9 Mart 2009 Pazartesi

Türkiye, bilinçli olarak aldatılmıştır.

Sayın Gazi Erçel
Merkez Bankası Başkanı
Ankara 11 Eylül 2000



Sayın Başkan;


Hazine ile birlikte uygulamaya koyduğunuz program yanlış ve Türkiye şartlarına uygun değildir. Zira; programın özü olan para politikaları, yine rant esasına göre şekillenmiştir. Reel ekonomiyi canlandıracak tedbirler içermemektedir. Kur- faiz makasına dayandırılan bu program da başarısız olacaktır. Bu bakımdan yapılan toplantılarda ortaya sürdüğünüz risklerin geçerliliği yoktur. Şöyle ki:

I- TL’nin değer kazanması mazereti, halkı aldatıcı bir mazerettir. Çünkü, yılbaşından Ağustos sonuna kadar geçen sekiz aylık süre zarfında Amerikan doları yüzde 21.4 değer kazanmıştır. Ağustos- Ağustos arası bir yıllık zaman dilimi zarfında dolar, Tl karşısında yüzde 48 oranında değer kazanmıştır. Geçen 20 yıl zarfında ise Amerikan doları, 9000 kat pahalılaşmıştır. Merak ediyorum:

Türk parası daha ne zamana kadar değer kaybetmeye devam edecektir? 20 yıldan beri uygulanan ve kur-faiz makasına dayandırılan bu programlardan Türkiye, nasıl bir fayda sağlayacaktır. İthalatı pahalılaşdırdığı için Türkiye’yi yatırımsız bırakan bu programlar, hedeflenen ihracat artışını nasıl sağlayacaktır? En önemlisi; daha ne zamana kadar Türkiye, pahalı döviz kazanma modeline boyun eğecektir?

2- Ekonomi bürokratları daha ne zamana kadar petrol fiyatları aldatmacasına sığınacaklardır? Türkiye’nin petrol faturası bellidir: petrolün en pahalı olduğu yıllarda dahi 3,5 milyar doları aşmamaktadır. İşte rakamlar:

İkibin yılının ilk beş ayında petrole ödediğimiz para 1.4 milyar dolardır. Petrol faturası geçmiş yıllarda şöyledir (yılın ilk beş ayı) :

1999’da 896 milyon dolar,
1998’ de 920 milyon dolar,
1997’de 1.4 milyar dolar,
1996’da 1.3 milyar dolar,
1995’te 1.1 milyar dolar.
I994’ te 889 milyon dolar,
1993’te 1 milyar dolar.

20 yıllık rakamları ortaya koyduğumuz zaman bu gerçeğin değişmediğini görürüz. 1977, 1978, 1979, 1980 yıllarında bir varil petrolün 35 dolar olduğunu akıldan çıkarmamak lazımdır. Bu gerçek, petrol fiyatlarına sığınanlara bir ders verebilir. Çünkü, petrol fiyatlarının ekonomiye etkisi, dış fiyatlardan değil; iç fiyatlardan dolayıdır. Maliyet üzerine konan yüzde 250 oranındaki vergilerle, sürekli devalüasyonlar, iç piyasadaki fiyatları dayanılmaz hale getirmiş ve reel ekonomiyi yere sermiştir.

3- Siyasi riske gelince; evet, siyasi iktidarlar risk taşımaktadır. Çünkü, iktidarlar siyasi riskin bedelini ödemektedirler. Ama, bürokratların siyasi riskten yakınmaları tutarlı ve gerçekçi değildir. Belki de, iktidarları yanıltmak ve sorumluluktan kurtulmak için ileri sürülen bir faktördür. Türkiye iyi idare edildiği zaman bu gerçek daha iyi anlaşılacaktır.

Şimdi, asıl konuya gelmek istiyorum:

İddiamı tekrarlıyorum: Türkiye, yanlış para ve ekonomi politikalarıyla idare edilmektedir. 12 Eylül ı980’ den sonra ülkeyi yönetenler, reel ekonomiyi yıkarak, rant ekonomisini geçerli kılmışlardır. Türkiye’nin potansiyeli, gücü ve kaynakları, rant sağlayanlar (kayırılanlar) arasında paylaşılmıştır. Finans kesimine sağlanan ayrıcalıklar, reel ekonomi alanında faaliyet gösteren kesimleri ezip, geçmiştir. İç borçların tahlili, iddiamı, inkâr edilemeyecek derecede doğrulamaktadır. İşte, iç borç gerçeği:

1987 başından bu güne kadar ( ikibin yılı sonu dahil) geçen 14 yıllık süre zarfında ana para ve faiz adı altında yapılan ödemelerle 405 milyar dolar iç borç ödemesi yapılmıştır ve halen 55 milyar dolar iç borç stoku mevcuttur. 2000 yılında yapılan ve yıl sonuna kadar yapılacak ödemelerin tutarı, 58,5 milyar dolardır. 2001 yılında ise, 43 milyar dolar ödenecektir. Ki; bu ödeme, program hedefidir. Muhakkak surette ödeme, program hedefini aşacaktır. Çünkü, yürürlükteki para politikası, döviz açık pozisyonu taşıyan finans kesimine, dolar bazında daha yüksek reel faiz ödenmesini sağlamaktadır. Faizlerin düşük seyretmesi ve kurun önceden belirlenmesi, bu amaca yöneliktir. 2001 Haziran sonuna kadar bu hedef gözetilecektir. Haziran’dan sonrası ise Allah kerim; belki de, ince ayar adı altında yüksek oranlı bir devâlüasyonla karşı karşıya kalabiliriz. Bunun kararını da, 19 bankadan oluşan “Piyasa Yapıcıları Kurulu” verecektir.

Şimdi, dikkat ediniz:

I987 başında iç borç stoku, 4,5 milyar dolardır. Bu borç için 14 yıl zarfında 405 milyar dolar ödeme yapılmıştır ve halen 55 milyar dolar iç borç stoku mevcuttur. Yani; 1987 başındaki borcun yüz katı kadar iç borç ödemesi yapılmıştır. Yüz dolarlık borç için 11.100 dolar ödeme yapılmıştır. Bu sıcak para hareketinde oynayanlar, yıllık olarak dolar bazında ortalama yüzde 40 oranında faiz geliri elde etmişlerdir. Bu faiz oranı 2000 yılı için yüzde 41 olarak hedeflenmiştir. Bu hedef, kamufle edilmiş bir hedeftir; gerçek kar, yüzde 50’leri aşacaktır.

Şimdi soruyorum: Dünyanın hangi ülkesinde finans kesimine bu oranda bir kar ikram edilir?
Cevap vermekte zorlanacağınızı zannediyorum. Zira Türkiye, korkunç bir şekilde sıcak para batağına saplanmıştır. Finans kesiminin baskısını aşmak, sorumluları korkutmaktadır. Merak ediyorum: Pahalı döviz edinme yolunu açan bu sıcak para esaretinden Türkiye’yi kim ve nasıl kurtaracaktır?

Duygusal davrandığımı kimse iddia etmemelidir. Bu görüşlerimi doğrulayan çok sebep vardır. Bankaların fonlanması, tedavüldeki banknot miktarının çok düşük tutulması, bıyıklı yabancıların para transferlerine göz yumulması, hayali ithalat ve ihracatın yaygınlaşması, döviz açık pozisyonlarına alabildiğine izin verilmesi, düşüncelerimin doğruluğunu kanıtlar.

Döviz gerçeğine bir bakalım:

Merkez Bankası’nın 12 Mayıs 2000 tarihli verilerine göre uluslar arası döviz rezervimiz, 37 milyar 194 milyon dolardır.
Bu rezervin dağılımı şöyledir:
Ticari bankalarda 12.905 milyar dolar.
Merkez Bankası’nda 24.290 milyar dolar.

Döviz Mevduat Hesapları:
12 Mayıs 2000 tarihi itibarıyla toplam döviz mevduatı, 58.908 milyar dolardır. Döviz mevduat hesaplarının dağılımı şöyledir:

Ticari bankalarda 48.887 milyar dolar.
Merkez Bankası’nda 10.020 milyar dolar.

Buna göre 12 Mayıs itibarıyla sistemin döviz açığı, 21.613 milyar dolardır. Bankacılık sisteminin döviz açık pozisyonu ise, 35.982 milyar dolardır.

Bankalar arası döviz mevduatı 4.388 milyar dolardır. Bu rakam düşülürse; bankacılık sisteminin gerçek döviz açık pozisyonu, 31 milyar 594 milyon dolardır.

Buna karşılık Merkez Bankası’nın artı pozisyonu 19.279 milyar dolardır. Şimdilik bir döviz sıkışıklığı söz konusu olmayabilir. Ama; bankaların açık pozisyonları çok yüksek. Üstelik, dış ticaret açığı da büyüyor. Ödemeler dengesi de büyük açık veriyor. Bankalar açık pozisyonlarını kapatmak için döviz biriktirmeye başlarlarsa acaba ne olur?

Bu gerçekler, ister istemez aklımıza, uygulanan para politikalarının aslında bankaların açık pozisyonlarının kapatılmasına matuf olduğu şüphesini getirmektedir. Bu ihtimal, akla da yatkındır. Şöyle ki:

Bankaların Merkez Bankası’ndaki 18 milyar dolarını geri istemeleri mümkün değildir .Çünkü, açık pozisyon bulundurmaları kârlılıklarının kaynağıdır. Hazine bonolarından büyük kârlar elde etmektedirler. Paralarını Merkez Bankası’ndan çekseler, bununla yapabilecekleri karlı bir işlem yoktur.

Merkez Bankası, bu dövizleri ödeyemez. Çünkü, 1984 başından beri en büyük döviz kaynağımız, sıcak para hareketlerine dayanmaktadır.

Bu durum karşısında, şu gerçeği kabullenmek zorundayız:

Sıcak para hareketi, hem bankaların ve hem de Merkez Bankası’nın işine gelmektedir. Ekonomi, kur-faiz makasına göre düzenlenmiştir.. Bu sistemin yaşatılması için iç borç tuzağı geliştirilmiştir. Merkez Bankası ve Hazine, finans kesimi ile sıkı bir işbirliği yaparak, Türkiye’yi çıkmaza sokmuşlardır. Türkiye’nin iç borca, hele bu denli büyük bir iç borca 1ihtiyacı olmadığı halde, bir iç borç canavarı yaratılmıştır. Hayati ihtiyacı için lüzumlu olan mega projelere 30-35 milyar dolar kaynak bulamayan Türkiye, 14 yıl zarfında 405 milyar dolar iç borç ödemeye mahkum edilmiştir. I980 yılında Türkiye’nin iç borç miktarı 100 milyon dolardı. Büyük işler de başarmıştı.

Sayın Başkan;

Gerçekleri görerek ve kabul ederek, Türkiye’nin şartlarına uygun ve 65 milyon insanımızı topyekün kalkınmaya götürebilecek bir ekonomik modeli hayata geçirecek gücünüz ve bilginiz var mıdır? İsteseniz de başarabilir misiniz? IMF ve Dünya Bankası engellerini aşabilir misiniz? İktisatçıların, siyasetçileri yanıltmasını önleyebilir misiniz?

Haksız mıyım?

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: