26 Ekim 2009 Pazartesi

Herkes haddini bilmelidir.

Sayın Şamil TAYYAR



Star Gazetesi yazarı


Ankara 26 Ekim 2009




Sayın TAYYAR;



26 Ekim 2009 tarihli ve “Gel, açık açık konuşalım paşam” başlığını taşıyan yazınızı okudum. Yazınızın giriş bölümünde;

“AK Parti ve Gülen cemaatine yönelik eylem planındaki imzanın Genelkurmay karargahında görevli Albay Dursun Çiçek’e ait olduğu iddiası, ıslak imzalı orijinal belgenin ortaya çıkmasıyla yeni bir boyut kazandı. Tarih yeniden yazılıyor. Yılmaz Özdil, Bekir Coşkun, Oray Eğin, Hikmet Bila, Necati Doğru ve Fatih Altaylı başta olmak üzere “kağıt parçası” lafı üzerinden yalana sarılanlar, mutlaka durum muhakemesi yapacaklardır. Özür dilemek de bir erdemdir. Tıpkı Taraf Gazetesi’nin NTV’ye yaptığı gibi... Turpun büyüğü ise heybede... Sorunu yargıya havale edip gelişmeleri sağduyuyla izlemek yerine kameralar karşısına geçerek sert bir üslup ve ses tonuyla “kağıt parçası” diyen Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da nefsini teste tabi tutmalıdır. Özellikle “Gereğini yaparız” sözünü hatırlayarak...” ifadelerini kullanmışsınız.

Henüz daha mahiyeti iyi bilinmeyen ve adlî süreç devam ederken Taraf Gazetesi’ne verilen ve Türkiye’nin bir numaralı gündemi haline getirilen tartışmalı bir belge ile ilgili haberi bahane ederek, mal bulmuş mağribi gibi, askerleri hedef alan yazınızı, uygun bulmak ve makûl karşılamak mümkün değildir. Sebebine gelince:

1-İşin başından beri bazı kişi ve gruplar, bazı medya mensubu yazar ve çizerler, ısrarla “AK Parti ve Gülen Cemaati’ne yönelik eylem plânı” ifadesini vurgulamaktadırlar. Acaba, neden?

AK parti, devletin kayıtlarında olan; en uç noktasından en tepe noktasına kadar yönetici kadroları bilinen; faaliyetleri devletçe de, kamuoyunca da bilinen ve icabında denetlenen bir siyasî kuruluştur. Bugün iktidardadır; ama, yarın muhalefete düşebilirler.

Merak edilen ise; “Gülen Cemaati” adı verilen oluşumdur. Kamuoyu ve cemaate mensup büyük kitle, sadece bir sembol haline getiren Fethullah Gülen’i bilmektedir. Bu cemaatin tepedeki ve her kademedeki yöneticileri, kamuoyu ve devletin kurumları tarafından bilinmemektedir. Çünkü; bu cemaatin devlet birimlerinde, kamuya açık kayıtları yoktur. Niyeti, maksadı ve hedefleri bilinmemektedir. Faaliyetleri de, devletin denetimine tabî değildir. Hattâ, genel merkezinin nerede olduğu da belli değildir. Herkesin bildiği; inançları, icabında siyaset malzemesi olarak kullanan ve inanaları dahî, “Bizden olanlar ve bizden olmayanlar” diye tasnife tabî tutabilen bir cemaatin varlığıdır. Gülen Cemaati, bugün açık bir şekilde AKP’yi desteklemektedir. Gelecekte hangi partiyi destekleyeceği de belli değildir. Elinde maddî ve manevî büyük bir güç vardır ve bu gücü, siyasî pazarlıkta, gayet ustaca ve plânlı olarak kullanmaktadır. Şayet dış destekleri varsa; ellerindeki gücü, başkalarının hedefleri istikametinde kullanıp, kullanmayacağının garantisi de yoktur. Bu sebeple; AKP’yi, Gülen Cemaati ile özdeşleştirenlerin, gelecekte AKP’ye ve bilhassa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a zarar vermeyeceklerini kim ve nasıl garanti edecektir? Merak edilir: AK parti’yi, kim veya kimler ve ne maksatla Gülen Cemaati’nin yanına oturtmuştur?

2-Türk Silâhlı Kuvvetleri, devletin en önemli bir kurumudur. Yalnız Türkiye’de değil, her ülkede ordular, ülkenin karşılaşabilecekleri muhtemel oluşum ve tehlikelere karşı fikir bazında çalışmalar ve plânlar yaparlar. Türkiye, dünya coğrafyasında çok önemli bir konuma sahiptir. Tabir caizse; her biri birer volkan olan Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu olmak üzere, üç önemli arazi parçasının arasındadır. Bu sebeple de Türk Silâhlı Kuvvetleri, her türlü ihtimâle karşı hazırlıklı olmak ve halk arasında “Fikir cimnastiği” olarak ifade edilen çalışmalar yapmak zorundadır. Bu hazırlıkları ve çalışmaları, darbe hazırlığı veya falanı bitirme plânı olarak kabullenmek ve itham etmek, orduyu yıpratmak ve siyasallaştırmak anlamına gelir ki; bunun, her şeyden önce ülkeye ve millete zararı dokunur. Özellikle; yabancı ülkelerin istihbarat ajanlarının cirit attığı ülkemizde, bu tür kabulleniş ve algılamaların, başkalarının işine yarayacağı kesindir.

3-Ergenekon adı verilen Dâvâ hakkındaki görüşleriniz ve ithamlarınız, Hukuk Devleti İlkeleri ile bağdaşmaz. Görülen bu dava hakkında, süreç devam ederken ve sanıklar hakkında, henüz suçlu olduklarına dair kesinleşmiş bir mahkeme kararı yokken, fikir beyan etmeye ve ithamda bulunmaya hakkınız yoktur. Bunu yapmak, ilkesizlik ve taraflılık anlamına gelir. Bu bakımdan, mahkemelerin kesin kararını beklemek zorundasınız.

Sayın TAYYAR;

Sizi, tutarsız yazılarınızdan ve çıktığınız televizyon programlarındaki aklı, mantığı ve ilmi dışlayan tutarsız ve çelişkili sözlerinizden tanıyorum. Türkiye’yi ve Türk milletini iyi tanımadığınız, tarih ve coğrafya bilmediğiniz ve dünya siyasi tarihini irdeleyemediğiniz ve de dünya coğrafyasında Türkiye’nin konumunun önemini anlayamadığınız, her halinizden bellidir. Bugünkü yazınızda “Turbun büyüğü heybede” derken ve “Gel, açık açık konuşalım paşam” ifadesini kullanırken; bilgisizliğinizi ve hislerinize yenik düştüğünüzü itiraf eder duruma düşmüşsünüz. Size tavsiyem şudur:

Asude kaldığınız zaman, kendi vücut ikliminizde bulunan; sessiz-sözsüz, bizsiz-sizsiz konuşan; “Sus!” dendiği zaman da susmayan ve adına VİCDAN denilen mânevî varlığınıza danışarak, kendinizi sorgulayınız ve kime veya kimlere hizmet ettiğiniz araştırınız. Henüz kamuoyunun bilmediği gizli bir bağlantınız veya misyonunuz varsa; onu da, kamuoyuna açıklayınız. Teklifim de şudur:

Davet ettiğiniz Paşanın, sizinle konuşacak bir şeyi yoktur. Şayet konuşma ihtiyacı duyuyorsanız; sizinle konuşmaya, tartışmaya ve münazara etmeye hazırım. İstediğiniz televizyonda ve istediğiniz zaman birlikte ve halkın huzurunda konuşalım ve tartışalım.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: