28 Eylül 2009 Pazartesi

Öz, kaybedilmemelidir.

Sayın Ahmet Taşgetiren

Bugün Gazetesi Yazarı.

3 Şubat 2008



Sayın Ahmet Taşgetiren;



2 Şubat 2008 tarihli ve "Laik Şeyhülislâmlar" başlığını taşıyan

yazınızı okudum.
Türkiye'nin gündemine bir numaralı sorun olarak gelen Türban,- İnanç

konusu yapılarak; mantık oyunları ve münazara üslubu içersinde çözülemez ve her

kesimin mutabakatını sağlayacak tarzda neticelendirilemez. Zira; her ne

kadar masumane görüşler ortaya atılsa da; siyasî iktidarla, dindar

kesimi temsil ettiklerini söyleyen dernek, vakıf, cemaat ve tarikat

liderlerinin, inkârı mümkün olmayacak bir şekilde halkın din duygularını

istismar ettikleri kesindir. O kadar çok örnekleri vardır ki; bunları

bilmemenize imkân yoktur. En basit örnek: dindar kesimi temsil

ettiklerini iddia eden liderler; seçim zamanlarında, kendilerine tabi

olan insanları, bir siyasî partiye topyekün yönlendirmektedirler.
Bu müdahale ve yönlendirme, İslâm Dini'nin neresinde ve hangi

emrinde vardır? Allah, hiçbir mahlûkuna vermediği İRADE ve

HÜRRİYET sıfatlarını, sadece ve sadece, insan sınıfına bahşetmiştir.

Kur'an-ı Kerimde, Ayetlerle sabittir.
"Dinde cebir yoktur"
"Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize"
Bu durum, gerçek anlamdaki lâikliğin ifadesi değil midir?
Lâikliği, dinsizlik olarak algılayanlarla, lâikliği din dışılık

olarak algılayanlar, Kur'an'ın emirleri dışına çıkmış olmuyorlar mı?
Kur'an'ın bu emirleri, dinin devlete, devletin dine tarafsızlığının

ifadesi değil midir?
Bu gerçekler karşısında nasıl oluyor da, "Lâik bir düzende

yolların, din ile kesişmesi kaçınılmaz!" diyebiliyorsunuz?
Bu çerçevede düşünecek olursak, Deniz Baykal'ın "Türkiye'de

yükselen İslâmiyet değildir. Bunun gelişiyle Türkiye'de yaygınlaşan

İslâmiyet'in özü, değerleri, ahlâkı, kuralları değildir. Kur'an'ın

İslâmiyet'i değildir. Gelen başka bir şeydir. Din için gelmiyor."

şeklindeki sözleri doğrudur ve asıl tartışma, bu doğrultuda

yapılmalıdır. Sebebine gelince:



Hiç kimse inkâr edemez: 2-3 asırdan beri ülkemizde, âdet halinde,

dededen, babadan görüldüğü şeklinde bir müslümanlık hakimdir. Tabir

caizse; koca bir camiâ, şekilciliğe, sadece taât ve ibadete ve de 5-6

asırlık eskimiş ve günün ilmî terakkileriyle bağdaşmayan içtihatlara

yönlendirilmiştir. Yani; İslâm'ın gerçek yüzü örtülmüş ve birtakım

Bid'atler, hurafeler, din diye yutturulmuştur. Bu durum toplumu

bölmüş; tarikat ve cemaatler türemiş; insanlar arasında olması gereken

ahenk ve muhabbet kaybolmuştur. “Din ulemasıyız” diye geçinen bir takım

kişiler, İslâmiyet'in kesin olarak yasakladığı RUHBAN kisvesine

bürünerek, halkı aldatmışlar ve kitleleri, Kur'an'daki İslâm'dan

uzaklaştırmışlardır. Kısacası; İslâmiyet'in özü, değerleri, ahlâkı,

kuralları; sorgulayan ve hesap soran bir toplum yapısının oluşmasını

engellemek için örtülmüştür.
Bu gerçekler tahtında bakacak olursak; Deniz Baykal'ın, "Sizin bu

uygulamalarınızın ne İslâmiyet'te ve ne Hıristiyanlıkta yeri var. Sizin

sadece Batı'da değil, Hz. Ömer'in nezdinde de yeriniz yok." sözleri,

haklılık kazanır. Neden mi?


İşte, sebebi:


Hz. Ömer, devlet başkanı seçildiği gün yaptığı konuşmasının bir

bölümünde, şu önemli sözleri söylemiştir:



"Ey Milletim! Hak ve hakikat peşinde koştuğum sürece benim

peşimden geliniz! Hak ve hakikatten ayrıldığım zaman benim peşimden

gelmeye devam ederseniz; Allah indinde, siz de sorumlu olursunuz!" Hz.

Ömer'in bu sözü üzerine bir kişi, hemen kılıcını çekerek, şu sözleri

söylemiştir:


"Ömer! Sözlerine dikkat et! bu millete hakaret hakkını sana kim

verdi? Hak ve Hakikatten ayrıldığın zaman senin peşinden gelecek insan

tasavvur etmen, bu millete yapılan en büyük hakarettir. Haktan

ayrılırsan, bu kılıç, sana haddini bildirir." Bunun üzerine Hz. Ömer,

teşekkür ederek şu sözleri söylemiştir:


"Beni, böyle bir milletin başına devlet başkanı tayin ettiği için

Allah'a şükürler olsun! Ve biliniz ki; Bir millet icabında

idarecilerini acı, acı tenkit etmezse; o idareciler de, kendilerine

yöneltilen bu acı tenkitlere lâzım gelen alâkayı göstermezlerse; ne o

milletten ve ne de o idarecilerden hayır gelmez!"
Hz. Ömer bu sözleri, kendi meziyeti ve kendi fazileti sebebiyle mi

söylemiştir? Hayır! Niçin söylemiştir? İşte sebebi:
Allah, Kur'an-ı Mübin'de, "Allah'dan başka herkes yaptıklarından

sorumludur ve herkes, hesap verecektir" diye emretmiştir.
Bir kimse Allah indinde en yüksek rütbeye mâlik olabilir. Birçok

özel meziyetlere sahip olabilir. Bu meziyet ve özellikler, onların

yaptıklarını sorgulamamaya ve herhangi bir hakikati feda etmeye, İslâm

Dini izin vermez! Bütün Müslümanlar, hak ve vazife hususunda geniş bir

eşitliğe sahiptirler. Kur'an-ı Kerim; "Adaletin herkes hakkında müsavi

bir şekilde cereyan edeceğini" beyan etmiştir.
Evet, İslâm'ın gerek hukuk hususunda ve gerek vazifeler hususunda

ayrıca imtiyazlı bir sınıfı yoktur. İşte bu sıfat, İslâm'ın en belirgin

ve seçkin özelliğidir. Yani; İslâm'ın özü, gerçek bir demokrasidir.
Fakat; ne acı bir hakikattir ki; İslâm'ın özünü terk edip, metninde

de anlamadan yürüyen ve tarihî hikmetlere vakıf olmayan, ulemalık

süsüyle yaşayan; dışı hoş, içi boş kimseler; demokrasiyi, din dışı bir

sistem olarak kötülemişlerdir. Hattâ; birçok yerde, "Bizde imamet

sistemi vardır; büyüklerimize, kayıtsız şartsız teslim oluruz ve itaat ederiz"

diyerek, halkın sorgulamasını önlemişlerdir.


Soruyorum: Deniz Baykal, "Hz. Ömer'in nezdinde de yeriniz yok!"

derken, yanlış bir şey mi söylemiştir? Hattâ; bu gerçeği, meşhur

Haccac-ı Zalim annesine, "Ömer'in kavmini getir, Ömer olayım"

sözleriyle belirtmiştir.


Denemesi bedava; Başbakanı, Cumhurbaşkanını veya herhangi bir

bakanı sorgulayan yazı yazınız! Bakalım; gazetede tutunabilecek

misiniz?


Zaten; "Kur'an'ın İslâmiyet'ini kim yorumlayacaktır?" derken, davayı

kaybetmiş durumdasınız. Siz ne güne duruyorsunuz? Açınız kur'an'ı ve

okuyunuz; öğrenmek istediğinizi, oradan öğrenirsiniz! "Muhkem" olarak

tarif edilen ayetlerde gerçekler, herkesin anlayacağı şekilde

anlatılmıştır. "Müteşâbih" olarak tarif edilen ayetlerin manâsını

anlamak için de ilim ve irfan gerekir. Yani; öğrenmek şarttır. Bundan

da, öğrenilemeyecek kadar zor manâsı çıkmaz. Kalbi olanlar,

düşünmesini bilenler, tefekkür edenler ve aklını işletmesini

başaranlar, bu hususta da zorlanmazlar!



Sayın Taşgetiren;



Hiç kimse gerçekleri gizlemesin; iktidar dahil birçok kimse, dinî

inançları, siyasî amaçla sömürmektedir. Bugün gündemimizi oluşturan

türban konusu, siyasî rant maksadıyla kullanıldığı için; korkarım ki,

büyük fitnelere sebep olacaktır.



Siz; türban tartışmasına dâhil olacağınıza; "bu tartışmalar niçin

ve ne maksatla yapılmaktadır? Bu tartışmalarda, Türkiye üzerinde

emelleri ve hedefleri olanların rolü nedir?" diyerek, gerçeklere

yöneliniz.


Saygılarımla.


Hüsnü Akıncı



Not: Siz Bugün "Şeriatla idare ediliyoruz." diyen Müslüman

ülkelerin, Kur'an ahkâmına veya İslam Dininin esaslarına göre mi idare

edildiklerini zannediyorsunuz? O ülkelerin, İslâm'la uzaktan yakından

ilgisi olmayan zalim hükümdarlar tarafından idare edildikleri

gerçeğini göremiyor musunuz? Zaman, zaman, "İslamiyet'in en iyi

yaşandığı ülke, Türkiye'dir" denir. Bu, doğrudur. Batı'nın esas korkusu

da budur. "Bölgedeki ülkeler, göstermelik de olsa, Türkiye gibi

demokrasiye geçerlerse, işlerimiz zorlaşır" diye düşünmektedirler.

Hedefleri de; Türkiye'yi, o ülkelere benzetmektir.

Ecz. Hüsnü Akıncı

Hiç yorum yok: