6 Ekim 2009 Salı

Yanlış İdare

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN


Başbakan ve AKP Genel Başkanı


Ankara 6 Ekim 2009



Sayın BAŞBAKAN;



“KÜRESELLEŞME” maslıyla dünya ekonomisini kontrol eden ve milletlerin fakirleşmesine sebep olan IMF ve DÜNYA BANKASI’ın genel kurulunda yaptığınız konuşmanızı, dikkatle dinledim. Konuşmalarınızın bir bölümünde;


“- Yaşadığımız ivmeyi kaybetmememiz gerekiyor. Yeni dönemde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Üzerimize düşen en önemli sorumluluklardan biri, uluslararası mali kuruluşların yeniden yapılandırılmasıdır.

- Türkiye, son 7 yılda çok başarılı bir performans sergiledi. Bundan 4 yıl önce, Türkiye AB ile katılım müzakerelerine başladı, şu anda kararlılıkla yürütüyoruz

- AB ülkelerinin uymak zorunda olduğu 5 Maastricht kriterinin ikisini zorunlu olmadığımız halde karşıladık. Birçok bölgesel sorunun çözümü için çaba harcıyoruz.

- İhracatta ve turizmde tarihi rekorlar elde etti, 2002-2007 arasında ortalama yüzde 5.8 büyüdük, kişi başı gelir 10 bin doları aştı.

- Kamu maliyesini disiplin altına aldık, kamu borcunun milli gelire oranını Maastricht kriterlerinin altına çektik. Enerji, ulaştırma, haberleşme gibi alanlarda kapsamlı bir dönüşüm sağladık.

- Ülke kredi notumuzun daha iyi noktalarda olması gerektiğine inanıyoruz. Türkiye ekonomik anlamda çok farklı bir sürece giriyor. GAP'ı 2013 yılına kadar bitireceğiz. Böylece bölge tarım ve gıda üssü olacak.

- Sözlerimi İstanbul'la bitirmek istiyorum. İstanbul ticari ve ekonomik anlamda da dünyanın en önemli şehirlerinden birisi. İstanbul'u finans merkezi haline getirme hedefim vardı. O zaman olmadı; ama, artık merkezi yönetim de, belediye de bizde.

- Oturduk konuştuk ve İstanbul'u finans merkezi yapma kararı aldık, OVP'ye de koyduk. Planlama çalışmaları bitti, artık uygulamaya geçebiliriz. İstanbul ve Türkiye böylesine büyük ve iddialı bir proje için hazır.” ifadelerini kullandınız.


Evet; dünya, “KÜRESEL” olarak nitelendirilen bir FİNANSAL kriz yaşamıştır ve bu kriz, dünyaya yön veren servet sahipleri arasında, servetlerin el değiştirmesine sebep olmuştur. Bu finansal krizin, Türkiye’yi etkilemesi ise, tartışılması gereken bir husustur. Zîra; Türkiye, zaten krizdeydi ve halkın büyük bir çoğunluğu, çaresizlik içindeydi ve perişandı.


Bankacılık ve finans sektörümüzün bu krizden etkilenmemesi ve hatta sağlam bir yapıya kavuşmuş gibi görüntüsü; KUR-FAİZ makasındaki aldatıcı düzenleme sebebiyledir. Bu düzenleme ile halkın sırtına, kaldıramayacağı ağırlıkta bir yük bindirilmiştir. Faizlerin düşürülmesi, finans ve bankacılık kesimi ile belirli ölçüde Hazine’ye yaramış ve halka yansımamıştır. Kredi kartlarından, tüketici kredilerinden, kredili mevduat hesaplarından alınan yüksek faizler ve bankacılık hizmetlerinden alınan yüksek ücret ve komisyonlar, bu görüşüme örnek olarak gösterilebilir. Son 7 yılda Türkiye’nin başarılı gösterilen performansı da, bu ölçülere göre değerlendirilmelidir.


İhracatta ve turizmde tarihî rekorların kırıldığı ve millî gelirin, 10 bin doları aştığı ise; tamamen, rakamlara dayalı SANAL bir olgudur. Şöyle ki:


Bugünkü dolar kuru, Eylül 2001’deki kura eşittir. Aradan geçen 8 yıllık zaman zarfında; zaman, zaman anî kur artışları olmuşsa da, kısa süre sonra gerilemiş ve ortalama olarak bugünkü seviyesini korumuştur. Hiç kimse de, bunun sebebini sormamış ve irdelememiştir. Halbûki sorulmalı ve irdelenmeliydi. Zîra:


1-Bu durum, dolara endeksli millî geliri, sanal olarak fert başına 10 bin dolar seviyesine ulaştırmıştır. Basit örneklerle açıklamak istiyorum:

2001 Eylül ayında bir esnaf aşçı dükkânın da bir tas çorbanın fiyatı, 500 bin lira idi. Yani, 50 kuruş. O gün insanlar, bir dolarla 3 tas çorba satın alabiliyorlardı.


Bugün, bir tas çorbanın fiyatı, aynı ölçekli aşçı dükkânında 2,5-3 liradır. Bugün insanlar, 1 tas çorbaya, 2 dolar ödemektedirler. Yani; 6 çorba satın alabilecek güçleri, 1 çorba alabilecek dereceye düşmüştür. Ette de aynı durum vardır; 5 dolar olan et in fiyatı bugün, 18 dolardır.


Bu durum, millî gelirdeki artışın sanal olduğunu ve vatandaşı rahatlatmadığı gerçeğini ispat eder. Zaten TÜİK, birkaç ay evvel, sabit fiyatlarla millî gelirdeki 8 yıllık artışın yüzde 33 olduğunu açıklamıştır.


2-KUR-FAİZ makasındaki düzenlemeyle DÜŞÜK KUR, YÜKSEK FAİZ uygulaması sonunda İHRACATIMIZ, ithalâta dayalı olarak büyümüş ve ülkemize katma değer sağlamamıştır ve hatta kendi yarattığımız katma değerin, dış ülkelere transfer edilmesine sebep olmuştur. Büyük dış ticaret açığımızın gerçek sebebi de budur ve hattâ bu açık, ihracat dışı gelirlerimizi yuttuğu gibi, ÇARÎ AÇIĞIMIZI da büyütmüştür.
Turizm gelirlerimizin artması da, yine düşük kur sebebiyledir. Zîra; yabancılar için Türkiye, gayet ucuz bir ülke haline getirilmiştir. Yabancı tur operatörleri (ki; yerlisi kalmamıştır), bu uygulama sebebiyle büyük paralar kazanmıştır ve Türkiye’ye girmesi gereken dövizler, yabancı operatörlerin kasasına girmiştir. Bize bırakılan payın, harcamalarımızı karşılayıp, karşılamadığı da, kamuoyunca bilinmemektedir. Öyle zannediyorum ki; kayıplarımız, bizim insanlarımızdan karşılanmıştır. Zîra; bizim insanlarımızın bir gecelik ücretleriyle yabancılar, on gün veya bir hafta, hem de her şey dahil olmak üzere tatil yapabilmektedirler.


3-KUR-FAİZ makasındaki çarpık düzenlemelerle Türkiye, bir İTHALÂT CENNETİ haline getirilmiştir. Kendi üreteceğimiz ürünlerin yerini, yabancı etiketli ürünler almıştır. Marketlerimizin rafları, yabancı ürünlerle doludur.

Aramalı ve hammadde üretecek durumdaki yerli sanayimiz, ithal girdilerle rekabet edemediği için tasfiye olmuştur. Örnek: Tarımın en önemli girdilerinden olan Gübre Sanayimiz, ithalât sebebiyle ortadan kalkmıştır veya kısıtlı üretim yapabilmektedir.


4-KUR-FAİZ makasındaki düzenlemelerden Bankacılık ve Finans sektörü ile bazı holdinglerin bünyesindeki büyük Dış Ticaret Şirketleri, gayet iyi yararlanmışlardır. Neredeyse sıfır faizli dış kredilerle büyümüşler ve iktidarınızın icraatlarını övmüşlerdir. Ki; bu kesimlerin çok büyük döviz açık pozisyonları ve dış borçları mevcuttur. Başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz yabancıların eline geçtiği için bu kesimler, etkili olmaları sebebiyle kur üzerine baskı uygulatmaktadırlar ve YANLIŞ EKONOMİ ve PARA POLİTİKALARININ devamını sağlamaktadırlar.


5-GAP PROJESİ kapsamındaki barajlar, ILISU BARAJI hariç, 2002 yılı sonuna kadar tamamlanmıştır. Sadece, sulama kanalları tamamlanamamıştır. 7 yıllık iktidarınız zamanında, Ilısu Barajı ile sulama kanallarının tamamlanması için, önünüzde bir engel yoktu. Bu yatırımlara niçin devam etmediğiniz de merak konusudur.



Sayın BAŞBAKAN;



İstanbul’un FİNANS MERKEZİ haline getirilmesinin Türkiye’ye nasıl bir fayda sağlayacağının düşünülmesi ve araştırılması lâzımdır. Zîra; paranın, bir mal gibi elden ele dolaşarak bazı kesimlere büyük kârlar sağlamasının, ülkeye ve millete faydası olmaz ve hattâ Türkiye’yi, bir SÖMÜRGE ÜLKESİ haline getirir. Evet; bazı kesimler iyi para kazanır ve görkemli bir hayat tarzına kavuşur. Ama; geniş halk kitleleri, sefalete, işsizliğe ve fukaralığa itilir. Aynen; konuşmanızda, “Bir tarafta lüks ve ihtişamlı bir hayat, diğer tarafta sefalet” sözleriyle belirttiğiniz gibi. Zaten Türkiye, belirttiğiniz noktaya hızla yaklaşmaktadır. Bu sebeple; İstanbul’un Finans Merkezi haline getirilmesinden ziyade Türkiye’nin, ÜRETKEN ve Türkiye’yi, 72 milyon insanı ile birlikte KALKINMAYA GÖTÜRECEK bir EKONOMİ MODELİNE ihtiyacı vardır.


DEMOKRATİK HAKLARIMI kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: