29 Ekim 2009 Perşembe

Yanlış işler yapılmamalıdır.

Sayın Mehmet Ali BİRAND


Posta Gazetesi Yazarı


İstanbul 29 Ekim 2009


Sayın BİRAND;


29 Ekim 2009 tarihli ve “Org. Başbuğ, bu işi uzatmamalı.” başlığını taşıyan yazınızı okudum. Yazınızın giriş bölümünde;


“Gazeteleri okuduğunuzda, TV’lerde konuşanları dinlediğinizde, ortaya net bir durum çıkıyor. TSK ’yı bugüne kadar sürekli şekilde destekleyenler dâhil olmak üzere, genelde kamuoyu bu defa adeta kararını vermiş gibi görünüyor: Buna göre, AKP ve Gülen Cemaatini bitirme plânı doğrudur ve sorumluları, Genelkurmay Başkanlığında bulunmaktadır. Bu yargı, doğru veya yanlış olabilir; ancak, genel izlenim budur. Bu nedenle de; olayın, fazla uzatılmadan tamamlanması, son derece önemlidir. Kamuoyunda, son derece ilginç bir hava esmeye başladı.” ifadelerini kullanmışsınız.


Sayın BİRAND;


Size tavsiyem şu olacaktır: Evvelâ kendinize geliniz ve kamuoyu ile oynamaktan vaz geçiniz. Zîra; sizin, ne yapmak istediğiniz ve sizin paralelinizde hareket edenlerin, hangi istikamette bir kamuoyu oluşturmak için neler yaptıkları, gayet iyi bilinmektedir. “Buna göre, AKP ve Gülen Cemaatini bitirme plânı doğrudur ve sorumluları, Genelkurmay Başkanlığı’nda bulunmaktadır.” sözleriniz dahî, kamuoyuna kurduğunuz bir tuzaktır. Sebebine gelince:


Resmî adı, “İrtica ile mücadele plânı” olan bu meçhul ve henüz daha kimler tarafından hazırlanıp, basına (Taraf Gazetesi kanalıyla) sızdırıldığı iyi bilinmeyen bu belgeye; “Gülen Cemaati’ni bitirme Plânı” ibaresini, kim veya kimler ve ne maksatla eklemişlerdir?


AKP, devletin kayıtlarında olan ve bugün, iktidarda bulunan bir siyasî partidir. Muhatabı millettir ve gerektiğinde millete hesap verecektir. Hesaplaşmanın yeri de, seçim sandığıdır. Siyasî bir kurum olması sebebiyle eleştirilebilir ve birtakım husumetlere de maruz kalabilir. Eleştirilere ve husumetlere karşı da, savunma hakkının sahibidir.


“Gülen Cemaati” adı verilen ve nasıl yönetildiği kamuoyunca iyi bilinmeyen ve de, devletin kayıtlarında bulunmayan ve faaliyetleri denetlenemeyen bu cemaat, meçhûl bir oluşumdur. Adı üstünde: CEMAATTİR. Cemaat, ismine uygun olarak, toplumdan ayrı ve belirli bir zümreyi kapsayan bir oluşumdur. Yani; belirli bir hedefi güden ve başkalarını dışlayan bir fırkadır. Bu cemaatin tepe yöneticileriyle, mahallî yöneticileri (örnek: ışık evleri), devletçe ve kamuoyunca bilinmemektedir. Malî ve iktisadî faaliyetleri, dış bağlantılarının olup, olmadığı ve malî kaynaklarının nasıl oluştuğu ise, tamamen örtülüdür. Zekât havuzları oluşturduklarını, samimi ve gerçek hedefleri bilmeyen cemaat mensupları söylemektedirler. Şu da kesindir: Bu cemaatin elinde, büyük bir siyasî ve parasal güç vardır. Cemaat, bugün için AKP’yi ve ülkeyi yöneten AKP iktidarını desteklemektedir. Gelecekte ne yapacağı ise, tepe yöneticileri hariç, hiç kimse tarafından bilinmemektedir. Bilinen; sadece, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef aldıklarıdır. Referansları da, dinî söylemleridir. Cemaate ait olduğu ifade edilen yazılı ve görsel medya kuruluşlarının yayınları, bu gerçeği ispatlamaktadır.


Bu gerçeğin tahtında, merak ettiğim için soruyorum:


Siz, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gülen Cemaati’ni bahane ederek, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin hedef seçilmesini, nasıl karşılıyorsunuz?

Her ne sebeple olursa olsun; kendisini, toplumdan tecrit eden ve halkı, “bizden olanlar ve bizden olmayanlar” olarak tasnife tabî tutan bu cemaat hakkındaki düşünceleriniz nedir?



Sayın BİRAND;


Yazınızın bir bölümünde;


“Aralarında, Türk Silahlı Kuvvetlerine hayat boyu destek vermiş, İrtica ’ya karşı mücadelenin en önemli unsuru olarak gören önemli yazarlar, makale veya TV’lerdeki açık oturumlardaki konuşmalarını incelediğinizde, ilk defa havanın dönmeye başladığını görüyorsunuz.” ifadelerini kullanmışsınız.


Ben de, hiç aksatmadan televizyonları izliyorum, gazetelerin köşe yazarlarını okuyorum ve açık oturumları izliyorum. Bugüne kadar irticanın ne olduğunu ve hangi hareketlerin irtica ürünü olabileceğini, net bir şekilde ortaya koyabilene ve Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne destek verenine hiç rastlamadım. Yıllardan beri açık oturumların konuklarının değişmediğini; çoğu gazete yazarı olan bu bilinen kişilerin; halkın eğilimlerini, isteklerini ve beklentilerini dile getirdiklerine hiç şahit olmadım. Bilâkis; sanki bir merkezden emir almışlar gibi halkı yanıltmak ve yanlış istikamette kamuoyu oluşturmak için gayret ettiklerine, her zaman şahit oldum. Örnek: Siz, hiçbir zaman halkı doğru bilgilendirmek ve doğru istikamette bir kamuoyu oluşturmak gayretinde olmadınız. Her meseleyi, işinize geldiği veya istendiği gibi irdelediniz ve yorumladınız. Açık ifadeyle medyamız; gerçek bir demokrasinin kurulması için hiç gayret etmemiştir ve daimâ, siyasî eğilimlerin istikametinde hareket etmiştir.


Öyle zannediyorum ki; sizler, gerçek anlamda LÂKLİĞİN ne olduğunu da bilmiyorsunuz. Demokrasi anlayışınız da sahtedir. Hedefiniz, sorgulamayan ve “Ne hakkın var?” demesini başaramayan bir toplum yapısı oluşturmaktır. Şayet aksi olsaydı; 29 yıldan beri hüküm süren; halkı dışlayarak ikinci seçmen durumuna düşüren ve siyasî parti liderlerini seçilmiş diktatörler konumuna getiren; AZICIK ve GÖSTERMELİK demokrasimizi sorgulardınız. Bu, o kadar zor bir iş de değildir. Demokrasimizi tanınmaz hale getiren SİYASÎ PARTİLER ve SEÇİM KANUNLARININ değiştirilmesini ve gerçek bir demokrasinin ruhuna uygun biçimde yeniden düzenlemesini isteyebilirdiniz.


Şayet bunu başarabilseydiniz; bugün Türkiye, bu noktada bulunmayacak ve bu tartışmalara meydan verilmeyecekti. Unutulmamalıdır: DEVLET, bir PARTİ DEVLETİ haline getirilirse; dirlik ve düzenlik sağlanmaz ve asla ve hasla huzura kavuşulmaz. Lütfen; Türkiye’nin içinden geçtiği süreci iyi değerlendiriniz.


Cevabınızı bekliyorum.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: