25 Ekim 2009 Pazar

Köşelerin bülbülleri.

Sayın Gülây GÖKTÜRK

Bugün Gazetesi Yazarı

İstanbul 25 Ekim 2009


Sayın GÖKTÜRK;


25 Ekim 2009 tarihli ve “Islak imzanın dönüşü” başlığını taşıyan yazınızı okudum.


Taraf Gazetesi’ne sızdırılan ve henüz daha mahiyeti, hedefi bilinmeyen bir belge hakkında;


“Basında yer alan ama henüz yetkililer tarafından doğrulanmayan haberlere göre, Albay Dursun Çiçek'in müellifi olduğu 'İrticayla Mücadele Eylem Planı'nın ıslak imzalı kopyası karargâhta çalışan bir subay tarafından son anda imha edilmekten kurtarılmış ve on gün önce beş sayfalık bir ihbar mektubuyla birlikte Ergenekon savcılarına yollanmış. Savcılar belgeyi incelenmek üzere Adli Tıp'a göndermişler. Adli Tıp'tan gelen rapor, belgedeki imzanın Dursun Çiçek'e ait olduğunu doğrulamış.” ifadelerini kullanarak, her zaman yaptığınız gibi Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni ve Devleti hedef almışsınız.


1966-1977 yılarından itibaren Solcu-Devrmci; 1970’ten itibaren Aydınlıkçı Hareket çizgisinde yürüyen ve 1982-1983 yıllarında bu çizgiden ayrılarak Liberal demokratlığı benimseyen sizden; Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne iyi gözle bakacağınızı ummak; vücudu olmayan bir şeyin varlığına inanmak kadar gülünç olur. Sebebine gelince:


1967’den itibaren tırmandırılan ve DEVLETİ, SOKAĞA MAĞLÛP ETTİREN sokak hareketlerinde AKTİF ROL üstlenerek, her türlü provokasyonlarda bulundunuz. 12 Mart 1971 Müdahalesi’nden sonra tutuklanarak, hapse mahkûm oldunuz. 1974 affıyla da serbest kaldınız. 12 Eylül 1980 İhtilâli’ne kadar Aydınlık Hareketi içinde yer alarak, Aydınlık Gazetesi’nde yazılar yazdınız. İdeolojik ve siyasî faaliyetler sebebiyle üniversite tahsilinizi de tamamlayamadınız.


Böyle bir süreci yaşayan kim olursa olsun; maruz kaldığı travmalar sebebiyle, hislerinin esîri olmaktan kurtulamaz. Bu bakımdan sizi yadırgamıyorum ve bir noktada, haklı da buluyorum. Yalnız; Türkiye’de olup, bitenleri, 1957 yılından itibaren iyi izleyen ve meydana gelen bunalımların gerçek odaklarını iyi gören bir kişi olarak, size tavsiyem şudur:


Olayların içyüzlerini ve gerçek hedeflerini anlamaya çalışarak, gerçeklere yönelmelisiniz. Zîra; her hareketin, hedef güdenleri olduğu gibi; o veya bu şekilde piyon olarak kullanılan fanatikleri de vardır. Basit bir örnekle izah edeyim:


Belki bugün hâlâ, 1960’ yılların ikini yarısında tertiplenen ve aktif rol aldığınız 6. Filo’yu tel’in mitinglerinin ve Amerikan denizcilerinin denize dökülmesinin heyecanını duyuyorsunuzdur. Amma; bu hareketlerin, CIA tarafından tertip edilen provokatif hareketler olduğunu, acaba, hiç düşündünüz mü?


Türkiye, 1967 Şubat ayından sonra karıştırılmaya başlandı ve sokak hareketleri yaygınlaştı. Meydana getirilen kargaşa ve kaos, neticede Türkiye’yi 12 Mart 1971 müdahalesine götürdü. Yani DEVLET, sokağa mağlûp ettirildi. Bu hareketlerin gerçek sebebinin, Şubat 1967’de günün Sovyetler Birliği ile yapılan ve 7 büyük projeyi kapsayan “Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşması”nın olduğunu, hiç düşündünüz oldu mu?


Şimdi size, o günlerde her türlü provokasyonların içinde bulunan ve aktif rol üstlenen iki yoldaşınıza ait çok çarpıcı bir sunumda bulunacağım. Yoldaşlarınız, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’dır. Lütfen dikatle okuyunuz:


Hasan Cemâl, “Kimse kızmasın, kendimi yazdım” adlı kitabındaki şu ifadeleri kullanmıştır:


"Tek amacımız: ASKERİ KIŞKIRTMAK….

Hatırlıyor musun o günü? 1970 sonu, 1971 başı olmalı. Ankara'nın göbeğinde, Sıhhiyeye'deki ANKARA ORDUEVİ'nin önünde patlayacaktı bombalar…İki yandan iki bomba!

Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi'nin bahçesindeki miting bittikten sonra gençler, yürüyüşe geçecekti. Orduevine yaklaştıkları sırada atılacaktı iki el bombası da. Biri, Ankara Sineması'nın oralardan; öbürü, tam aksi istikametten, Mithatpaşa Caddesi ile Atatürk Bulvarı'nın kesiştiği noktadaki Yüksel Palas'ın bulunduğu köşeden. Şimdi, orası da orduevi. Bombaların hedefi, toplum polisiydi. Patlamalarla birlikte sloganlar, tam orduevinin önünde atılacaktı:


"ORDU GENÇLİK EL ELE, MİLLÎ CEPHEDE!"

"ORDU GENÇLİK EL ELE, MİLLÎ CEPHEDE!" 

Bir tek amacımız vardı:



ASKERİ KIŞKIRTMAK…Darbe süreci, bu kışkırtma ve provokasyonlar sayesinde hazırlanacaktı. Ve devrime giden yola çıkacaktık. Şiddet şarttı, devrime giden yolu açmak için.

Yani, hedefe varmanın yolu, gerektiğinde insan hayatını hiçe saymaktan geçiyordu. Gaye için her yol MÜBAH…"


Hasan Cemâl, bir önemli konuyu daha yazmıştır. O da, şudur:


"MUSTAFA KUSEYRİ'NİN ÖLÜMÜNÜ HATIRLIYOR MUSUN?

1970 baharıydı. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Faşistler, Mustafa Kuseyri'yi öldürdü!". Koşa, koşa dergiye geldim. Adakale Sokak'taki DEVRİM BÜROSUNA. Doğan Bey, her zamanki gibi kesif sigara dumanlı küçük odasında çalışıyordu.Ağzının bir kenarında hiç eksik olmayan Samsun cigarasını tüttürürken:

"Bak Hasan!" dedi gözlüklerinin üstünden bakarak, "KUSEYRİ'Yİ FAŞİSTLER ÖLDÜRMEDİ. Bir arkadaşı kazayla vurmuş.."


Bir dolmuşa atlayıp Cebeci'ye, Siyasal Bilgiler'in yanındaki Basın-Yayın'a gittim. Dışarıda öğrenciler, "KAHROLSUN FAŞİSTLER!" diye slogan atıyordu. Olay, akşam olmuştu. Kusyri, tabancayla Rus ruleti oynarken, yakın arkadaşı Nejat Arun tarafından kaza kurşunu sonucu vurulmuştu. Nejat'ın kaçarken bıraktığı kanlı el izlerini silenler arasında, o zamanlar Doğu Perinçek'in "Beyaz" Aydınlıkçı ya da Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) saflarında yer alan CENGİZ ÇANDAR da vardı.


Ve olay örtbas edildi. Hemen ertesi gün Ankara'da, "ANAYASA'YA SAYGI" yürüyüşleri düzenlendi.

FAŞİZMİ TELİN İÇİN!"


Sayın GÖKTÜRK;


Kendinize; “Acaba, bugün değişen nedir?” sorusunu sorarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef alan ve kışkırtmak isteyen odakların, neyi hedeflediklerini ve nasıl bir misyona hizmet ettiklerini anlamaya çalışsanız ve ona göre doğru bir tavır alsanız; daha iyi bir iş yapmış olmaz mısınız? Tabii ki; sizin de, bizim bilmediğimiz bir misyonunuz yoksa!


Gerçekten arayışınız, demokrasi ise; 29 yıldan beri hüküm süren ve halkı sistemin dışına iterek, ikinci seçmen konumuna düşüren ve siyasî parti liderlerini seçilmiş diktatörler konumuna getiren AZICIK ve GÖSTERMELİK demokrasimizi eleştirerek, üzerinize düşen görevi yerine getirmelisiniz. Aksi halde; hem kendinize, hem millete ve hem de ülkeye zarar vermiş olursunuz.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: