19 Ekim 2009 Pazartesi

Olaylar, gölge avına benziyor.

Sayın Âdem Yavuz ARSLAN

Bugün Gazetesi Yazarı

İstanbul 19 Ekim 2009


Sayın ARSLAN;


19 Ekim 2009 tarihli ve “PKK’nın samimiyet testi” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Yazınızın son bölümünde;
“Bu arada vurgulamak şart; ne iç politik gelişmeler ne de reel politik gündem PKK'nın artık silahlı mücadeleye devam etmesine imkân tanımıyor. Çünkü tüm dünyada terör örgütleri ya ideolojilerin ya da reel politik gelişmelerin sonucu doğar. PKK'yı besleyen politik konjonktür şu anda yok. Irak'tan, Suriye'den ve ne de İran'dan destek bulamıyor. Aynı şekilde Avrupa ve Amerika desteği de yok. Başbakan'ın Irak seyahatinde şahit olduk ki hem merkezi hükümet hem Kuzey Irak Kürt Yönetimi 'PKK'yı daha fazla taşıyamayacaklarını' beyan ediyor. Bunu henüz kapalı kapılar ardında söylüyorlar. Ama yakın zamanda mikrofonlara söylemeleri de şaşırtıcı olmaz.

PKK'nın ideolojik zeminine gelince. Devletin attığı adımlar bu zemini de dağıtıyor. Kürtler'in hakları için mücadele ettiğini söyleyen PKK'ya "Zaten devlet bu hakları sağlıyor" cevabını veren geniş bir Kürt nüfusu var. Yani PKK'nın yaşamasının ideolojik ve politik gerekçesi ortadan kalkıyor. Bir bakıma uzun süredir uzatmaları oynayan PKK'nın artık fiilen bitmesi mümkün. Tabii şunu da hatırlatmak şart. Tek PKK yok ve her şeye rağmen bir yerlerde silahlı mücadeleyi sürdürmek isteyecek, mücadeleye devam diyecek birileri çıkabilir.” ifadelerini kullanmışsınız.

Evet, belirttiğiniz gibidir:

- Terör örgütleri, ideolojilerin veya reel politik gelişmelerin sonucu doğar.

- Geniş bir Kürt nüfusu, devlete sadıktır ve PKK’ya karşıdır.

- PKK’nın tek olmadığı bellidir ve yari geldikçe, bölgemizde hedef kovalayan devletlerin desteğinde faaliyetlerine devam edecek gruplar çıkacaktır.

Bunlar, herkesin ve bilhassa olayları, dikkatli bir şekilde ve tarihin ışığında takip edenlerin bildiği gerçeklerdir. Bu sebeple; yorumlarınızı, aklın, mantığın, ilmin ve tarihin tahtında yapmak zorundasınız. Bizdeki PKK terörünün ideolojik sebeplerle mi veya reel politik sebeplerle mi meydana geldiğini, geniş bir şekilde analiz etmelisiniz. Üstü kapalı yorumlar veya temenniler, geniş halk kitlelerini yanıltır ve yanlış istikametlere sevk eder.

Konuyu, örneklerle açayım:



1- Bölgemizin büyük oyuncusu ABD’nin emelleri, Amiral Webb’in, Lord Curzon’a yazdığı 19 Ağustos 1919 tarihli yazısından tarafımızca bilinmektedir. Amiral Webb, söz konusu yazısında şu ifadeleri kullanmıştır:


“AMERİKA, TRABZON ve ERZURUM’u içine alan bir ERMENİSTAN’ı himaye edecektir. GERİ KALAN DÖRT İLDE DE, KÜRT DEVLETİ KURDURACAKTIR.”


2- Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu sınırlarına itirazı olduğu gerekçesiyle ABD, LOZAN ANTLAŞMASI’nı onaylamamıştır. Bu hususta, Hasan Pulur’un yazısı örnek gösterilebilir:


Milliyet Gazetesi Yazarı Hasan Pulur, 13 Nisan 1995 tarihli yazısının bir bölümünde şunları yazmıştır:


“Geçenlerde Akademi üyelerinden emekli Büyükelçi Sayın Oğuz Gökmen’in bir yazısını okuyorduk.


Oğuz Gökmen, eski, dağınık, perişan bir dosyadan söz ediyordu. Dosyada, şimdi KUZEY IRAK denilen yörelerin, Birinci Cihan Savaşı ve Kurtuluş Savaşından sonraki hazin, elemli hikâyesi var…


Dosyada bir fotoğraf…Lozan’da İsmet Paşa ve İngiltere’nin baş delegesi Lord Curzon…


Misak-ı Millî sınırları içinde kalan Musul ve Kerkük’ün âkibeti, iki ülkenin, Cemiyet-i Akvam gözetiminde yapılacak görüşmelere bırakılmış.
Yerli halk, Türkiye diyor; İngiltere, diretiyor. Türkiye plebisit, halk oylaması istiyor; İngilizler, “Buranın halkı cahildir.” diye karşı çıkıyor ve Nasturi İsyanı başlıyor. Hristiyanlığın bir mezhebi olan Nasturilerin isyanı kısa sürede bastırılıyor….
Yıllarca süren savaştan sonra, yeni Türk Devletini kuranlardan Musul ve Kerkük’ü almak için direnen İngilizler, yeni bir isyan hazırlığına giriyorlar.
Oğuz Gökmen’in anlattığına göre, “CERİDE D’ORİENT” Kulübünde iki kişi bezik oynamaktadırlar. Biri, Türkiye’nin Başbakanı Fethi Okyar, diğeri de İngiltere Büyükelçisi Lindsay’dır.
İngiliz büyükelçisi bir ara iskambil kâğıtlarını bırakıp, Türkiye Başbakanına hayırlı önerilerde bulunuyor:
“Ekselans; bırakınız artık şu MUSUL ve KERKÜK hayallerini, bakın başınıza ne belâlar geliyor.”
İngiliz elçisi gelen belâları hatırlatırken, gelecek belâların müjdesini de verir:
“Bu işin peşini bırakırsanız, Musul Petrollerinden size pay veririz, limanlarınızın yapımı için kredi açarız.”
İngiliz Elçisi, baklayı ağzından çıkarır:
“Üstelik; bir daha ülkenizde zinhar bir KÜRT İSYANI çıkmayacağını taahhüt ederiz.”
Fethi Okyar, İngilizin bamteline basar:
“Ama sizin, Irak üzerindeki MANDA SÜRENİZ bitmek üzere…”
Ne gam! Emperyalizmin oyunu biter mi?
“Tasanız o olsun; biz, o süreyi hemen uzatırız.”
Sonra ne mi oldu?
Şeyh Sait İsyanı başlar; genç Türkiye Cumhuriyeti bu isyanı bastırır. Ama, MUSUL ve KERKÜK de gider.
İngiliz elçisinin dediği çıkmıştır.”



3- Güneri Civaoğlu’nun yazısı da, konuya ışık tutan iyi bir örnektir:


Güneri Civaoğlu’nun 2 Şubat 1991 tarihli ve “İKİ YARBAY” başlığını taşıyan yazısından bir bölüm şöyledir:
“Hyati Regeny Otelinin 11. katında bir dairede, ABD Kuvvetleri Ordu Sözcülüğü Merkezinde Amerikalı yarbayın sözleri…
Amerikalı yarbayla duvara asılı dev Ortadoğu haritasının önündeyiz.
Sağ elinin avuç içini Musul/Kerkük vilâyeti olan geniş alanda gezdiriyor. Ve sakin bir sesle kelimeleri, tane, tane seçerek anlatıyor:
“İşte KÜRT DEVLETİ burada kurulur. Savaş bitecek, Saddam çökmüş olacak. Bu yörede devlet kalmayacak. Devlet otoritesinden yoksun bir boşluk doğacak. Kürtler, bir devlet kurarak, buradaki boşluğu dolduracaklar. BELKİ, TÜRKİYE’DEN DE TOPRAK İSTERLER.
Ona, anımsatıyorum:
“Türkiye, bunu kabul etmeyeceğini açıklamış bulunuyor.”
Amerikalı Yarbay, “O ZAMAN ÇARPIŞACAKSINIZ!” diyor.
Soruyorum:
“Türkiye’nin düzenli orduları, silâhları, topları, zırhlıları, tankları, uçakları, füzeleri var. Böyle büyük bir güce nasıl karşı koyarlar? Hem gerek Suriye, gerek İran, Irak’ın toprak bütünlüğü için açık tavır koymuş bulunuyorlar. Onların da bölgede bir Kürt devleti oluşmasına göz yumacaklarına, nasıl ihtimal veriyorsunuz?”
Amerikalı Yarbayın verdiği yanıt, düşündürücüdür:
“Irak’ın kuzeyindeki Kürtlerin de yakında, çok silâhları olacaktır. Saddam’ın bıraktığı silâhlar, onlara kalıyor. Belki Türkiye’de sizinkilerden bile ileri silâhları olacak. Uçakları, tankları, füzeleri, zırhlıları, helikopterleri, havaalanları, vs. gibi”


Ayın ARSLAN;


Bulunduğumuz coğrafya netamelidir ve Türkiye, her zaman için dış odakların husumetlerine maruz kalmıştır ve bundan sonra da kalacaktır. Yaşanan olayları kişiler bazında ve antipati-sempati ölçüleri içerisinde değerlendirmek, Türkiye’yi gerçek hedeflerinden uzaklaştırır ve başkalarına tâbi hale getirir. Günü kurtarmak kolaydır; amma, geleceği teminat altına almak zordur. Özellikle; iktisadî bağımsızlığını kaybetmiş ve başkalarının yardımları ile ayakta kalmaya çalışan ülkelerin, bağımsız bir dış politika yürütmeleri zordur. Zîra; bir ülkenin dış politikasını, bulunduğu coğrafyası belirler.



Bu sebeple; PKK’nın; ABD, İngiltere ve İsrail tarafından, bölgemizdeki müşterek hedefleri doğrultusunda başımıza belâ edildiği gerçeğini göz önünde bulundurarak, halkı aydınlatmak en önemli görevinizdir. Yaşanan bugünkü olaylar, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ifade ettiği gibi, buzdağının görünen kısmıdır. Söylenmediği ve açıklanmadığı için, buzdağının altında nelerin olduğunu bilmiyoruz. Belki de, hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Temennimiz, siyasî ihtirasların, geleceğimizi ipotek altına sokmamasıdır.


İnşallah, bu mektubum, sizi rahatsız etmez.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: