30 Eylül 2009 Çarşamba

Gerçekler, konuşulmalıdır.

Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN



Başbakan ve AKP Genel Başkanı


Ankara 30 Eylül 2009


Sayın BAŞBAKAN;


Dokuz Eylül Üniversite’sinin 2009-2010 öğretim yılına başlaması sebebiyle yaptığınız konuşmanızın televizyonlarda yayınlanan bölümlerini dikkatle izledim. Konuşmanızın bir bölümünde;
''Birçok sorunumuzu çözdük. Çözüm yoluna da koyduk. Mevcut sorunlarımızı uzlaşı içinde, mutabakat içinde çözmenin gayretindeyiz. Küresel krizin aşılacağını biliyoruz. 2010 bunun ciddi başlangıcı olacak ve 2010'dan itibaren pozitif büyüme beklentilerimizi kamuoyuna orta vadeli programda açıkladık. Krizin sona ermesiyle birlikte üniversite gençliği başta olmak üzere tüm gençlerimizin işsizlik kaygısında biraz daha azalma olacak. Gençler, bakınız her üniversiteyi bitiren veya tüm halk iş sahibi olur diye bir kaide yok. Dünyanın hiçbir yerinde, ABD başta olmak üzere halkının tümüne iş sağlamıştır diye bir gerçek yok. Bakın şu anda onlar da yüzde 7-8 oranlarına varan işsizlikle uğraşıyor. İspanya, buyurun yüzde 18 işsizlikle başbaşa. Biz ise şu anda yüzde 13'deyiz. Tabii ki mücadelemizi vereceğiz. Bunu daha aşağıya çekmenin gayreti içinde olacağız. Göreve gediğimde 10.7 idi, şu anda krize rağmen yüzde 13'deyiz. Bunu hiçbir zaman iyi bir yerdeyiz demek için söylemiyorum. Bunu kesinlikle tek haneli orana düşürmek durumundayız. Onun için de gerek tarım endüstrisinde, gerek hizmet sektöründe yoğun çalışma yapmak suretiyle bunları düşürmenin gayreti içinde olacağız.'' ifadelerini kullandınız.


İktidarda bulunmanız sebebiyle, siyasî amaçlı da olsa, icraatlarınızı övmek hakkına sahipsiniz. Ancak; Türkiye’yi iyi izleyenlerin gözlemlerini ve eleştirilerini de dikkate almak, görevlerinizin arasındadır. Bu sebeple; duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ediyorum:
İçinde bulunduğumuz iktisadî zorlukların, “Küresel Kriz” adı verilen finansal krizden kaynaklanmadığı kabul edilmelidir. Çünki; iktidarınız dönemi dâhil Türkiye, 29 yıldan beri iktisadî krize maruz kalmıştır. Ne yazık ki; ülkeyi idare edenler, Türkiye’nin 29 yıldan beri yanlış ekonomi ve para politikalarıyla idare edildiği gerçeğini görememişler ve kabullenememişlerdir. Bu sebeple; “Birçok sorunumuzu çözdük, çözüm yoluna da koyduk” sözünüz, gerçekleri yansıtmaya yeterli değildir. Keşke, gerçekleri yansıtsaydı…Şayet, sorunlarımız çözülmüş olsaydı:


- Türkiye’nin iç ve dış borçları artmaz ve halkımızın büyük çoğunluğu, borç yükü altında inlemez ve çaresizlik içinde kıvranmazdı ve de, fukaralık yaygınlaşmazdı.


- Gelir dağılımı bozulmaz ve fukara kesim ezilmezdi. İşsizlik, korkutucu boyutlara ulaşmazdı.


- Dış ticaret açığı, carî açık ve bütçe açığı, SGK açığı, ekonomimizdeki dengeleri bozacak derecede büyümezdi.


- Tarım ve hayvancılığımız çökmezdi ve Türkiye, kendi kendini besleyemez hale düşmezdi.


- En önemlisi: Başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz ve altyapı tesislerimiz, yabancıların eline geçmezdi.


- Ümitlerimizi, spekülâtif yabancı sermayeye bağlamaz ve üretime matuf yatırımlara devam ederdik.


- Üretken bir ekonomimiz olsaydı; her yıl 50 milyar dolar faiz ödemezdik ve işsizliğin yaygınlaşmasını önlerdik.


- Övündüğümüz ihracatımız ithalâta dayalı olmaz; ara malı ve hammadde üreten bir yapıya kavuşurduk.


- Millî gelirimiz, dolar kurundaki düşüklüğe bağlı olarak kâğıt üzerinde artmaz; büyüyen reel ekonomi sayesinde, gerçek anlamda artardı.


- Banka kaynaklarımız, rantiye kesimini değil; üreten, yatırım yapan, istihdam sağlayan kesimlere destek olurdu.


Sayın BAŞBAKAN;


Birtakım statistikî rakamlara dayalı olarak yapılan iktisadî analizler, siyasî iktidarları daimâ yanıltmıştır. Bu gerçeği de en anlaşılır ve en güzel şekilde gerçek iktisatçı JOAN ROBİNSON, şu sözleriyle ifade etmiştir:


“İktisat bilmenin yararı, bir ülkenin ekonomisini düzeltmek ve ekonomik zorluklara geçerli çözümler bulmak işin değil, iktisatçıların yanıltmalarını önlemek içindir.”


Konuşmanızda belirttiğiniz iki önemli hususa da değinmek istiyorum. Şöyle ki:


1-“Türkiye’deki kurulu bütün şantiyeleri dolaştım. Bundan önce hiç, şantiyeleri dolaşan başbakanlar gördünüz mü?” ifadesini kullandınız. Bu ifadeniz, bizler için biraz şaşırtıcı oldu. Zîra; şantiyeleri denetlemek başbakanların görevi değildir. Hükümetlerin plânladığı yatırımları yürütmek ve denetlemek, devletin birimlerine aittir. Sorumluluk da onlarındır. Elbette ki; istedikleri takdirde başbakanlar, yatırımları ziyaret ederler. Nitekim; sizden evvel de başbakanlar, büyük yatırımları dolaşmışlardır. Hem de bu işi, ulaşım imkânlarının zor olduğu dönemlerde yapmışlardır. Bu ziyaretleri, uzun ve meşakkatli kara yolculuklarına katlanarak yapmışlardır.


2-Yeni üniversite kurduğunuzu, sanki sizden evvelki iktidarlar, hiç üniversite kurmamışlar gibi övünücü bir üslûpla ifade ettiniz. Siyasî amaçlı övünmenize hak verirken, üniversiteler hakkında da görüşümü belirtmek istiyorum:


1965 yılında Türkiye’nin 6 üniversitesi mevcuttu. 12 Eylül 1980 sabahı İhtilâl idaresi, 22 üniversite teslim almıştır.


12 Eylül idaresi ve sonrası oluşan siyasî iktidar, üniversiteleri anarşi ve terör sebebi addettiği için, üniversite kurulmamıştır. 1991 yılı sonuna kadar geçen 11 yıllık süre zarfında, sadece iki üniversite kurulmuştur.


1991 seçimleri sonunda oluşan siyasî iktidar, 1992 başında itibaren üniversite yatırımlarını hızlandırmış ve bu sebeple 2002 sonunda 82 üniversitemiz olmuştur. Yani, 10 yıllık süre zarfında 58 üniversite kurulmuş ve bugün, faal haldedir. İktidarınız, 7.ci yılında 50 üniversite kurulmasına karar vermiştir.


Bu üniversite örneğini, “Devlette devamlılık vardır.” ilkesine dayanarak verdim. Zîra; siyasî iktidarların; kendilerini överken, geçmişi inkâr etmelerini ve kötülemelerini, gönlüm kabul etmemektedir.


Türkiye’nin iyi idare edilmesini arzu ettiğim için, demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz ettim.


Saygılarımla.


Ecz. Hüsnü Akın

Hiç yorum yok: