18 Mart 2009 Çarşamba

Göstermelik demokrasi

Sayın Hasan Celal Güzel
Radikal Gazetesi Yazarı 18 Mart 2008

Sayın Güzel;

18 Mart 2008 tarihli ve "Demokrasiyi sıfırlayan hukuk rezaleti" başlığını taşıyan yazınızı okudum ve Flash Televizyonundaki konuşmanızı dinledim.

"Türkiye'de demokrasi artık rayına oturuyor derken; baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz." sözünüz, benim için çok dikkat çekiciydi.

Nedenine gelince:

Türkiye'de 12 Eylül 1980'den beri demokrasi yoktur ve demokrasi adı altında çarpık bir model hüküm sürmektedir. Bu model, halkı sistemin dışına itmiş ve siyasi parti liderlerini, tam anlamıyla seçilmiş diktatör konumuna getirmiştir. Eğer; belirli zamanlarda sandık başına davet edilen seçmenlerin, siyasi parti liderlerinin düzenledikleri listelere oy vermeleri, "DEMOKRASİ" kabul ediliyorsa; söyleyecek sözüm yoktur ve "Herkes yoluna!" demek zorunda kalırım.

Evet; gerçek bir demokraside Parlamento, rejimin kalbidir ve yapılan seçimler de "Şahdamarı" mesabesindedir. Ancak; bunun şartı da bellidir:

Seçimler, hür, adil ve eşit şartlarda yapılırsa; ancak o zaman, demokrasinin "Şahdamarı" işlevini görür. Hile, entrika ve gasp etme arzusuna dayalı seçimler, hiçbir zaman bu işlevi göremez. Zaten; görmediği de, bir arpa boyu yol alamadığımızdan bellidir. Zira; bu modelde oluşan Parlamento, kendi içinde hür ve serbest değildir ve iktidar partisinin liderinin esiridir. Bugün; Başbakan Erdoğan'ın istemediği bir kanun tasarısı Meclis gündemine gelemez ve istediği her kanun tasarısı kabul edilir. Dahası da var: Liderlerin istemediği bir kişi aday olamaz; liderlerin istediği her kişi, vasfına bakılmaksızın aday olur ve seçilir. Şimdi, soruyorum:

Böyle bir modelde, milli irade, nerededir?

Modelin, teâmül haline getirilişinin seyrine bakacak olursak; "Türkiye'de, 12 Eylül 1980'den beri demokrasi yoktur!" sözünü söylerken haklılık kazanırım. Bu modelin suçlusu da, İHTİLÂL değildir. Evet; ihtilâl, demokrasiye büyük bir darbe vurmuştur. Darbelerin savunulacak yönü yoktur. Eğer; 12 Eylül idaresi, siyasi partileri kapatmasaydı; eminim ki, bu çarpıklıkları yaşamayacak ve bugünkü duruma düşmeyecektik. Ama; ihtilâlin bu hatasının üzerine, 1983'te iktidara gelen siyasi iradeler, hata üstüne hata yaparak, rejimi, tanınmaz hale getirmişlerdir.

Şöyle ki:

1982 Anayasa' sının kabulünden sonra düzenlenen Seçim Kanunu, liderlere "Tek seçici" hakkı tanımıyordu. Öylesine ki; Partilere kayıtlı bütün seçmenleri "önseçmen" yapıyordu ve önseçimlerin de hâkim teminatı altında yapılmasını öngörüyordu! Yani; halkı sistemin içine dâhil ederek, gerçek bir demokrasinin kurulmasını hedefliyordu. Ama; 1983'te iktidara gelen Özal; 1987 seçimlerine gidilirken, öngörülen önseçimi iptal ederek, mutlak iradesine dayalı çarpık bir sistemin temellerini atmıştır. O günden bugüne kadar da, hiçbir siyasi irade, bu keyfiliğe son vermemiş ve bu çarpık modelden nemâlanma yolunu seçmiştir. Yani; siyasi ihtiraslarına yenik düşmüş Başbakanlar, keyfi tutum ve davranışları ile Devleti, bir parti Devleti haline getirme gayretine girmişlerdir. Böylece de, Başbakanlık gücüne dayanan iktidar sahipleri, rejimi, tanınmaz hale getirmişlerdir. Sade vatandaşların ellerine de "Milli irade" oyuncağını vererek, halka yalan söylemişler ve halkı aldatmışlardır. Şimdi, soruyorum:

Rejimi tanınmaz hale getirenler, askerler midir, devletin kurumları mıdır, yoksa siyasiler midir?

Bir hususu daha dikkatlerinize sunmak istiyorum:

Bilinen köşe yazarları, medya patronları, bir bankanın veya bir holdingin müşâviri konumundaki iktisat adamları, mahiyeti vatandaşlarca iyi bilinmeyen misyonların misyonerleri, sistemin rant yiyicileri, devlete borç veren faiz yiyicileri; avazları çıktığı kadar "DEMOKRASİ" diye haykırırlarken; ülkeyi kasıp kavuran, milleti sefâlete iten ve Türkiye'yi dışa bağımlı hale getiren yolsuzluklardan, hırsızlıklardan, kanunsuzluklardan ve usulsüzlüklerden hiç dem vurmamaktadırlar.

Bu model mi, demokrasidir?

Unutulmamalıdır:

Baştakilerin yolsuzluklarına hesap soramayan sistemler; en uç noktasına kadar yalancıların, hırsızların ve ahlâksızların eline geçer. Ahlâk yere düştü mü; hırsızlar, yalancılar ve ahlâksızlar, milletin kaderine hükmeder hale gelirler. Bu şartlarda da DEVLET, tanınmaz hale gelir; ülkemiz ve milletimiz, telafisi imkânsız zararlara uğrar. Daha açık ifadeyle; Hürriyetler adâletle tahdid edilmezse; demokrasi adı altında, ACI ESÂRETLER kurulur.

Sayın Güzel;

Sistemin çarpıklığını dile getirelim; ama, devletin kurumlarını hedef alarak, yıpratılmalarına fırsat vermeyelim. Siyasi iktidarlar geçicidir; devlet, bakidir. Bir iktidar daima bulunur; ama, tahrip edilmiş bir devleti onarmak, o kadar kolay olmaz. Tarih, tahrip edilmiş devletlerin acı sonlarını belgeleyen ibret levhalarıyla doludur. Şu sözüm, sizi ve sizler gibi düşünenleri belki üzer; ama, gerçektir:

Bugün askerler, sizden, benden ve demokrasi havarilerinden daha fazla demokrattırlar ve devlete ve rejime sahiplilik bilgi ve şuuru taşımaktadırlar. Türkiye'yi ve dünyayı da çok iyi izlemektedirler. Siz; siz olun da, Yüce İslâm Dinini, kendi çıkarları doğrultusunda istismar ederek ve halkı aldatarak kendi saltanatlarını daim kılmak için gayret edenlerin, bedava avukatlığına soyunmayınız. Zirâ; yalanın, hırsızlığın, başkalarının zararına servet edinmenin, insanları "Bizden olanlar ve bizden olmayanlar" şeklinde tasnife tabi tutanların, insanların ve kamunun mallarına tecavüz edenlerin; söylemleri ne olursa olsun; Yüce ve evrensel İslâm Dininde yerleri yoktur ve bu gibileri Allah, insanlık defterinden isimlerini, hiç şüphesiz, silmiştir.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: