9 Mart 2009 Pazartesi

Şükür ve İnsan

Sayın Rahmi TURAN
Hürriyet Gazetesi Yazarı 9 Mart 2009


Sayın TURAN;

9 Mart 2009 tarihli ve “Hamdolsun açız” başlığını taşıyan yazınızı okudum.

Şayet bu millet, “Hamdolsun!” nun mânâsını bilmiş olsaydı, bugünkü perişan bir duruma düşer miydi?

Avrupa’da, Rusya’dan sonra en büyük toprağa sahip olan bir ülkede yaşayan insanlar, fukaralıkla boğuşur muydu?

Evet; hamdolsunun anlamı, Allah’a şükretmektir. Zira; insanların sahip oldukları bütün nimetler, Allah’ın, lütfederek verdiği ikramıdır. Bu sebeple de kullarının şükrünü görmek, yani, verdiği nimetlerin yerli yerinde kullanılmasını ister. Yalnız; bunun da, çok önemli şartları vardır:

Bir nimete kavuştuktan sonra “Hamdolsun” demekle bu şükür, eda edilmiş sayılmaz. Allah, şükrün eserini de görmek ister. Karnını tıka basa doyuran bir adamın yemekten sonra “Çok şükür Ya Rabbi veya hamdolsun” demesi, bir anlam ifade etmez. Açları bulup doyurması ile şükrünü yerine getirmiş olur. Birkaç örnek daha vermek isterim:

Servetin şükrü, memleketin, milletin ve insanların hayrı için sarf etmektir.

Güzelliğin şükrü, iffet ve namustur.

Kuvvetin şükrü, mazluma ve güçsüzlere inen yumruğa siper olmaktır.

Makam, mevki sahibi olmanın şükrü, adâletle hükmetmektir.

İlmin şükrü, bildikleriyle insanları aydınlatmaktır.

Hür bir ülkede yaşamanın şükrü, ülkeye ve millete hizmet etmektir.

Aklın şükrü, hayırda kullanmaktır. Aklı, şer aleti yapmamaktır.

Bunlar, maddi nimetlerdir ve örnekleri çoğaltmak mümkündür. Şükretmenin bir de mânevî yönü vardır ki; bugüne kadar bunu pek konuşan çıkmamıştır. O da, şudur:

Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimet, hiçbir varlığa vermeyip, sâdece insan sınıfına bahşettiği İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarıdır. Bu sıfatlar sayesinde insan, insan olma hakkını kazanmıştır. Zira; insanlık seciyesi, bu sıfatların yerli yerinde kullanılması ile muhafaza edilir.
İşte, en zor şükür de, İRADE ve HÜRRİYET sıfatlarının hakkını vermek ve yerli yerinde kullanmaktır. Bu şükrü eda edebilmek için;

Zalime ve zulme elpençe divan durmamak, haksızlık yapmamak, kamunun malına tecavüzde bulunmamak, yalan söylememek, insanları aldatmamak, kula, kulluk ederek, aciz insan putu yaratmamak, vatana ve millete ihanet etmemek, adâletten ayrılmamak, EVET ve HAYIR kelimelerinin nerede kullanılacağını iyi bilerek, zalim istidatlara fırsat vermemek, bir şeyler karşılığı (makam, mevki, yardım, vs karşılığı) hatır için günah işlememek ve hürriyetleri satmamak şarttır.

Görülmektedir ki; mânen ve felsefî açıdan bakacak olursak, şükür eda etmek ve “Hamdolsun!” demek, kolay bir iş değildir; YÜKSEK AHLÂK ve FAZİLET sahibi olmayı gerektirir.

Bu gerçeğe istinaden Hz. Peygamberimiz, “Bir millet, lâyık olduğu şekilde idare edilir” diye buyurmuşlardır.

İsmi hafızamdan silinmiş bir bilge kişi de, “Böcek olmayı kabullenenler, ayaklar altında ezilmeye mahkûm olurlar.” demiştir.

Bu sebeple; ölümü öldüremeyenler, kabrin kapısını kapayamayanlar, beşeriyetten aczi gideremeyenler, çok düşünmelidirler ve kuru sözlerle hamd edilemeyeceğini iyi bilmelidirler. Ayrıca, dikkat etsinler: Allah’ın kendilerine ikram ettiği bütün nimetler, bir gün, kabirlerinin üzerinde bir toprak yığınından ibaret kalacaktır. Zamanla, o toprak yığını da kalmaz ya!

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: