürede bastırılıyor….


Yıllarca süren savaştan sonra, yeni Türk Devletini kuranlardan Musul ve Kerkük’ü almak için direnen İngilizler, yeni bir isyan hazırlığına giriyorlar.

Oğuz Gökmen’in anlattığına göre, “CERİDE D’ORİENT” Kulübünde iki kişi bezik oynamaktadırlar. Biri, Türkiye’nin Başbakanı Fethi Okyar, diğeri de İngiltere Büyükelçisi Lindsay’dır.
İngiliz büyükelçisi bir ara iskambil kâğıtlarını bırakıp, Türkiye Başbakanına hayırlı önerilerde bulunuyor:

“Ekselans; bırakınız artık şu MUSUL ve KERKÜK hayallerini, bakın başınıza ne belâlar geliyor.”


İngiliz elçisi gelen belâları hatırlatırken, gelecek belâların müjdesini de verir:


“Bu işin peşini bırakırsanız, Musul Petrollerinden size pay veririz, limanlarınızın yapımı için kredi açarız.”


İngiliz Elçisi, baklayı ağzından çıkarır:

“Üstelik; bir daha ülkenizde zinhar bir KÜRT İSYANI çıkmayacağını taahhüt ederiz.”


Fethi Okyar, İngilizin bamteline basar:


“Ama sizin, Irak üzerindeki MANDA SÜRENİZ bitmek üzere…”


Ne gam! Emperyalizmin oyunu biter mi?


“Tasanız o olsun; biz, o süreyi hemen uzatırız.”


Sonra ne mi oldu?


Şeyh Sait İsyanı başlar; genç Türkiye Cumhuriyeti bu isyanı bastırır. Ama, MUSUL ve KERKÜK de gider.


İngiliz elçisinin dediği çıkmıştır.”


3- Güneri Civaoğlu’nun yazısı da, konuya ışık tutan iyi bir örnektir:


Güneri Civaoğlu’nun 2 Şubat 1991 tarihli ve “İKİ YARBAY” başlığını taşıyan yazısından bir bölüm şöyledir:


“Hyati Regeny Otelinin 11. katında bir dairede, ABD Kuvvetleri Ordu Sözcülüğü Merkezinde Amerikalı yarbayın sözleri…


Amerikalı yarbayla duvara asılı dev Ortadoğu haritasının önündeyiz.


Sağ elinin avuç içini Musul/Kerkük vilâyeti olan geniş alanda gezdiriyor. Ve sakin bir sesle kelimeleri, tane, tane seçerek anlatıyor:


“İşte KÜRT DEVLETİ burada kurulur. Savaş bitecek, Saddam çökmüş olacak. Bu yörede devlet kalmayacak. Devlet otoritesinden yoksun bir boşluk doğacak. Kürtler, bir devlet kurarak, buradaki boşluğu dolduracaklar. BELKİ, TÜRKİYE’DEN DE TOPRAK İSTERLER.


Ona, anımsatıyorum:


“Türkiye, bunu kabul etmeyeceğini açıklamış bulunuyor.”


Amerikalı Yarbay, “O ZAMAN ÇARPIŞACAKSINIZ!” diyor.


Soruyorum:


“Türkiye’nin düzenli orduları, silâhları, topları, zırhlıları, tankları, uçakları, füzeleri var. Böyle büyük bir güce nasıl karşı koyarlar? Hem gerek Suriye, gerek İran, Irak’ın toprak bütünlüğü için açık tavır koymuş bulunuyorlar. Onların da bölgede bir Kürt devleti oluşmasına göz yumacaklarına, nasıl ihtimal veriyorsunuz?”


Amerikalı Yarbayın verdiği yanıt, düşündürücüdür:


“Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerin de yakında, çok silâhları olacaktır. Saddam’ın bıraktığı silâhlar, onlara kalıyor. Belki Türkiye’de sizinkilerden bile ileri silâhları olacak. Uçakları, tankları, füzeleri, zırhlıları, helikopterleri, havaalanları, vs. gibi”


4- Yeni olduğu için hafızalarımızdadır:


ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton Türkiye'yi ziyaretinde; resmî görüşmelerin ardından yaptığı açıklamada, "Türkiye'nin demokrasisini ve etnik yapısını konuştuk. Şu anda size, Başkan Obama'nın Nisan başında Türkiye'yi ziyaret edeceğinin müjdesini verebilirim. Başkan Obama, Türkiye ile bir likte, Dünyayı yeniden şekillendirecektir." sözlerini söylemiştir.


Sayın BERBEROĞLU;


Yürüttüğümüz dış politikada, kendi irademizin ve etkinliğimizin ölçüsünü ortaya koyabilir misiniz?

Bu sorumun cevabını, herkes verebilmelidir. Zîra; 8 yıldan beri çok değişik ve bir birleriyle çelişkili politikalar izledik ve esen rüzgâra göre bir çizgide yürüdük. Medyatik görüntüleri de öne çıkarmasını çok iyi başardık. Her medyatik gösteriler ardından da, önemli taahhütlerde bulunduk ve imzalar attık. Dış politikamızı ABD’ye, iç politikamızı AB’ye, ekonomimizi de IMF ve Dünya Bankası’na endeksledik. Başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimizi ve altyapı tesislerimizi yabancılara kaptırdık. Perakende ticaretimiz dahî yabancıların eline geçmiştir. Hem devlet ve hem de millet, altından kalkılamayacak derecede ağır bir borç yükü altındadır ve millet, fukaralıkla boğuşmaktadır.


Bus durum karşısında gerçekten merak ediyorum: Acaba, geleceğimiz nasıl olacaktır? Beni bilgilendirir ve aydınlatırsanız memnun olur ve minnettar kalırım.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: