Sayın Taha AKYOL
Milliyet Gazetesi Yazarı 6 Mart 2009
Sayın AKYOL;
4 Mart 2009 tarihli ve “Karadayı Açıklıyor” başlığını taşıyan yazınızı okudum.
Huyunuz ve genel politikanız hiç değişmemiş. Her fırsatta 28 Şubat olayını, hislerinizin tahtında yoğurarak, demokrasi havariliğine soyunmuşsunuz. Çelik-Çomak oynarcasına bu olayı evirip, çevirip, 28 Şubat’ın askerî bir müdahale olduğunu ispatlamaya çalışmaktasınız.
Evet; 28 Şubat sürecinde askerlerin bir tavrı olmuştur. Ama; bu tavır, bir darbe niteliği taşımamıştır. Zira; askerler, konuları, Millî Güvenlik Kurulu’na taşımışlardır. Bu da gayet normaldir. Çünkü, Millî Güvenlik Kurulu, Anayasa’ya uygun bir kurumdur. İyi ki de vardır.
Evet; askerlerin tavrı, bir reaksiyondur. Bir aksiyon olmuştur ki; askerler, hakları olan bir reaksiyonu göstermişlerdir. Başta Başbakan Erbakan olmak üzere bazı kişi ve kurumların, REJİMLE ve DEVLET GELENEKLERİ ile bağdaşmayan davranışlar sergilediklerini, herhalde görmemiş ve bilmemiş olamazsınız.
Başbakan Erbakan’ın; “Şimdi rektörler, Türbanlıların önünde selâm duracaklardır.” sözünü, resmi davetlerde uyguladığı içki yasağını, Tarikat şeyhleri ve cemaat liderlerinin kisveleriyle iştirak ettikleri Başbakanlık Konutundaki yemek davetini; Milletvekilleri Şevki Yılmazla, Halil İbrahim’in ateşli nutuklarını; Kayseri ve Sultanbeyli Belediye Başkanlarının tahrik edici söz ve davranışlarını yok farz ederseniz; birçok kişi, sizin gibi düşünebilir.
O süreçte bunlar yaşandığına göre; herkesin bir reaksiyon göstermesi ve uyarıcı tavır koyması, gayet normaldir. Bu bakımdan, askerlerin o günlerde gösterdikleri reaksiyonu, bir darbe olarak nitelemeniz ve bugün dahi aynı kanaatle ısrarcı olmanızın bir anlamı ve geçerli bir gerekçesi yoktur.
“Efendim, memlekette demokrasi vardır. Siyasî, iradeye kimse müdahalede bulunmamalıdır.” denebilir. Ama; unutulmamalıdır ki: DEVLETİ ve REJİMİ ana KAİDELERE ve ana BELGELERE göre İŞLETMEK; devlete ve rejime sahiplilik BİLGİ ve ŞUURU taşımak, SİYASÎ İKTİDARLARIN vazgeçilmez, en önemli görevidir.
Türkiye, netameli ve başkalarının hedefleri olan bir coğrafyadadır. İç ve dış husumetlere maruz kalacağı gayet tabiidir. Türkiye’yi karıştırmak, huzursuz etmek, germek, iç ve dış gailelere boğmak, hedef kovalayan iç ve dış husumetlerin en büyük hedefleri arasındadır. Zira; sulh, sükûn, huzur ve güven ortamı içersinde geçirebileceği 15-20 yıllık bir zaman dilimini yakalayan Türkiye’nin, neleri yapabileceğini ve hangi hedeflere ulaşabileceğini, başkaları gayet iyi bilmektedirler.
Türkiye’nin SİYASÎ TARİHİNİ iyi bilenler, gerçekleri de gayet iyi görürler. Göremeyenler veya görmek istemeyenler, ya gafildir veya kamuoyunun iyi bilmediği bir MİSYONUN takipçisidir.
1950’li, 1960’lı ve 1970’li yılları aklın, mantığın ve ilmin süzgecinden geçirirseniz; Türkiye’yi kural dışı olaylara iten ve DEVLETİ, sokağa mağlûp ettiren PROVOKASYONLARIN da gerçek mihraklarını anlamış olursunuz. Ki; bu provokasyonlarda görev üstlenenleri Hasan Cemal, “Kimse kızmasın, kendimi yazdım” adlı kitabında gayet açık belirtmiştir. Bugün, ister sağ ve ister sol görüşlü olsun; medyada önemli konumları olan bazı kişilerin geçmişte, Türkiye’yi bir darbe ortamına sürüklemek için neler yaptıklarını görmek mümkündür. Bu kişiler bugün, demokrasi havarisi görüntüsüne bürünerek, devamlı surette Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni hedef almaktadırlar.
Bu, demokrasi savunucuları, her nedense; çarpık Seçim ve Siyasî Partiler Kanunları yüzünden göstermelik bir demokrasimizin olduğunu, keyfî uygulamalarla DEVLETİN, bir PARTİ DEVLETİ haline getirildiğini, her nedense görmezden gelmektedirler.
Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’yı konu ettiğiniz için görüşümü beyan etmek zorundayım. 28 Şubat sürecini gayet iyi izlediğim için görüşüm ve tespitim şudur:
28 Şubat, bir askeri müdahale değildir. Eğer askerler müdahale niyetinde olsalardı; 28 Şubat gecesi bir darbe yaparlardı. Zira; Erbakan, o gün istifa etmemiştir. Erbakan, 18 Haziran 1997 tarihinde “Baskılara dayanamıyorum” diyerek istifasını sunmuştur. Evet; Erbakan baskıya maruz kalmıştır. Ama bu baskı, askerlerin baskısı değildir. Bu baskı, tekrar Başbakanlık koltuğuna oturmak için yanıp, tuştan ve 1995 seçimleri sathı mailinde ve de seçimlerden sonra “Refah Partisi, PKK’dan da tehlikelidir.” diyen Tansu Çiller’den gelmiştir. Ki; Tansu Çiller’in bu baskılarının sebebini ve o günlerde neler yaptığını, bugüne kadar araştıran ve irdeleyen çıkmamıştır.
Herkesin gözünden kaçan veya bazılarının, işlerine gelmediği için hiç konuşulmayan önemli bir husus da, Karadayı’nın, 28 Şubatla ilgili olarak söylediği, “Gerek 27 Mayıs 1960’ta, gerek 12 Mart 1971’de ve gerekse 12 Eylül 1980’de Demirel gibi bir Cumhurbaşkanı olsaydı; hiç şüphesiz, o müdahaleler olmazdı” sözleridir. Siz de hiç konuşmadınız ve hiç konu etmediniz.
Merak etmek hakkım değil midir?
Netameli bir süreçten geçtiğimiz ve zor günlere yelken açtığımız bu zamanda, Türk Silâhlı Kuvvetlerini hedef alan husumetlere iştirak etmenize de bir anlam veremiyorum.
Beni aydınlatırsanız, size minnettar olurum ve teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Ecz. Hüsnü Akıncı.
6 Mart 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder