7 Eylül 2009 Pazartesi

Lâfla Peynir gemisi yürütülemez!

Sayın Bülent ARINÇ
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Ankara 7 Eylül 2009



Sayın BAKAN;


Partinizin Manisa İl Teşkilâtının verdiği iftar yemeğinde; Ramazanın, ORUCUN ve İFTAR yemeğinin mana ve özü ile asla bağdaşmayacak bir şekilde yaptığınız konuşmanızın gazetelerde yayımlanan bölümlerini dikkatle okudum. Gönüllerin birleşmesi için vesile olan bu ortamda, siyasî amaçlı ve bir anlamda ölçüsüz konuşmalar yapmanın kimseye faydası olmayacağı gibi, gönüllerin kırılmasına ve fikrî ayrılıklara sebep olur. Zîra; iktidarda olmanız, muhalefet partilerinin olmayacağı anlamına gelmez. Fikriyatınızı, icraatınızı onaylayanların olması kadar, eleştirenlerin ve icraatınızı beğenmeyenlerin olması da gayet tabiidir ve bu, demokrasinin icabıdır.

Konuşmanızın bir bölümünde; Türkiye'nin sorunu olan konularda CHP, MHP, meslek kuruluşları, demokratik ve sivil toplum örgütlerinin söyleyeceği şeyler olması gerektiğini hatırlatarak şu ifadeleri kullanmışsınız:

“Çünkü Türkiye'de yaşıyoruz. Aynı sıkıntıyı beraber çekiyoruz. O zaman gelin taşın altına hep beraber elinizi koyun. Bu işi çözme konusunda, beraberce bu işin sadece şerefine talip olarak, Anadolu'da halkımızı kucaklaştıralım. Terörle mücadele edelim ve onu minimize edelim. Türkiye’de kendini temsil etme ihtiyacı duyan herkesin demokratik temsiline imkân verelim.”

Sayın BAKAN;

Türkiye’nin zorda ve sıkıntıda olduğu, herkesin bildiği bir gerçektir. İç ve dış husumet odaklarının başımıza musallat ettiği TERÖR BELÂSI, herkesi bunaltmıştır. Bu büyük belâya rağmen, bütün yurt sathında insanlarımız kucaklaşmış durumdadır ve zıtlaşmadan ve sabırla bu terörün bitmesini arzu etmektedirler. Ne var ki; etnik ayrılıkçılığı körükleyerek, nihaî hedeflerini açıklamayan ve Kürtçülük ideolojisi güdenler, dıştan aldıkları yardım, destek ve teşviklerle ülkenin ve milletin huzurunu bozmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Türkiye’de, herkese demokratik temsil hakkı tanındığı halde; bunu inkâr eden ve ne istediklerini açık bir şekilde söylemeyenler, devlete karşı bir kalkışma hareketine girişmişlerdir.

Bu durum, iktidarınız tarafından da gayet iyi bilindiği halde; iktidarınız, önceleri “Kürt açılımı”, şimdi de “Demokratik açılım” adı verilen açılımların ne olduğunu ve nasıl bir program uygulanacağını açık bir şekilde beyan etmemiştir ve herkesten çözüme yardımcı olmasını istemektedir. Hedef bellidir: Sulh, sükûn, huzur ve güven ortamının sağlanması. Belli olmayan: Bu işin, nasıl yapılacağıdır. Merak edilen de şudur:

Şayet muhalefette olsaydınız; acaba, partiniz ve “Çözüm” diye ortalığı velveleye verenler ne yapardı?

7 yıldan beri iktidardasınız. Siyaseten ve iktisaden ülkeyi iyi idare edemediğiniz ve meydana gelen krizleri iyi yönetemediğiniz de bir gerçektir. Tek başına iktidar olmanın verdiği güce dayanarak Devleti, bir PARETİ DEVLETİ haline getirmek istediğiniz de bilinmeyen bir husus değildir. Bu uğurda ülkenin kaynaklarını, Türkiye’nin önceliklerini ve ihtiyaçlarını gözetmeden keyfî biçimde siyasî amaçla kullandığınız da inkâr edilemez bir realitedir. Ülkenin esasen kıt olan kaynaklarını, belirli bir zümrenin istifadesine sunarak, ülkeyi ve milleti topyekûn bir kalkınmaya götüremediğiniz de bilinmektedir.

Yanlış ekonomi ve para politikaları ile Türkiye’yi, iktisaden taviz veren bir ülke haline getirdiniz. Bu dönem zarfında başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadî değerlerimiz ve vazgeçilmez altyapı tesislerimiz yabancıların eline geçmiştir. Hattâ, perakende ticaretimiz dahî yabancıların elindedir. Tabir caizse Türkiye, bir müstemleke ülkesi ve Türk milleti de bir müstemleke halkı haline gelmek üzeredir. Bu hususta daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ekte; Maliye eski Bakanı Kemâl Unakıtan’a yazdığım 17 Temmuz 2008 tarihli mektubumun suretini bilgilerinize ve tetkiklerinize sunmakla yetineceğim. İşte mektubum:


“ Sayın Kemal UNAKITAN
Maliye Bakanı

Ankara 17 Temmuz 2008

Sayın Bakan;

AA muhabirine yaptığınız açıklamada, "Bazı kişiler, kehanette bulunuyorlar. Bakan olduğumdan beri, bunları dinliyorum. Her gün bunlar, kriz çıkartıyorlar; ancak, kriz miriz olduğu yok." demişsiniz.

Bir vatandaş olarak merak ediyorum:

Krizin ölçüsü nedir?

Kriz, kimler için yoktur?

Düzgün gittiğini ifade ettiğiniz ekonomi, hangi kesim içindir?
Ekonomi düzgün gidiyorsa;

a- Bir türlü önlenemeyen Dış ticaret açığı,

b- Ürkütücü boyutlara ulaşan cari açık (Ki; son 6 yılın cari açığı, 165 milyar dolardır),

c- Mart 2008 sonu itibarıyla 262 milyar dolara ulaşan dış borçlar,

d- 220 milyar dolara ulaşan iç borçlar, neyin nesidir?

Üstelik; başta bankalarımız olmak üzere önemli iktisadi değerlerimiz yabancıların eline geçtiği halde bu olumsuz tablo meydana gelmiştir. Buna rağmen cari açığa, işsizliğe ve ekonomideki kayıt dışılığa çare bulunamamıştır.

Demecinizin bir bölümünde özelleştirme ile ilgili olarak, "Köprü ve otoyolların ihalesine bu yıl çıkmak istiyoruz. Otoyolların özelleştirilmesiyle ilgili TBMM'de bir kanun var. Komisyondan geçti. Şimdi genelkurulda.kabul edilince, önü açılacak. Şeker Fabrikalarının özelleştirilmesi bir ay içinde başlanacak. Bu yıl özelleştirmelerde önemli hamleler yapıyoruz. Bu yıl, biliyorsunuz PETKİM ve TEKEL'i özelleştirdik ve paralarını aldık. Limanlar var, özelleştirildi. Sırada, şeker fabrikaları, otoyollar, Milli Piyango ve Halk Bankası var." demişsiniz.

Yapılan ve yapılacak özelleştirmeler, acaba, tutarlı ve ülke ekonomisine fayda sağlayacak icraatlar mıdır? Bu icraatların halka ne faydası vardır?

Kar transferleri sebebiyle, gelecek nesiller, büyük bir yük altına girecektir. Bunun, ne anlama geldiğini acaba, hiç düşündüğünüz oldu mu? Bu soruyu haklı olarak soruyorum. Zîra;

2003'ten Mayıs 2008 sonuna kadar doğrudan yatırım şirketleri, 7,6 milyar dolar kar transferi yapmışlardır. Finansal portföy yatırımlarından yapılan kar transferi ise, 18 milyar dolardır. Ve bu transferler, bundan sonra artarak devam edecektir. Yani; hiç bitmeyen borç misali, Türk milletinin hakları, yabancıların nimeti olacaktır.

Bu durumun vahametini, bir örnekle açıklamak istiyorum:

Şişe Cam Sanayisi’nde 17 bin kişi çalışmaktadır. Şişe Cam Sanayisi'nin aylık personel gideri, devletin payı da (SSK primleri ve muhtasar vergiler) dâhil, 40 milyon dolardır. Yıllık, 480 milyon dolar. Şimdi bir hesap yapalım:

Doğrudan yatırım şirketlerinin kar olarak transfer ettikleri 7,6 milyar doların içinde 15 adet 500 milyon dolar vardır. Bunun anlamı, gayet açıktır:

Şişe Cam Sanayisi şartlarında çalışan 255 bin kişinin ücretlerine ve devletin alacağı paya denk bir para, dış ülkelere transfer edilmiştir.

Yabancıların portföy yatırımları karşılığı transfer ettikleri 18 milyar doları da dahil edersek; ortaya çok acı bir tablo çıkar. Şöyle ki:

25,6 milyar doların içinde 51 adet 500 milyon dolar vardır. Bu da, devletin kaybettiği pay dahil, Şişe Cam Sanayisi şartlarında çalışan 900 bin personelin ücretine denktir.

Gelecekteki rakamlar da, çok daha feci olacaktır. Yani; asıl riskimiz, önümüzdeki yıllarda anlaşılacaktır.

Acaba, bu fiili durumun hesabını yapabildiniz mi?

Bu modelle mi işsizliğe çare bulunacaktır?

Sayın Bakan;

Milletin büyük bir kesimi, ağır bir borç yükü altındadır. Ayrıca, ekonomik bağımsızlığımızı da kaybetmiş durumdayız. Her türlü olumsuzluklara rağmen rahat olan kitle, RANTİYE sınıfı ve KAYIT DIŞI faaliyet gösterenlerdir. Ki; bunların genel nüfus içindeki oranı, yüzde 10'u geçmez. Bu kesim için, krizden etkilenme de söz konusu olamaz. Bu kesim, "Kriz miriz yok" sözlerinizi alkışlayan kesimdir. Siz; geriye kalan yüzde 90'lık kesime, ne verdiğinizin hesabını yapmak zorundasınız. Ülkeyi, topyekûn bir kalkınmaya götüremediğinizi, kabul etmek zorundasınız.

Mirasyedi fütursuzluğu ile size devredilen varlığı (Ki; bu varlığı, Türkiye'yi 2002 yılından başlatarak hep inkar ettiniz.) satmak suretiyle Türkiye'yi huzur ve refaha ulaştıramazsınz. En nihayet, bu varlıklar tükenecektir ve geriye, "Acaba, bana bir parça ekmek verirler mi?" diye yabancılara el açan geniş halk kitleleri kalacaktır.

Demokratik haklarımı kullanan bir vatandaş olarak görüşüm ve kabullenişim şudur:
Tek başına iktidar olmanıza rağmen, Türkiye'yi iyi idare edemediniz; bundan sonra da idare edemeyeceksiniz ve edemezsiniz.

Bu gerçeği lütfen kabulleniniz ve vicdani bir muhasebesini yapınız. Zîra; Türkiye demek, belirli bir kesimin Türkiye'si demek değildir.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Not: Halkı asıl soyan husus, çok yüksek oranlı
dolaylı vergilerdir. Mutlaka, buna bir çare bulunmalıdır.”


Sayın BAKAN;

Bilinmeli ve kabul edilmelidir ki; Türkiye, tam anlamıyla HÜR ve DEMOKRT bir ülke haline getirilmedikçe hiçbir sorunumuz çözülemeyecek ve iktidarınız da tarihe, başarısızlıkları ile geçecektir. Ve biliniz ki; SİYASÎ PARTİLER ve SEÇİM KANUNLARI, gerçek demokrasinin özüne uygun biçimde yeniden düzeltilmedikçe Türkiye, tam anlamıyla HÜR ve DEMOKRAT bir ülke olamayacaktır.

Eleştiriden hoşlanmayacağınızı ve hatta eleştirenlere çok kızacağınızı bildiğim halde, demokratik haklarımı kullanarak duygu, düşünce ve görüşlerimi arz etmeyi, vatandaşlık görevi olarak addettim.

Saygılarımla.

Ecz. Hüsnü Akıncı.

Hiç yorum yok: