23 Eylül 2009 Çarşamba

Herkes, yaptıklarını sorgulamalıdır.

Sayın Ertuğrul ÖZKÖK

Hürriyet Gazetesi Yazarı

İstanbul 16 Eylül 2009







Sayın ÖZKÖK;





16 Eylül 2009 tarihli ve “PROVOKATÖR veya YOLDAŞ” başlığını taşıyan yazınızı okudum. Yazınızın son bölümünde;

“Bu noktada benim görüşüm şudur.

Şimdi bir siyasetçi için “tarihe geçmenin” tam zamanıdır.

Bu sorunu çözüp, Türkiye Cumhuriyeti’nin iki yakasını bir araya getirecek siyasetçi, bu ülkeye en büyük hizmeti yapmış olacaktır.

Bu sözleri, oturduğu yerden maval okuyan, sınırlı sorumlu, bir gazetecinin “dolduruşları” olarak okuyabilirsiniz.

Ama risk alıp, ülkenin kaderini değiştirecek siyasetçinin sağlam bir yol arkadaşının teşvikleri olarak da.” ifadelerini kullanmışsınız.



Merak edilir:



1-Önceleri “Kürt açılımı”, şimdi de “Demokratik açılım” olarak Türkiye’nin bir numaralı gündemi haline getirilen ve başkaları tarafından başımıza belâ edilen sorun hakkında ne yapılırsa bir SİYASETÇİ tarihe geçer?



2-Bu sözlerinizi, oturduğu yerden maval okuyan, sınırlı sorumlu bir gazetecinin “DOLDURUŞLARI” olarak kabul etmememiz için, nelerin yapılmasına dair açık bir beyanda bulunabilir misiniz?



3-Risk alıp, ülkenin kaderini değiştirecek siyasetçinin sağlam bir yol arkadaşının teşvikleri olarak, önereceğiniz riskler nelerdir?



Bu soruları, geçmişteki bir yazınızdan ilham alarak sordum. 11 Ocak 1991 tarihli yazınızın bir bölümünde, şu ifadeleri kullanmıştınız:



“Oysa SADDAM, gücünü güney cephesinde yoğunlaştırdığı takdirde, petrol sahalarına büyük bir zarar vermesi ihtimâli var. Bu da, dünya ekonomik konjoktürünü olumsuz yönde etkiler.

Bu değerlendirmelerin ışığında Çankaya’nın politikası, şöyle özetleniyor:

“Türkiye, savaşa girmeden savaşa girmiş gibi prim toplamalıdır.”

Bunun temelde, İsmet İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı’nda uyguladığı politikadan ne farkı var?

Kanaatimce temel çizgileri aynı. Ancak; bugünkü politikada, Türkiye’yi savaş dışında tutabilmek, gerçekten daha zordur. Dolayısıyla bu politika, daha risklidir.

Ama, riski büyük olan politikanın, priminin de, büyük olması gerekmez mi?”



Aradan 18 yıl geçmiştir ve “Tek adam” iradesine ve idaresine bağlı bir devlet anlayışının başımıza nasıl büyük belâlar açtığını, hep birlikte gördük.

Birinci “Körfez Savaşı’nın” esas amacının, Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin” kurulması olduğu gerçeği zamanında görülseydi ve ona göre bir politika izlenseydi; acaba bugün, bu belâlara maruz kalır mıydık?



Kabul edilse de, reddedilse de, gerçek bellidir:

“Kürt sorunu” adı verilen ve gerçek hedefleri kamuoyunca iyi bilinmeyen bu sorun, bizim dışımızda ABD, İNGİLTERE ve İSRAİL’in, müştereken, kendi çıkar, hedef ve projeleri doğrultusunda yarattıkları, destekledikleri ve yönlendirdikleri bir sorundur. Bu sorunun gerçek hedeflerini, DTP ve PKK tarafından aldatılan, yönlendirilen ve baskı altında tutulan Kürt kökenli vatandaşlarımız dahî bilmemektedirler.



Bu durumdan istifade eden DTP’nin ve PKK’nın üst seviye yöneticileri, Abdullah Öcalan’ı da sembol haline getirerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne meydan okumaktadırlar. Siyasî iktidarın bir türlü açıklamadığı çözümün ne olması gerektiğini, açık bir şekilde beyan etmektedirler. Şimdi; bizim dışımızdaki dış husumet odaklarının desteğindeki DTP’nin isteklerini yerine getiren ve bu hususta risk alan siyasetçi mi TARİHE GEÇECEKTİR?



DTP’nin ve PKK’nın istekleri kabul edilmezse ne olacaktır? Türkiye’de bir iç çatışma mı çıkartılacaktır?



Lütfen; bu konuyu, daha açık ve ne istendiğini, herkesin anlayacağı bir şekilde Türkiye’nin gündemine getiriniz.



Saygılarımla.



Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: